Otogar işletmesi için kavga dövüş gölgesinde yapılan ihalede ortaya çıkan sonuç inanılır gibi değildi.
20 trilyon+KDV dediğiniz rakama üç yıllık olası enflasyon artışını da eklerseniz Belediye kasasına 75 trilyonu aşkın para girecekti. Rakamı duyanlar kulaklarına inanamazken, taşın altında parmağı olan ve geleceklerini yeni otogara bağlamış esnaf ise nefesini tutmuş böylesi bir parayı taahhüt edenin önlerine koyacağı faturayı merak ediyordu. 
Kocamaz ve ekibi davul çalmadı ama muhteşem sonucu şehrin dört yanını donatan billboardlarla kamuoyunun engin bilgisine sunmaktan da geri kalmadı.
“Tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunmak” dediğiniz şey de zaten bu değil miydi? Ve geçmişte Kocamaz’ ın her fırsatta yinelediği “soyup soğana çevrilmiş, kimilerine peşkeş çekilmiş” otogarın bile böylesi dudak uçuklatan rakama alıcı bulması bundan sonraki süreçte başlayacak büyük yürüyüşün ve elbette değişimin müjdecisiydi.
Bu arada Büyükşehir Belediye Başkanı ve etrafını saran ekipten hiç kimsenin aklına, Türkiye ve tüm dünyada bu tür işlerin en temel ilkesiyle bu sonucun ortaya koyduğu çelişkiyi sorgulamak gibi zor ama olmazsa olmaz kuralı işletmek, teklifi yapılabilirliği açısından değerlendirmek gibisinden yöntemleri denemek gibi zor işler gelmedi.
Aslında 20 yıldır Tarsus’ u kendince çok başarılı biçimde yönettiğini iddia eden Kocamaz’ ın bu ilkeden habersiz olması düşünülemezdi. Ama nedense ne kendisi ne de konuya hayli vakıf olması gereken kurmayları altını çizdiğim gibi iş işten geçmeden ve geri dönüşü hayli yıkıcı sonuçlara yol açacak o son adımı atmadan önce şu sorunun cevabını aramadı;
İster Kamu İhale Kanunu ve ister o kanunun eşit, adil ve yasalara uygun biçimde uygulanmasını ve kamunun hangi yöntemle olursa olsun yapacağı tüm ihalelerin denetlenmesini,
Kısaca her türlü mal, hizmet alım satımını düzenlemekle yükümlü Kamu İhale Kurumu da itiraz olsun olmasın tüm ihaleleri aslında aynı evrensel ilke çerçevesinde masaya yatırmakla yükümlü…
O ilke de şudur; bir mal ve hizmet kamu tarafından ister alınsın, ister satılsın teklifin makul olması, iş ve hizmetin verilen teklif çerçevesinde yapılabilirliğini denetlemek zorundasınız…
Aslında evrensel ilkedir bu ve sadece kamu kurumlarının değil hepimizin günlük hayatta gözetmemiz gereken bir kuraldır.
Örnek mi? Mezbaha çıkışı 20 lira olan eti kasap size 25-30 liraya satabilir, o sizinle kasabınız arasında olan bir mevzudur ve kimseyi ilgilendirmez. Ama 20 lira maliyeti olan eti biri 10 liraya satıyorsa orada sadece satıcının değil, alıcının da ödemesi gereken bir günahı vardır. 
Türkiye’ de sıkça karşılaştığımız ama nedense “alan memnun-satan memnun” gibisinden “bana dokunmayan …” diye başlayan anlayıştan beslenen bir başka aşina olduğumuz akaryakıt işinden bir misal verirsem mesele çok daha iyi anlaşılacak:
Devlet kurumları her yıl milyon tonlara varan akaryakıt alımını kendi başlarına açtıkları ihalelerle gerçekleştirir. Aslında o ihalelerde ortaya çıkacak fiyatlar da bellidir. Açarsınız Tüpraş’ ın internet sitesini. Orada her gün update edilen ve yayınlanan toptan fiyatlar bellidir. Bunun üzerine toptan dağıtıcı ve istasyon sahibinin kârını koyar gelecek teklifin bant aralığını rahatça belirlersiniz. Soru şudur ve birazdan otogar işletmesinde çıkan fiyatla doğrudan bağlantılıdır.
%6,5 kâr marjı olan biri 100 lira fiyatlı bir malı en fazla 93,5 liraya teklif edebilir. Altına düşmesi halinde ya hesap bilmeyen biridir ve batacaktır. Batması mukadder olan birine en düşük fiyatı verdi diye işi ihale ederseniz, sadece onu batırmakla kalmazsınız. Örneğin ihale kalorifer yakıtı konusundaysa kış günü boşuna yakıtın gelmesini beklersiniz. Personel yanmayan kalorifer nedeniyle hasta olur ve şikayet halinde gelen müfettiş “aferin çok ucuza almışsın” diye teşekkür etmez, sen maliyet hesabını neden yapmadın, bu fiyatı teklif edenin malı getirmeyeceğini nasıl tahmin edemezsin” sorusu sonucu hakkınızda soruşturma açar.
