Başlık üzerinde epeyi oynadım, defalarca yazıp bozdum, sonunda yukarıdakinde karar kıldım...
2002' de de interneti kullanıyordum ama yazılarımın yayınlandığı gazete henüz dijital ortama geçmediği için yazılarım belli sayıda okuyucuya ulaşabiliyordu.
Oysa bugün dünyanın neresinde olursanız olun, yazdıklarınızı meraklısı bulup okuyabiliyor. Bu nedenle kimi eski zaman tünelinde kalmış yazılarımı, dileyen ulaşsın beklentisinden çok, geleceğe taşımak ve gök kubbede hiç bir şeyin kaybolmayacağı umuduyla yeniden yayınlamayı düşünüyorum.
Latin harfleri kullanmaya başladığımız 1929 ve sonrası gazete arşivlerine sıkça başvuruyor, okuduklarımdan hem dersler çıkarıyor hem de yaşananları günümüzle karşılaştırmak çoğu zaman hayli eğlenceli oluyor.
İleride bir gün yeni nesillerin "eskilerde ne olmuş?" merakını bir nebze giderir diye 15 yıldır kaleme aldığım ancak son yıllarda internet ortamına taşınan yazılarımdan ilginç bulduklarımı vakit oldukça paylaşmayı bu nedenle önemsiyorum.
Aşağıdaki yazı 16 Ekim 2002 tarihinde Bugün Mersin gazetesi ve ufukturu.net sitesinde yayınlandı. (Keşke ufukturu.net sitesinin o günlerdeki arşivi yeni yazı ve haberlere yer açmak amacıyla kaldırılmasaydı diyeceğim ama keşkeler gideni geri getirmiyor ve Allahtan epeyi eksikleri olmasına rağmen o günlerdeki gazeteleri saklamışım diye avunuyorum)
"Manifesto...
Son bir iki hafta içinde birileri Irak, Kıbrıs gibi gerekçelerle şapkalarından tavşan çıkarmazsa 3 Kasım günü sandığa gideceğiz.
Bu bir seçimden öte birilerini sandığa gömme hareketine benziyor.
Herkes seçim uzmanı kesildi ya, kimisinin ağzında hep aynı terane: "seçim havası yok..."
Seçim havası yok çünkü insanlar dört gözle birilerini iktidara taşıma heyecanında değil. Aksine farklı bir kararlılık var. Bu kararlılık seçimden öte bir şey. "Artık yeter" ihtarından anlamayan birilerine halkın kendi diliyle, eliyle şamarı indirme kararlılığı...
Yine de sandığa gittiğimizde unutmamamız gereken bazı kriterler olmalı:
-Bundan sonra demokrasiye, sivilleşmeye, insan haklarına sahip çıkmamız gerekiyor.
Kendimizi tebaa, yönetenleri padişah gördük. Hep birilerine biat ettik. Siyasetçileri, bakanları, başbakanları ekmek kapısı sandık.
Kendi seçtiğimiz vekillerimizi; hastamıza, tayin bekleyen gence yardım edecek can simidi gibi gördük.
Hadi bunlar seçilmiş, vekalet verdiğimiz ve bizim adımıza hareket edecek kişilerdi diyelim, ya bürokrasi karşısında boyun eğmemize ne demeli?
Amerikalı tartıştığı bürokrata "sen bana hizmet etmek zorundasın, çünkü maaşını benden alıyorsun" diyebiliyor. Türkiyede kaç kişi böyle bir cümleyi söylemeye kalkışabilir?
Hangi bürokrat haksızlık yaptığında mağdur hesap sorabiliyor?
Artık "bana ne" demeyeceğiz. Aman başıma bir iş gelir lüksümüz de kalmadı. Haksızlığa uğradığımızda kim olursa olsun gaddarın yakasına yapışalım.
Bürokrasi ve siyasiler bizden korksun. Biz halkız ve çoğunluğuz, yeter ki gücümüzü bilelim.
-Çocuklarımızın bilgisayar kullanmasını, internete bağlanmasını sağlayalım. Günümüz koşullarında bu enstrümanlar pahalı yatırım olmaktan çıktı. Bugüne kadar ulaşamadığımız gerçeklere ancak bu yolla erişeceğiz.
Tarafsız yayın kuruluşlarına, mahalli radyo ve televizyonlara sahip çıkacağız. Onların içinden yalancı ve çıkarcıları ayıklayıp doğru ve dürüst yayın yapanları ödüllendireceğiz.
