İlk dört duruşmada davanın seyri ve Mahkeme heyetinin olaylara bakışı epeyi değişmiştir ama sonuçta halen dosyaya girmesi gereken kimi belgeler, kısaca tamamlanması gereken prosedür vardır.
3 Mart 1948 günü başlayan beşinci duruşmaya avukatlardan sadece Tarık Kozbek ve sanık Mustafa Kubilay' ın katıldığı görülür.
Konya Cumhuriyet Savcılığı; daha önce Mersin Sorgu Yargıçlığında verdikleri ifadelerle Konya Ağır Ceza Mahkemesindeki ifadeleri arasında mübayenet (çelişki) görülen şahitler hakkında yalan şahadetten dolayı yapılan tahkikat sonucunu Mahkemeye sunar. Savcılığa göre "tanıklar hakkında herhangi bir takibata mahal yoktur"
7 Nisan 1948 tarihindeki yedinci duruşmada adli tıp raporu ulaşmadığından duruşma 5 Mayıs'a ertelenir, 5 Mayıs günü yapılan sekizinci duruşmada dosyaya girdiği görülen Adli Tıp raporu da okunur ve Heyet duruşmanın 15 Mayıs' a atılmasına karar verir.
15 Mayıs 1948'deki dokuzuncu duruşmaya sanıklardan Cemal Kurt, savunma avukatlarından Fahri Ağaoğlu ve Muammer Obuz hazır bulunur.
Mahkeme Başkanı duruşmada hazır bulunan avukat ve sanıktan "tevsii tahkikata (tahkikatın genişletilmesine)" gerek olup olmadığını sorar. Gerek olmadığı beyan edilir. 
Beklenen ama bir türlü gelmeyen ifadeler, geciken adli tıp raporları derken Savcı ve avukatların ek tahkikat talepleri olmadığını, daha da önemlisi davayı etkileyecek ciddiyette soru işareti kalmadığını gören Mahkeme heyeti, 15 Mayıs günü açılan dokuzuncu celsede Savcıdan son haliyle iddianamesini okumasını ister. O günlerde yayın yapan Akyokuş gazetesinde de yayınlanan iddianame aslında Arslanköy olaylarını özetlemesi bakımından da tarihi öneme sahiptir. 
Arslanköy olaylarının en önemli sonuçlarından biri o güne kadar tek parti gölgesinde sinmiş olan yargı kurumunun hakim, savcısıyla yeni bir döneme uyanışın işaret fişeğini çakmasıdır.
İsyan suçlamasıyla Mersin'de idamları istenen Arslanköylülerle ilgili Konya'daki Savcılık makamı son mütalaasında şu görüşleri dile getirmektedir. (Mütalaanın diline hiç dokunulmamış ve anlaşılması zor bir kaç kelimenin karşılığını parantez içinde yer vermem dışında metin aynen korunmuştur)
 “1947 senesi Şubat ayının 21.günü Arslanköyü’nde intihap* (seçim) yapılması takarrür etmiş (kararlaştırılmış), bunun için köyde dernek hâsıl olmadığından, Nahiye Müdürünün müdahalesiyle intihap iki gün sonraya bırakılmıştır. 
İntihap esnasında Muhtar Tahir Şahin’in hile karıştırıldığı bahanesiyle yanındaki azalarla sandık başını terk ettiği ve seçime hile karıştırıldığını vilayete bildirdiği görülmüştür. 
Mersin Valiliği Hususi Muhasebe Müdürünü seçime nezaretle ve Yüzbaşı Sıtkı Dağgeçen’i seçim sırasında asayişi temine memur etmiştir. Bu iki memur köye gelmişler ve intihabın yapılacağını halka bildirmişlerdir. Köylü ‘biz intihabı yaptık’ diye yeniden bir seçime yanaşmamışlardır. Ertesi günü intihap hazırlığına başlanmış bir taraftan Hakkı Sümer (Hususi Muhasebe Müdürü) ve diğer taraftan seçimle alakası olmayan jandarma komutanı oy sandığını istemişler ve Öğretmen Kubilay’ı çağırtmışlardır. Kubilay sandığı vermemiş, jandarma komutanı zorla Kubilay’ın evinden oy sandığını almak isteyerek hadiseye sebebiyet vermiştir. 
Kısaca anlatılan hadisenin şu oluşuna isyan mahiyeti verilmek ve tahkikatı da buna göre idare edilmek suretiyle bu işte sanık olarak, bilfiil isyana iştirakten Kubilay, Kadir, Durmuş, Hasan, Emine ve diğer arkadaşları olmak üzere toplam 40 kişi ve bu suçu işlemeye tahrikten de Sultan, Fadime, Ali, Ahmet ve arkadaşları, zanlı olarak mahkemeye sevk olunmuşlardır. 