Peki, otogar ihalesinde, ihale komisyonu makul fiyat, işin yapılabilirliği gibi faktörlere ne ölçüde uymuş, “en iyi fiyat” yanında “işin yapılabilirliği” ilkesini ne ölçüde gözetmiş, denetlemiştir? Üç bölümde ele almaya çalıştığım konunun can alıcı noktası, bam teli de tam buradadır.
Devlet sırrı gibi saklanan sözleşmeyi bu temel ilkeyle incelediğim vakit, işletmeciye üç yıllığına “al işlet” denilen tüm üniteleri işletmeci rayiç fiyatların çok üstünde kiraya verse bile Belediyeye taahhüt ettiği parayı ödeyemeyeceğini ben bile gördüm.
Aslında yaptığım şey çok basit: 40 yazıhane, 5 ATM, 5 Büfe, 4 fast food, 1 restoran, 1 çay salonu (başka üniteler de var ama köy minibüs yzh, berber, kargocu gibi toplamda dişe dokunur para getirecek yerleri almaya gerek görmedim) kaç para eder?  
Burada işin asıl para sağlayacak kaynağı, varlık sebebi, ana omurgası, kavgayı başlatan ve sona erdirecek olan (ki öyle de oldu) 40 otobüs yazıhanesi ve bu yazıhaneleri kiralayacak olan esnaf. Esnaf zaten belediyenin daha önce kendilerine önerdiği 60 ila 90 milyar arasında değişen yıllık fiyatları yüksek bulduğu için direnişe geçmiş. Hadi direnişi geride bırakıp ret ettikleri kiraları ödemeyi kabul ettiklerini düşünelim ve 60-90 arasını ortalama 75 milyar kabul edelim. Otogarı 23,6 trilyona kiralayan işletmecinin 40 yazıhaneden sağlayacağı gelir kaç paradır? 3 trilyon… 23,6 trilyona gar işletmesini para kazanacağım umuduyla belediyeden al, sözleşmede alt kiracı olarak tanımlanan esnafa 3 trilyona kiraya ver! Çıplak ve yalın hesap budur ve bu hesabın altından babasının tarlasında altın bulan madencinin o altın paralarını getirip buraya yatırması dışında kimsenin kalkması mümkün değildir. Ne 5 ATM, ne otogar gibi dünyanın hiçbir yerinde kimsenin tercih ettiği restoran, ne 5 büfe, ne de yıllık 350 milyara aldığı iki tuvalet, şimdiden yüz milyarlar zarar eden ve “yandım anam diye bağıran” alt kiracı bırakın para kazanmasını, her yıl 4 taksitte 20 trilyonu ödeyeceğini söyleyen işletmeciyi kesmez.
Aslında ihalenin herkesi sarhoş eden o ilk rüzgarı dağıldıktan sonra herkes takkesini önüne koyup düşünmeye koyulduğu o muhasebe anında Kocamaz’ ın da “galiba ihale yükseğe gitmiş” telaffuzu da girilen yolun çıkmaz olduğunu yeterince anlatmaktadır. 
Kocamaz o şikayeti daha doğrusu ortaya çıkan akla mantığa sığmaz tabloyu keşke bugün değil o gün sorgulasa ve evrensel hukuk ilkesi “müteddebir yönetici” gibi davransaydı.  İhale yapılırken veya bu rakamlar ortaya çıktığında kurmaylarını ve teklifi vereni odasına çağırıp “sen bu teklifi veriyorsun ama bu 23,6 trilyonu (ki personel giderleri, genel giderler, elektrik/su vs’ yi katarsak işletmecinin kâr payı hariç yılda yapacağı ödeme 40 trilyonu buluyor) nereden kazanacaksın da ödeyeceksin” sorgulamasını yapmayan Kocamaz’ ın bugün ne şikayet etmeye, ne de çözüme yönelik alternatifler geliştirmeye hakkı vardır.
Tabii bu arada otogar işletmesine bu teklifi veren şirketin aldığını söylediği “mal” ile, satıcı sıfatıyla sözleşmeyi imzalayan Kocamaz’ ın gösterdiği “mal” arasında ciddi farklar var.
Örneğin otogarda yazıhaneler dışında asıl parayı kazanacak olan bir kaç hizmet var. Bunlardan biri her gün otogara girip çıkan otobüslerden alınan ve yılda yaklaşık 4 trilyon tahmin edilen kalem.
Başka ne var? İyi bir işletmeci elinde yılda 2-3 trilyon beklenen Akaryakıt istasyonu…
Otopark hizmeti, henüz proje aşamasında olan ve 3 yıllığına otogar kiralayan birinin 3 yılın sonunda bırakıp gidemeyeceği konaklama tesisi vs..
