Türkiye 1946’da ister kendi iradesiyle, yaygın kanaate göre de uluslararası konjonktörün dayatması sonunda, ısmarlama, ısmarlama oluşu nedeniyle de üzerinde hayli iğreti duran demokrasi elbisesini giymeye niyetlendi.
Dayatma ve bazı yanlarıyla ısmarlamaydı çünkü 2. Dünya savaşı sonunda eski düzen yıkılıyor yepyeni bir küreselleşme anlayışının beslediği dünya kuruluyordu ve elbette bu yeni dünyanın getirip önümüze koyduğu olmazsa olmaz koşullar vardı.
Bizim sığ tartışmaları yeterli bulan muhalif-muvafık aydın kesimimiz o demokrasiye geçişi Türkiye’deki bürokratik elitin inşa ettiğini iddia eder hatta kimisi samimi olarak buna inanır ama gerçek hiç te öyle değildir.
Öyle olmadığını gösteren en çarpıcı örnek 7 Eylül 1946’da demokrasiyle görünürde hiç ilgisi olmayan ekonomi alanında yaşanan ve Türk lirasının dolara karşı %218 oranında değer kaybettiği devalüasyondur. O gün saygınlık sembolü kabul ettiğimiz, korunması için nice yasalar çıkardığımız ulusal paramız dolara karşısında tabir yerindeyse iki seksen uzanmış, yere serilmiştir.
Türk insanı; iş adamı, köylüsü işçisiyle bir gecenin içinde aslında alın terinin, mahsulünün değerinin eridiğini, hükümetin gerektiğinde kafalara balyoz gibi inen yumruğuyla ve tümü krediler, kağıt tahsisleriyle iktidarlara mideden bağlı gazetelerin yaptığı yayıncılık sayesinde farkına bile varmadan içine sindirmiştir cebinden çalınan varlıklarını.
Sattığı bir kilo buğdayın o günden sonra asla eskisi kadar etmeyeceğini, mahsulünün karşılığıyla daha önce aldığı şeyleri alamayacağını anlaması epeyi zaman alacaktır ama savaştan çıkmış ülkede birinci mesele canını kurtarmak ve ayakta kalmak olunca böylesi teferruat kimsenin umurunda olmamıştır.
Ulusalından yereline; kimi çıkarlarına uygun sipariş, kimi durumdan vazife çıkaran gönüllülükle istisnasız tüm gazete köşelerini tutanlar, o güne kadar 128 kuruşun bir dolar ettiği ülkede ertesi gün nasıl olup ta aynı bir doları almak 280 kuruş ödenmeye başlandığının gerçek nedenlerini asla yazmayacaktır ama Cumhuriyet tarihinin bu gelmiş geçmiş en yıkıcı devalüasyonunun nasıl başarılı operasyon olduğunu, memleketi düzlüğe çıkaracağını arsızca yazıp duracak, faydalarını yere göğe sığdıramayacaktır.
Konu elbette ekonomiktir,  o nedenle de halen o tek parti dönemini ekonomi alanında kutsamayı görev edinmiş cephenin gözlüklerini takanlar dışında kalan ehil uzmanlarca tartışılması gerekir.
Ama bu, günlük hayatta zaten savaş boyunca yeterince bedel ödemiş, savaşa girmemesine rağmen savaştan çıkan İngiltere’ ye karnını doyuracak buğday için avuç açacak kadar yoksullaşmış, ölüsüne kefen bezi bulamayan halk için durum, onlar adına düşünen, her şeyin doğrusunu yapan tek parti elitlerinin gerçek yüzünü görmeye engel değildi.
Çaresizlik karşısında kıvrandığı o en karanlık günlerde, karşısına çıkan ilk muhalif harekete namusu bellediği tek silahı olan reyiyle destek olan, geride kalan dönemin sorumlusu gördüğü tek parti zulmünün simgesi CHP’ yi cezalandırmak için sandık iyi bir şanstı. Halk ta sandıkla gelen o tarihi fırsatı iyi değerlendirdi.
7 Ocak 1946 günü kurulan Demokrat Parti o nedenle kurucularının bile hayal edemediği kadar ilgi, sevgi gördü. Devlet gücünü tüm silahlarıyla kullanmayı mubah sayan CHP’ ye inat, kasketi eğik, gönlü kırık Anadolu köylüsü; yoksulu, muhafazakârıyla; kendinden saydığı, kendi gördüğü Demokrat Partiyi benimsedi, gönülden kucakladı ve büyük şemsiyenin altına sığındı.