Mahkemece yapılan tahkikat ve soruşturma sonunda olayın yukarıda arz edilen şekilde cereyan ettiği anlaşılmıştır. Burada hadisenin teferruatını da nakletmek isterim. 21 Şubat’ta intihap yapılamayınca, Muhtar Tahir Şahin Nahiye Müdürüne keyfiyeti haber vermiş, Nahiye Müdürü Levent de ayın 22’sinde Arslanköy’ e gelmiştir. Köy halkını toplayan müdür, onlara ertesi günü yeni seçim yapılacağını anlatmaya çalışmıştır. Ertesi günü filhakika seçime başlanmıştır. Seçime devam olunduğu sırada, Muhtar Tahir Şahin, bazılarının 6-7 oy attığından, Demokrat Partili azaların “lüzumsuz müdahalelerde” bulunduklarından ve jandarmaların kadınlara tasallut ettiklerinden bahisle intihap mahallini terk etmiş ve keyfiyeti vilayete bildirmiştir. 
Nahiye Müdürü seçim esnasında sandık başına gelmiş ve orada kalanlar seçimi tamamlamışlardır. Tasnif ertesi günü yapılmış ve neticede seçim mazbatası üç aza ve Mustafa Kubilay tarafından imza edilmiştir. 
Daha önce Muhtar Tahir’in verdiği bilgi üzerine işten haberdar olan Mersin Valisi Tevfik Gür, seçimin yersiz olduğunu ve kanuna uymadığını söyleyerek, yeniden yapılacak seçimde nezaretçi olmak üzere Hususi Muhasebe Müdürü Hakkı Sümer’i ve seçim inzibatını temin etmek üzere Yüzbaşı Sıtkı Dağgeçen’i memur eylemiş ve Arslanköy’ e göndermiştir. Bu keyfiyet ayrıca bucak müdürü Hilmi levent’e telefonla bildirilmiştir.
25 Şubat’ta köye gelen bu heyet, köylüyü Halkevi’ne toplamış ve onlara yeni yapılacak seçim hakkında bilgi vermiştir. Oysa halk yeni yapılacak seçime rıza göstermemektedir. Sıtkı Dağgeçen ise Köylünün Yeddiemin olarak reylerin içinde bulunduğu sandığı emanet ettiği öğretmen Mustafa  Kubilay’dan daha önceki yapılan seçime ait o sandığı ısrarla istemektedir. Kubilay sandığın kendisinde emanet olduğunu ve halk rıza göstermedikçe vermek istemediğini anlatmaktadır. 
Yüzbaşı sandığı alıp getirmek üzere Celal Çavuşa emir vermiş, sandığı almaya giden Celal Çavuş halkın engellemelerine maruz kalarak geri dönmüştür. Yüzbaşı bunun üzerine yanına jandarmaları ve Kubilay’ı alarak sandığın bulunduğu yere gelmiş ve orada sokaklarda, damlarda toplanmış kadınlı erkekli halkla karşılaşmıştır. 
Burada kadınlar yüzbaşıya yalvarmışlar ve eski muhtar Tahir’in seçileceğinden korktuklarını, seçimin yapılmış olduğunu ve yenilenmemesini istemişlerdir. 
Yüzbaşı bunun üzerine jandarmalara emir vererek halkın zorla dağıtılmasını istemiştir. Bu sırada sanıklardan Zeynep Türkmen, Elife Dağdur, Ayşe Çelik yüzbaşıya tekrar yalvararak, eski muhtarın 'ırz düşmanı' olduğunu, sekiz senelik muhtarlığı sırasında yapmadığını bırakmadığını anlatarak yeniden seçilmesine razı olmadıklarını söylemişlerdir. 
Yüzbaşı bu yalvarmalara kulak asmamış ve behemehâl (derhal) sandığın alınması için süngü tak emrini vermiştir. Bunun üzerine bu üç kadın yüzbaşıya hücum etmişler ve diğerleri de taş atmışlardır. Yüzbaşı aynı zamanda ateş emri de vermiştir. Halk silahı görünce taş ve sopalarla hücuma başlamış ve jandarma komutanı ve diğer bazıları yaralanarak kaçmışlardır. Şu vaziyete göre verilen emir seçim içindir. Buna memur olan ise Hakkı Sümer’dir. Fakat seçim yapmaya kalkışan jandarma komutanıdır. Hâlbuki jandarma seçimde asayişi temin etmekle mükelleftir. Bunun için seçim yapmaya kalkışması, halkın hissiyatına ve arzusuna muhalefet göstermesi vazifesi dışına çıktığının delilidir. Sandığı almak üzere giden Cemal Çavuş halkın mümanaatına (engellemesine) maruz kalınca, bu olayı bir zabıtla tespit etmek istemiş ve yüzbaşıya bu teklifte bulunmuştur. Jandarma komutanı bu teklifi reddederek şiddet kullanma yoluna gitmiştir. Hâlbuki komutanın yapacağı iş, görevi Hakkı Sümer’e tevdi etmekti. Bunu düşünmeden vicdan hürriyetine müdahale edecek şekilde halkı dağıtmaya, sandığı zorla almaya, silah kullanmaya kalkması halkı galeyana getirmiş ve onları hükümet kuvvetlerine hürmetsizliğe sevk etmiştir. Mersin' deki Sorgu yargıçlığı tarafından yapılan tahkikatta bu işe isyan mahiyeti verilmiştir. 