Peki kimi hesaplamalara göre yaklaşık 10 trilyon getirecek hizmetler kiracıya devrediliyor mu? Hayır, çünkü tüm bu risksiz para kazandıran hizmetleri Kocamaz belediyeciliği 23,6 trilyonu gözden çıkarana vermiyor, Belediye ortaklığındaki ve Özcan döneminde deyim yerindeyse ikinci kasa gibi çalışan İmar İnşaat bu işleri üstleniyor. 
Kiracının dünyadaki hangi mahkemeye gitse haklı çıkacağı asıl çarpıklık ise “şeytan ayrıntıda gizli” ilkesini hatırlatan biçimde bir başka detayda yatıyor:
Otogar yaklaşık 190 dönüm büyüklüğünde bir alanı kapsıyor. Aydınlatma, güvenlik, temizlik ve bu 190 dönüm alan içinde yer alan (imar inşaatın üstlendiği işletmeler de dahil) her noktanın güvenlik personeli, elektrik su parası, temizlik hizmeti ve hatta jeneratör yakıtını bile sözleşme gereği kiracı ödeyecek.
Oysa kiracıya sözleşmeyle verilen alan 5.888 m2 (hatta bundan da 3 cm2 eksik, tam rakamı da vereyim 5.887,97)
Yani 6 dönümden az… 
190 dönümlük alanın tüm çevre aydınlatmasını hatta imar inşaatın işlettiği yerlerin elektriğini, güvenliğini, temizliğini, çevre düzenlemesini, çiçeklendirmesini, bakımını sen yap ama iş işletmeye gelince 5.888 m2 dışında bir cm2 üzerinde hiçbir yaptırımın yok ama 184 dönümün güvenliğini, temizliğini, sulamasını, aydınlatmasını, kreasyon düzenlemesini, bahçe bakımını sen yapacaksın.
Bu sözleşme dünyanın her yerinde “ayıplı” olarak nitelendirilir ve hukuk devreye girdiğinde sizin attığınız, attırdığınız imzadan çok akdedilenin hakkaniyete uyup uymadığına bakar. Yani biri evini kiraladığında “kiracı hergün diğer evleri de temizleyecek” maddesi koyarsa bunun hiçbir hikmet’i harbiyesi yoktur.
Oysa burada gördüğümüze “ayıplı” tanımı bile hafif gelir.
Zaten işlerin sarpa sardığını gören Kocamaz’ ın daha yer teslimi doğru dürüst yapılmamış, elektrik aboneliği için gerekli prosedür bile yerine getirilmemiş, işletmecinin heyecanla girmeyi beklediği tüm süreci bir yana bırakıp, “gelin şu otogarı satalım” fikrini ortaya atması da bu sarpa saran, kaosa dönen ve içinden çıkılmaz hale gelen vaziyeti kurtarma telaşıdır.
Konuyu inceledikçe ve bilinmeyen bazı noktalara vakıf oldukça aslında “ayıplı” mal, hizmet alıp satmaktan çok aklıma, babaları ölen Mişon ile Salamon’ un miras paylaşma macerası geldi ve bir türlü de gitmedi.
Tavsiye ederim, eskilerden birine anlattırın çok keyifli hikâyedir…
Not: Türkiye ve dünya böylesine kritik dönemeçlerden geçerken, tarihi kırılmalar yaşarken, kaderimizi belirleyecek 7 Haziran seçimlerine günler kala Mersin otogarı gibi çok az insanı ilgilendiren bir konuyu böylesine detaylı oturup yazmak, yazmadan önce de, günler süren araştırmalar yapmak çoğu insanın akıl erdireceği bir iş değil. Ama geçmişten geleceğe Mersin’ in bundan önce yönetildiği ve bundan böyle en azından 3-4 yıl daha yönetileceği anlayışı sergilemesi bakımından kendi açımdan itiraf edeyim, hayli doyurucu derslerle dolu bir örnekle karşılaştım. Hele otogardaki cazip yerleri işletme işini üstlenen İmar İnşaat şirketinin böylesi bir işi üstlenebilmesi için Ulaştırma Bakanlığından alması gereken T1 belgesi mevzuu var ki, ona bile konuları çalakalem ele almayan biri için epeyi zaman ve bir iki makaleyi oturup yazmak gerekiyor…
Ama ben burada noktalayayım. Dileğim “kör kuruşun” hesabını tutma anlayışıyla yola çıkan yönetimden işletmeciye, ekmeğinin derdine düşmüş esnaftan otobüs yolculuğu yapmaya çalışan sade vatandaşa kadar hiç kimsenin üzülmeyeceği, mağdur edilmeyeceği bir ortak çözüm bulunması…
Bu mümkün mü? İyi niyet olduktan sonra her şey mümkün…
Aslolan Belediyelerin de varlık sebebi olan Mersin ve Mersin’e ayak basan, yaşayan herkesin esenliği…
Unutmayın, başka Mersin yok ve biz bu özel kente her alanda olduğu gibi bu denizde damla konuda da sahip çıkmak zorundayız…