7 Ocak 1946 günü kurulan Demokrat Parti o nedenle kurucularının bile hayal edemediği kadar ilgi, sevgi gördü. Devlet gücünü tüm silahlarıyla kullanmayı mubah sayan CHP’ ye inat, kasketi eğik, gönlü kırık Anadolu köylüsü; yoksulu, muhafazakârıyla; kendinden saydığı, kendi gördüğü Demokrat Partiyi benimsedi, gönülden kucakladı ve büyük şemsiyenin altına sığındı.
DP’ nin kuruluşu ve siyaset sahnesine girişiyle başlayan yeni dönemde CHP tüm süreci baskın seçimlerle lehine çevirme arayışındaydı.
İlk işaret fişeği Belediye Meclisi seçimleriyle geldi. Gerçekten hazırlıksız yakalandı muhalifler ama girmek bir yana hazırlık fırsatı bulamadıkları bu baskın hemen ardından ve üstelik üzerinden henüz üç yıl geçmemiş olan Milletvekili seçimleri için oldukça iyi ders oldu. DP yönetiminin kullanıldıklarını ve figüran konumuna geldiklerini hissetmeleri ve 1946 Milletvekili seçimlerine girip girmeyeceklerini uzunca süre yoğun biçimde tartışmaları bu nedenledir ve son iki haftaya kadar girmeme iradesinin ağırlıkta olduğu o hayli tartışmalı seçimlere sonunda girmeye karar vermeleri epeyi sıkıntılı olmuştur.
26 Mayıs 1946’ da yapılan ve Belediye Başkanlarını doğrudan halkın değil kendi içinden seçen Belediye Meclis Üyelikleri seçimi o nedenle önemlidir ve DP bu baskın seçime hazırlıksız yakalanmış, izlemekle yetinmiştir.
Ardından gelen ve ülke demokrasi tarihinin en önemli kilometre taşı sayılan; şaibeliden de öte kirli, iktidardaki CHP adına utanç verici ayıplarla dolu 21 Temmuz 1946 günü yapılan Milletvekili seçimleri, "açık oy, gizli tasnif" ilkesiyle bugün bile kısacık ömürlü demokrasi tarihimizin en kara sayfalarından birini oluşturur.
Ama Mersin o seçimlerde "herkes gider Mersin'e, Mersin ise tersine" ilkesini hayata geçirmek için üstüne düşeni fazlasıyla yapmıştır.
Bu seçimlerde Mersin, Demokrat Partiye başka hiçbir ilde görülmeyen desteği vermiş, Türkiye genelinde birkaç ilde daha birinci olmasına rağmen Demokrat Parti ülke genelinde sadece ve bir tek Mersin özelinde tulum çıkarmış, tüm Milletvekilliklerini kazanma başarısını elde eder.
Mersin özelinde elde edilen başarıya rağmen 1 Eylül 1946 günü yapılan İl Genel Meclisi seçimlerine katılıp katılmama konusunda kararsızdır DP. Sonunda katılma kararı alır.
CHP ve tek partinin basın sözcüsü gibi davranan kalemleri 21 Temmuz seçimlerinde Mersin adına ortaya çıkan tablonun geçici tepkiden ibaret olduğunu, halkın bu kez, dersini almış ve akıllanmış olarak aynı yanlışa bir kez daha düşmeyeceği iddiasını köşelerinden hayli keskin yazılarla dile getirmektedir.
Seçim sabahı Yeni Mersin gazetesinde yayınlanan makalesinde özetle şöyle diyordu Rıza Atilâ;
“Kendilerini prensip ve program kaygısından kurtarmış bulunan Demokratçılar bu seçime de “Demir Kırat” hüviyetiyle giriyorlar. 
Milletvekilleri seçiminde rey avcılığı yapanlar bugün halk ruhundan kopan çok kuvvetli tepkiye şahit olacak ve halk iradesinin tecellisini bekleyenler herhalde bir 21 Temmuz sürpriziyle karşılaşmayacaklardır.”
Mersin'in etkili başyazarı bir daha 21 Temmuz yol kazasının yaşanmayacağını iddia ediyordu ama Mersin CHP' ye acı sürprizler yaşatmaya kararlıdır.
Devam edeceğiz 1946' da başlayan halkın kutsal yolculuğunu ve bu yolculuktaki Arslanköy' ün eli öpülesi kadınlarının özel yerini anlatmaya...