Güzel mankenlerin boyalı dünyasından çok ülke gerçeklerine kafa yormamız gerekiyor. ARTIK İZLEYİCİ OLMAKTAN ÇIKIN. GÖRDÜĞÜNÜ SORGULAYAN, ANLAYAN, GEREKİRSE DOĞRU BİLDİKLERİ İÇİN SAVAŞAN İNSANLAR OLMAYA BAKIN...
-'Bana ne' cilikten, 'aman, böyle gelmiş böyle gider' kaderciliğinden vazgeçeceğiz.
Birileri son on yılda hızlanan biçimde sizi soydu. O hırsızlara acımadan, yaşananları unutmadan, kimseyi bağışlamadan, her hırsızlığın hesabını soracak insanları seçmeyi tercih edin.
Unutmayın, soygunculara canımızdan başka verecek şeyimiz kalmadı. 
Ülkedeki 12 milyon 8 milyonu icralık durumda iken, insanların çoğu 100 dolarlık borç için hapishaneye girme korkusuyla, evdeki televizyonunu, eşyalarını icracılara kaptırırken, birileri on yılda 400 milyar dolarımızı çaldı.
O yürüten hırsızları tanıyalım. 'bize dokunmayan yılan bin yaşasın' demeyelim. Yılan için üzülmeyin, o zaten bin yaşıyor, ama doymadı ve dokunmaya başladı. Çocuklarımızın ekmeğine, geleceğine göz dikti üstelik.
Tümümüz kazıklandık, aldatıldık. Yaşadığımız hayal kırıklıkları ve hüsranın haddi hesabı yok.
Namuslu diye, dürüst diye başımıza getirdiklerimiz yakın çevrelerini, akrabalarını, kardeşlerini, yeğenlerini, baldızlarını, bacanaklarını zenginleştirirken bizleri kör kuyularda sonsuz karanlığa mahkûm ettiler.
Kaygılanmayın böyle geldi diye böyle gitmez, gidemez, gitmemeli...
Yeni dünya düzeni, bize rağmen ve direnen statükoya inat elimizden tutacak. Paşa gönlümüz istediği için değil, daralan pazarları emrediyor, yapacaklar.
Türkiye her şeye rağmen ve son tahlilde feda edilmeyecek ülkedir. En iyi yabancılar biliyor bu gerçeği.
Yeter ki, biz kaderimize sahip çıkalım...
Yeni hırsızlar yaratmamak için, rüşvetle iş yaptıran iş adamı, yolsuzluk bataklığından beslenen medya baronları, siyasetçi üçgeninde boy veren soygun düzeninin köküne kibrit suyu çalmak için hepimize düşen görevler var, üstümüze düşeni fazlasıyla yapalım.
Tüm parti adaylarının, yöneticilerinin mal beyanlarını isteyelim. Halk adına bu bilgileri saklayacak namuslu yeddi eminlere yardımcı olalım. Milletvekili adaylarının son on yıldaki mal varlığı değişimini izleyelim. İnanın gün gelir lazım olur.
1990-2002 yılları arasındaki kimi siyasetçilerin mal varlıklarını gördüğümüzde dudaklarımızın uçuklaması bundan. Keşke uzaktan izleyeceğimize dönüp 'nereden buldun?' diye sorabilseydik.
O başımıza taç edip seçtiklerimizin mal beyanlarını ilk gün alsaydık, böylesine gözü kara hırsızlıklara kimse cesaret edemezdi.
Olan oldu, bundan sonrasını kurtarmaya, mağlubiyetin ardından söylendiği haliyle 'önümüzdeki günlere' bakalım. 
Bizim geleceğimizi çaldılar, bari çocuklarımızın geleceğini kurtaralım.
Siyaseti ikbal ve çıkar kapısı olarak görenleri, ekmeğimize göz dikenleri sandığa gömelim.
Bir kez olsun ciddi bir iş yapalım ve tokadı sesi her yerden duyulacak şiddette vuralım.
Popülist yalancıları, yıllardır ensemizde boza pişirip, elimizdeki avucumuzdakini kapanları siyaset sahnesinden silelim.
Bu ülkede herkes hırsız değil ve güvenilecek insanlar var.
Onları bulmak için haydi göreve, haydi sandık başına..."
Abdullah Ayan 16 Ekim 2002 Bugün Mersin Gazetesi