Çok partili hayatın ilk seçimlerine giden süreç 10 Haziran 1946 günü Meclisin kabul ettiği yasayla başlar.
Aslında baskın bir seçimdir bu ve Demokrat Partinin teşkilatlanmasına, nefes almasına olanak vermemeyi amaçladığı yönünde ciddi kaygılar vardır.
Zaten Meclis görüşmeleri sırasında DP temsilcileri seçimler için en azından 4 aylık bir hazırlık dönemi için ısrarlı olmuş ancak bu konuda CHP “bir an önce” düşüncesinden taviz vermemiştir.
Sonunda 21 Temmuz Pazar günü yapılacak seçim kararını alıp dağılır Meclis…
Böylece CHP ve DP’ nin amansız mücadelesi de başlamış olur.
Daha ilk gün Milletvekili adaylarını Genel Merkezin belirleyeceği CHP’ nin kapısını 800 kişi çalar. Listelerin kesinleşeceği güne kadar 1500’ ü bulur müracaatçı.
DP ise aday listelerini tek parti döneminin tipik uygulamasına inat yerel teşkilatlara bırakacağını açıklar.
Ardından seçim sabahına kadar sürecek hayli ilginç, yoğun ama hepsinden önemlisi alabildiğine gergin bir kampanya dönemi başlar.
Gerginlik dolu renkliliğin en çok yaşandığı kentlerden biri de Mersin’dir.
İlk iş olarak İl Seçim Kurulu belirlenir. Yasa gereği Seçim Kurulu Belediye Meclis üyelerinin kendi aralarından seçecekleri 5 kişiden oluşacaktır. Gereğini de yapar Mersin Belediye Meclisi; tümü CHP’ nin ağır toplarından oluşan heyet belirlenir. Belediye Başkanı Fuat Morel, CHP il Başkanı Dr. Mahmut Develi, Fahri Arıkan, Sadık Kılınçoğlu ve Kadri Sabuncu kurulu oluşturur. (Adil bir seçimin yapılmasına nezaret edecek kurulda yer alan Mahmut Develi, CHP Milletvekili adayı olacaktır birkaç gün sonra)
Seçim kurulu, seçmen listeleri derken Mersin merkez ve köylerinde 32, Tarsus’ ta 36 bin kişinin oy kullanacağı, toplam 133.833 seçmenin 7 Milletvekilini belirleyeceği kıyasıya yarış başlar. (O günleri yansıtması bakımından nüfus projeksiyonu ile ilgili birkaç rakam vermekte yarar var: Mersin merkez köyleriyle birlikte 65.920 nüfusa sahiptir ve bu nüfusun 29.672’si şehir merkezinde 36.248’i merkez sınırları içinde kabul edilen köylerde yaşamaktadır)
Propaganda döneminin başlamasıyla ülke genelinde olduğu gibi Mersin gerilimi hayli yüksek gelişmelere sahne olacaktır.
Bu gerilimde saflar da belirginleşir kısa zamanda:
Bir yanda varlığını CHP’ye borçlu jandarmasından polisine, düz memurundan devletin Valisine kadar bürokrasi, öte yanda zulümden yokluktan, karaborsadan Sıtkı sıyrılmış, gelecekle ilgili umutlarını DP’nin olası iktidarına bağlayan geniş kitleler. O cephede kimler yoktur ki, muhafazakarlar, liberaller hatta solcular…
İşte bu hava içinde geçen yaklaşık bir aylık seçim dönemiyle ilgili Mersin’de yaşanan ilginç olaylara birkaç örnek verdikten sonra İl Valisi ile Garnizon Komutanı sıfatını taşıyan Deniz Harp Okulu komutanını karşı karşıya getiren o 19 Temmuz 1946 günündeki diyaloglara noktasına dokunmadan yer vermek istiyorum.
Bir aylık kampanya döneminde yaşananları ortaya koymak, belgelendirmek bir yanıyla geleceğin tarafsız, objektif yakın dönem Mersin tarihi bakımından da önemli diye düşünüyorum…
29 Haziran 1946 günü DP lideri Celal Bayar seçim kampanyasını Adana’dan başlatır. Uçakla gelir Adana’ya. Burada kalabalık halk kitlesine seslendikten sonra Osmaniye ve Ceyhan mitinglerine de katılır.
Bir süre sonra İstanbul gazeteleri Bayar’ın Mersin’de konuşturulmadığı iddiasını atar ortaya.
İddianın doğru olduğunu, dönemin Mersin Valisi Tevfik S. Gür’ün kendisini savunurken yaptığı açıklama da teyit etmektedir aslında. Bir başka ifadeyle tek parti döneminin Valisi aslında “inkarla gelen ikrarın” örneğini verir.