Halk devletin temelini teşkil eder. Bu kitle devletin her emrine ve onun her teklifine asla en ufak bir itirazda bulunmadan riayet ve hürmet eder. Bu itaatiyle halk, devletin temelini teşkili eden asli bir kitledir. 
Tarihinde yarım asır zarfında, kırka yakın seferberlik yapan, her çağrılışında torbasını sırtına vurmuş ve ‘Hükümetin emri’ diye her emri canla başla kabul eden bir halk söz konusudur. Meşrutiyetten sonra sırtına taktığı çantasını sürükleyerek Balkan Harbi’ne, Trablusgarb’a, Cihan Harbi’ne ve Kurtuluş Savaşı’na iştirak etmiştir. Hiçbir tarafta en ufak bir itaatsizlik göstermeden cephe cephe dolaşmıştır. Kıtaları yaya gezmiş, en müşkül şartlar karşısında en ufak bir itaatsizliği hatırına getirmeden, dinlenmeye vakit bulamadan savaştan savaşa koşmuştur. Kurtuluş Savaşı’nda düşmanı denize döktükten sonra köyüne döndüğü zaman vergi isteyen tahsildara da borcunu vakarla ödeyen bir halktan bahsediyoruz.
Binaenaleyh, bu kadar asil ve yüksek bir milletten, nasıl olur da bir adamın muhtar seçilmesine karşı isyan etmesi beklenebilir?
 Arslanköylülere isnat olunan suç 'isyan suçu' olamaz. Bu bir mukabeledir (karşılık verme). Bu asil millet zorlandıkları, sevk edildikleri, icbar (mecburiyet, zorunluluk) edildikleri zaman bir saygısızlık gösterebilir. İşte bu hadise de bu mahiyettedir. Kendilerine karşı reva görülen haksızlığa halk karşı gelmiştir.
Sanıklar arasında Zeynep Türkmen, Elife Dağdur, Ayşe Çelik yüzbaşıya sopa ile saldırmışlardır. Halk bunun üzerine taş atmaya başlamıştır. Atılan taşlar yüzbaşıyı, Celal Çavuş’u Fahri Onbaşı’yı en çok on gün iş ve gücüne mani olacak şekilde yaralamıştır. 21 kişi tarafından atılan taşlar, isabeti ve bu taşların kimler tarafından atıldığı tespit edilmiştir. Bu 21 kişiyi yazılı olarak verdiğim iddianamede açıklamış bulunuyorum. Bunların hareketlerine uyan 271/1-2 ve 272 maddeleriyle cezalandırılmalarını ve geride kalan 47 sanığın hareketlerine uyan aynı kanunun 258/2 ile tecziyelerini (cezalandırılmalarını), ancak bunlar hakkında 258 son fıkranın tatbik olunmasını isterim. Yalan şahadetten haklarında takibat yapılan bazı tanıklar korkarak ifadelerinde bazı rücular (geri dönüşler) yapmışlardır. Bunlar hakkında takibata mahal olmadığı neticesine varılmıştır. İfadeler arasındaki çelişkilerin mahkemece takdirini arz ederim. Suçları ve suçla alakaları sabit görülmeyen diğer sanıkların Kubilay’ın ve diğer 45 sanığın beraatlarına karar verilmesini talep ederim”(**)
* Parantez içindeki günümüz Türkçesiyle yer alan kimi kelimeler orijinal metinde yer alan ve genç okuyucular için anlaşılması zor o günkü kelimelerin karşılığı olarak tarafımca eklenmiştir.
**Savcılık iddianamesi Doçent Ömer Akdağ' ın Torosların tepesinde bir demokrasi destanı adlı araştırmasından alınmıştır. O dönemde Konya' da yayınlanmakta olan Akyokuş gazetesi de 17 Mayıs 1947 günkü nüshasında söz konusu iddianameyi olduğu gibi yayınlamıştır.
Bana kalırsa altını çizdiği noktalar ve kullandığı ifadeler itibariyle kısacık ömürlü Türk Hukuk tarihinde yeterince yer bulmamış hatta karartılmaya çalışılmış Konya Savcılığının Arslanköy olaylarıyla ilgili bu son mütalaası sadece bugün değil, gelecek nesillere de aktarılması gereken önem ve değerdedir.
Savcının iddianamesi ardından dava 9 Haziran 1948 tarihine ertelenir.
Onuncu duruşmada yaşananları anlatarak devam edeceğiz Konya' daki Arslanköy duruşmalarına...