Tevfik Sırrı Gür' ün 1944' te otel ve turistik tesis yapılması amacıyla İl Özel İdaresine satın aldırdığı, vilayet kaynaklarıyla altından kalkılmayınca Belediyenin sırtına yüklenen ve yarım kalan inşaat tüm çabalara rağmen hayata geçirilemeyince, 1952' de satılmasına karar verilir.
Bütün umut Evkaf İdaresi' nin (günümüzdeki Vakıflar Genel Müdürlüğü) o güne kadar harcanan 300 bin lirayı ödeyip devralması ve kendi imkanlarıyla tamamlamasıdır.
Ancak Vakıflar İdaresi ne de başka bir kişi veya kurum projeyle ilgilenmez.
Yarım kalan ve o günlerdeki gazetelere göre baykuş yuvasına dönen üst kattaki Ak Otelin aksine alttaki Ak Kahve Cumhuriyet döneminin en zengin entelektüel tartışmalarına sahne olmakta, bir daha asla eşine rastlanmayacak farklı alanlardan sanatçılara kucak açmaktadır.
İstanbul Beyazıt' taki Küllük kahvesi nasıl 1950 ortalarına kadar ressam, müzisyen, edebiyat ve düşünce dünyasının ünlü isimlerine ev sahipliği yaptıysa, Ak kahve de Mersin' de aynı misyonu üstlenir.
Onca ismin aynı çatı altında toplandığı 1950' lerden öncesinde de konser ve benzeri etkinliklere ev sahipliği yapar Akkahve...
Örneğin Şubat 1949' daki yerel gazetelerde "Odeon ve Colombia firmalarının ses yıldızı olup 1938 yılında Prag şehrinde Çekoslovakya Esta şirketine plak dolduran sanatkar bayan Dürdane Birses ve alaturka, alafranga ses sanatkarı Nuriye Altınses ile arkadaşı Leyla Açar' ın vereceği konser" ilanları yer almakta...
14 Nisan 1949 tarihli Yeni Mersin gazetesinde ise "bu akşam saat 20' de kıymetli radyo ve ses sanatkarı halk türkülerinin okuyucusu Hacer Buluş ve arkadaşlarının büyük konseri, memleketimizin her yanında plak ve filmlerini, şarkılarını seve seve dinlediğimiz kıymetli sanatkarımızın sesini yakından duyma fırsatını kaçırmayın" duyurusu ve "dikkat; biletlerinizi önceden tedarik etmeyi unutmayınız" uyarısı eşliğinde yayınlanan ilan göze çarpar.
Resim sergileri düzenlenen, konserlerin verildiği kahve, bir köşesinde yer alan piyanosundan yayılan melodilerle içine çektiği insanları etkilerken, 1950' den itibaren bambaşka bir havaya bürünür.
Yıllar sonra Akkahve rahle-i tedrisinden geçen belki de en önemli isim Nuri Abaç* o günleri ve Akkahve hakkındaki tüm detayları İçel Sanat Kulübü Haziran 1996 sayısında şöyle anlatacaktır:
" Akkahve ne idi? Eski bir pamuk deposundan kalan bu tonozlu yapı gazino muydu?
Kahvehane miydi? Yoksa lokanta mıydı?
Sanırım ki, bu saydıklarımın hepsinden azıcık vardı. Akkahve galiba, Avrupa’dan örneklenen bir
statüye sahipti.( 1)
Hasan Baba işletiyordu Akkahve’yi. Hasan Baba Rusya’da eziyet görmüş, bir takım işkencelerden sonra Türkiye’ye kaçmış bir Kazan Türk’üydü. Kendisi asla ağzını açmazdı. Onun hakkındaki bilgilerimiz söylentilerden ibaretti. Herkesten kuşkulanan iyi yürekli olmasına karşın aksiliklerle dolu bir yapıda, dost edinmesi, edinilmesi zor, içine dönük bir adamdı.
Geniş ve nadir bir pul kolleksiyonu olan, orta yaşın üzerindeki oğlu, çok zeki ama arada sırada kendini kaybeden, düzensiz bir kişiydi. Garsonluk yapardı orada. Bir de her ikisini dengeleyen karısı vardı. Bu üçlü Akkahve’yi bildikleri gibi yönetirler ya da yönetir görünürlerdi.
Açıldığı günden itibaren Akkahve’ye yerli müşteri hemen hemen gitmezdi. Yakın kentlerden gelen az sayıdaki kişilere de özel servis, bedeli biraz yüksek hizmet verilirdi.
Hasan Baba müşteri kaçırtmanın ustasıydı. Nasıl olduğunu bugüne kadar anlayamadığım bir taktik kullanarak huylandığı ya da tipini beğenmediği müşteriyi, genellikle gençleri kaçırırdı. Fakat, hatırlı bir kaç müşterisine basit ama lezzetli yemekler ikram ederdi. İlk günlerde bizler de Hasan Baba’nın hışmından nasibimizi aldık.
