Bir önceki yazıda AK Partinin 2003 yılında hayata geçirmeye hazırlandığı yerel yönetimler reformu üzerinden merkezin yetkilerini yerele devretme hazırlıklarını, dönemin Cumhurbaşkanı Sezer’in vetosu nedeniyle kaçırılan eşsiz tarihi fırsatı o günlerdeki yazılarımdan alıntılarla özetlemeye çalıştım.
Sonrasında yaşadıklarımız ortada…
Zaman içinde iktidarı muktedir olmaya çevirmeye başlayan aynı AK Parti, yetki devri bir yana her şeyi merkeze ve o merkezde de tüm gücü, bir başka ifadeyle karar mekanizmalarını tek kişide toplanmasını sağlayan acayip bir sisteme giden yolu açtı.
Bugün geldiğimiz yeri anlatması bakımından iki anekdotu çok çarpıcı bulur ve sıkça yinelerim.
Henüz hafızalardan silinmemiş iki vaka da futboldan…
2011-2012 sezonunda şampiyonluğunu Fenerbahçe’ ye ait Saraçoğlu stadında ilan eden Galatasaray’ ın kupayı orada almak istemesi seyircilerin tepkisiyle karşılanmış, can güvenliği nedeniyle soyunma odasına giden ancak kupayı o gece orada almaktan da vazgeçmeyen GS ile FB arasındaki büyük kriz devreye Erdoğan’ ın girmesiyle çözülebilmişti.
İkinci örnek çok daha yeni ve çarpıcı: Geçtiğimiz günlerde Trabzon stadında verdiği penaltı nedeniyle tacize uğrayan hakem soyunma odasına sığınmış ve Trabzonspor başkanının “odadan çıkarılmasın” talimatı ardından deyim yerindeyse rehin tutulan hakem, araya Erdoğan’ ın girmesiyle stattan ayrılabilmişti.
Herkesin kendi alanında sayısız örnekle katkıda bulunacağı, yeterince zengin tek adam dağarcığımızı özetleyecek iki küçük ve çoğumuza göre üzerinde konuşulmaya değmeyecek kadar önemsiz iki örnek, Türkiyenin bugün geldiği yeri yeterince anlatıyor sanırım.
Gelişmiş ülkelerle aramızdaki demokrasi makası kapansın diye umut ederken savrulduğumuz yönetim tarzı her şeyi kendinde toplayan ve gün geçtikçe hantallaşıp sırtındaki yükün altında ezilen Ankara’ nın mevcut halini ve bu gidişle içinden çıkılamaz, çaresiz geleceğini de anlatıyor.
Oysa 2003 yılında sadece yerel yönetimleri güçlendirmeyi hedeflemiyordu AK Parti. Artık yolun sonuna gelen temsili demokrasinin yerini,  yerelleşme hamlesiyle birlikte katılımcı demokrasinin alması doğrultusunda da pek çok ciddi hamleyi de yerine getiriyordu. Bu konuda o günlerde eşiğine geldiğimizi düşündüğümüz AB’ nin yeterince deneyiminden de yararlanılıyor, uyum çerçevesinde pek çok adım atılıyordu. Örnek mi? Tek başına “bilgi edinme hakkı kanunu” bile vatandaşın hesap sorması ve idarenin şeffaflığı bakımından tarihi öneme sahipti.
O heyecan dolu günler ne yazık ki çabuk bitti. Bugün savrulduğumuz yerden, o AB müzakere sürecinde demokrasi çıtasını koyduğumuz çizgiyi anlatmak bile hem hayli zor hem acı verici.
2003 Eylülünde tam da yerel yönetimler reformunu tartışırken, sıcağı sıcağına kaleme aldığım makalelerden birinden aşağıda yer verdiğim bir bölüm yeterince anlatacaktır o günleri ve ruh halimizi:
“Devinim içindeki insanlık binlerce yıl öncesinin katılımcı site demokrasisinden son iki asrın dinamikleri etkisiyle temsili demokrasiye geçti.
200 yıllık sürecin sonunda bugün, insanlık sancılı sanayi çağı demokrasisini sorgulamaya, eleştirmeye, yeni çıkışlarla restore etmeye çalışıyor.
Özellikle Bilgi Çağının ayak seslerinin duyulduğu son 30 yılda temsili demokrasi tükeniyor. İnsanlık, yönetenle yönetilen arasındaki ilişkinin seçimden seçime hatırlandığı modelin yerini alacak yeni bir demokrasi anlayışının arayışında.
Temsili demokrasinin en büyük açmazı: İki seçim arasındaki süreçte seçenle seçilenin bir daha karşılaşmaması…
Hesap sorma, kötüyü cezalandırma gibi mekanizmalar da yok o demokraside. Bizden farksız birileri seçildikten sonra ayrıcalıklı hale geliyor. Atanmış yöneticiler de seçenle seçilen arasındaki kopukluktan yararlanarak, onları var eden, başına taç eden halka tahakküm etmeye başlıyorlar.
Sistemlerin açıkları sayesinde azınlık oylarıyla çoğunluğu sağlayanlar, halkın sesine, tercihlerine aldırmadıkları gibi, kamuoyunu oluşturan çok renkli, çok sesli “kendilerinden olmayan ötekileri” sindirmekten çekinmediler.
Bugün 20. yüzyılın temsili demokrasisinden eski yunan sitelerindeki katılımcı demokrasiyi bilim çağının araçlarıyla yoğuran bir senteze doğru taşıma arayışları yoğunlaşmakta.
“Piramit harmanlaması” olarak adlandırabileceğimiz bu sentezde, piramidin tabanını gönüllülük esasına göre bir araya gelmiş sendika, oda, lonca, dernek, hatta mahalle sakinleri/üyeler oluşturuyor. Her mesleğin temsilcileri veya aynı hedefleri taşıyan oluşumlar, içlerinden yöneticileri seçiyorlar. Yöneticilik çok bilmişlerin dışında amatör ruhla yapılıyor. Belli bir zaman diliminde görev yapan kişiler, günü geldiğinde bayrağı devredip çekiliyorlar. 
Eski yunandaki gibi piramidin tabanında yer alan tüm katılımcılar sorunlarını özgür ortamda tartışarak somut projeler, öneriler manzumesi haline getiriyorlar. Aralarından seçilen temsilciler bir araya gelerek üst meclisi oluşturuyor, kurumlarının beklentilerini, sorunlarını oraya taşıyorlar. Temsil ettiği grup ya da örgütün sorunlarını, tabanın özlemlerini bilen, seçilerek katıldığı yerel mecliste kişisel hesapların, çıkar ilişkilerinin değil, içinden geldikleri tabanın dertlerini derdi bilen insanlar. 
Başta AB olmak üzere gelişmiş ülkeler sanayi çağındaki temsili demokrasiyi terk ediyor, başlayan yeni süreçte bilgi çağındaki katılımcılığı öne çıkaran yerel meclislere ve meclisleri oluşturacak alt yapılanmalara önem veriyorlar. “