Peki sonradan orada nasıl tutunabildik? Bu, uzun bir sürede gelişen bir olaydır. Belki Hasan Baba’ya diller dökerek yaptırdığımız yemekler, belki yargıç Celal Çumralı gibi devlet otoritesini simgeleyen kişinin bulunması, eli bizlere karşı çok açık Murat Sevim’in, hesabı çoğu zaman bolca bahşiş vererek ödemesi, belki de dönemin Valisi Tevfik Okyayuz’un bir kaç kez yanımıza gelip bir süre söyleşilerimize katılması. (2)
Bunlardan başka Akkahve Polis’inde kontrolu altındaydı ve bu durum Hasan Baba’yı huzursuz bir kişi yapıyordu. Hasan Baba, Mersin’li kızların salına salına akşam gezilerini yaptıkları Atatürk Caddesi’ne açılan masalara gençlerin oturmasını hiç sevmezdi. Keza deniz tarafındaki masalara da.. Geriye pek bir şey kalmıyordu zaten. O zaman denilebilir ki, Hasan Baba ve garson oğlu gençleri sevmezlerdi. Onları uzun oturtmazlardı. Derme çatma bir servis sunup, biraz da rahatsız ederek kaçırırlardı. Fakat, geniş rakı sofrası kuranlara dostça davranır, masalarını alışılmadık Rus usulü mezelerle donatırlardı. Gecede   rakı sofrası olsa keyiflerinden yanlarına varılmazdı. Bu da doğal olarak masanın parasal getirimine bağlı bir olaydı. Yine bu nedenle, kentin gözü pek kabadayıları gözlerden uzakça bir köşede zengin masa kurarlardı.
Tüm zorluklara rağmen bizim gurup zamanla kabul görmüş, bir tür dokunulmazlık kazanmıştır. Yıllar boyunca Akkahve yöneticileri ile aramızda mesafeli ama dostluk içeren bir birliktelik sürüp gitti. Arada sırada masamıza gençler de katılırdı. Bunlar o dönemin sanatla ilgilenen ortaokul ve liseli gençleriydi. Belki de Öğretmenler Lokali’nde, hocalarının karşısında oturmaktan sıkılan, bizleri merakla izleyen, tartışmalarımıza katkı sağlamak isteyen gençlerdi bunlar
Ama en gerçekçi öykü herhalde, Hasan Baba’dan başlayıp Haşmet Akal’larla, Çumralı’larla, Ergun Evren’lerle, Ziya Arman’larla, Oğuz Turan’larla uzayıp giden uzun ve tükenmez öyküdür. (...)
(1) Bizler, yani Sayın Gündüz Artan’ın sıralamasında 3. kuşak olarak nitelendirdiği kişiler, Akkahve’nin halka açıldığı ilk günlerden itibaren oraya devam etmeye başladık. Daha önceki mekanlarımız, gündüzleri benim çalıştığım büro, geceleri ise Adana Lokantası, Belediye Gazinosu’nun kuytu bir köşesi ya da meşhur kebapçı Ahmet Usta’nın yeriydi. 
(2) Bu ilginç ve o dönemde asla görülmeyen olayı MOZAiK dergisinde genişçe anlatmıştım" (Abaç' ın eşine rastlanması zor dediği anıya gelince: bir akşam üstü önde bir polis ve arkasında dönemin Mersin Valisi Cavit Okyayuz girer. Herkes gelenlere korku dolu gözlerle bakarken Vali Abaç ve arkadaşlarının masasına bir tomar kâğıt bırakır. Meğer Okyayuz Milli Mücadele ile ilgili bir piyes yazmış ve metni sanatçılara tetkik edip, hatası varsa düzeltmeleri için getirmiştir. Okyayuz 1960 ihtilâli ardından oluşturulan Cumhuriyet Senatosu' nda ilk İçel Senatörü ve daha sonra yöne Mersinden 14. dönem M Milletvekili  olarak görev yapmıştır. a.a.)
*Ressam kimliğiyle öne çıkan ünlü sanatçı Nuri Abaç  1926 İstanbul doğumludur. İlk resim sergisini 1949' da Mersin Halkevinde açar. 1960'ta Ankara'ya yerleşinceye kadar Mersinde mimarlık yapar. 2008' de hayata gözlerini yummuştur.  Ölünceye kadar İlyas Halil ile yazışmış, İlyas Halil' in arşivindeki yazışma konusu mektuplar 2016 yılında Orhan Özdemir tarafından derlenip "İlyas Halil ve Nuri Abaç' ın Kanada mektupları" adı altında yayınlanmıştır.