İstanbul Gazetelerinde yer alan Bayar’ın Mersin’de konuşturulmadığı iddiasına karşı kendisinden açıklama isteyen CHP yandaşı gazetelere şunları söyler Vali Gür:
“İçtimai Umumiye kanununun (günümüzdeki gösteri ve toplantı kanunu) 2. maddesine göre bir toplantı yapılıp söylev verilmek isteniyorsa üç imzalı istida (dilekçe) ile söylevin verileceği yer ve zamanı bildirmek lazımdır. 4. Maddeye göre de istidanın 48 saat önce verilmesi gerekir. Halbuki Demokrat Parti lideri beyannamesini 29 Haziran saat 10.30’da vermiştir ve tek imza taşımakta idi. İstidada toplantının gün ve saati de beyan edilmemişti. Bunun üzerine yapacakları toplantının kanunsuz olacağını bildirdim. Mesele bundan ibarettir”
Gür’e göre büyütülecek şey yoktu ve belirlenen kurallara uygun olmayan talebin reddinden ibaretti mesele ama lideri konuşturulmayan DP ve Bayar açısından çok daha derin etkileri oldu o yaşanan yasaklamanın.
Nitekim 5 yıl sonra Cumhurbaşkanı sıfatıyla ve Deniz Kuvvetleri Komutanının eşliğinde Mersin’e gelen Bayar 21 Mayıs 1951 günü halka hitabında o 30 Haziranı anımsatırcasına; “1946’ da bir gece vakti sizleri ziyaret etmiştim. O zaman yeni dönemin eşiğinde yeni bir seçime giriliyordu ve halk kendisine yarayan prensipleri öğrenmek için çok iştahlıydı.” diyecekti.
**
1946 seçim kampanyasında CHP devleti ve mevcut düzeni savunma pozisyonunda kalırken, en büyük şikâyetleri DP’nin inanılmaz vaatlerle halkı kandırdığı iddiasına dayanıyordu.
Karaborsanın, yokluğun yeterince can acıttığı o günlerde DP geniş kitlelere her türlü vaadi bol keseden vermekte beis görmüyordu. (Örneğin her türlü mensucatın karaborsaya düştüğü, halkın kaput bezi bulamadığı için ölülerini kefensiz gömdüğü bir dönemdi ve muhaliflere yeterince malzeme vardı)
Başta Gür ve emrindeki bürokrasinin elinden gelen tek şey ise, yoğun propaganda bombardımanıyla köylere kadar yayılan bu ‘münafık!’ muhalifleri bir biçimde yıldırmak, frenlemektir
Yayınlanan Valilik kararıyla köylere konuşmaya gidenlerin partilerince yetkilendirildiklerine dair belge zorunluluğu, alınan önlemlerden sadece biridir o günlerde.
Vali Gür bununla da kalmaz. 5 Temmuz 1946 günü bir bildiriyle, halkın kanunlara saygısını zaafa düşürecek davranışlara asla müsamaha edilmeyeceğini duyurur. Kanunlara saygıdan söz eder ama bildiriye göz atıldığında meramın başka olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır:
Şöyle deniyordu Gür imzalı tebliğde:
“Seçim sebebiyle şehirlerde ve bilhassa köylerde yapılmakta olan propaganda ve konuşmalar yolunu sapıtarak, ormanların tekrar serbest bıraktırılacağı, keçilerin ormandan çıkartılmayacağı, köy okullarının Hükümet tarafından yaptırılacağı, şekerin 30 kuruşa halka yedirileceği ve 926-941 askerlerin terhis edileceği, vergilerin azaltılacağı şeklinde halka vaatlerde bulunulmakta, yazıldıkları partiden istifa edenlerle verdikleri sözlere aykırı hareket edenlerden ceza alınacağı ve dövüleceği gibi tehditler yapılmakta olduğunu bir çok köy ve köylüden aldığım raporlardan öğrenmekteyim.
Kurumların program içinde propaganda yaparak fazla taraf kazanmaya çalışmaları ne kadar faziletli, meşru ve medeni bir hak ise bu propagandanın Cumhuriyet kanunlarına karşı halkın inancını ve saygısını zaafa düşürecek şekle sokulması da halkımızın henüz inkişafa başlayan medeni ve siyasi duyguları üzerinde o derecede kötü ve zararlı tesirler yapmakta ve aynı zamanda Türk Ceza Kanunun 141, 142 ve 143. Maddelerini değiştiren kanuna göre suç teşkil etmektedir.
Kanaatlere, takdirlere, fikirlere ve kanun çerçevesi içinde söz ve münakaşa hürriyetine saygı göstermek Cumhuriyet rejiminin dilek ve gayesidir.
Ancak bu hak ve hürriyet perdesi arkasına geçerek halkımızı kanunlar ve hükümet aleyhine harekete geçirmeğe çalışmak vefalı ve samimi hareket değildir.
Köyünüzde ve muhitinizde bu şekilde konuşan insanları dinlememek ve konuşulanlarla konuşanlar hakkında hemen bir zabıt varakası tutularak hemen en yakın idare ve zabıta merkezine vermek, köy ve mahalle kanuni ve halkın yurttaşlık vazifesidir.
Halkın bir araya toplanarak bu tavsiyemin kendilerine okunmasını ve iyice anlatılmasını dilerim.
Vali Tevfik Sırrı Gür”
Olduğu gibi alıntıladığım ve ne garip Mc Carty dönemiyle aynı günlerde Mersin’de başlatılan cadı avını özlü biçimde yansıtmaktadır o belge.
Gür tebliğ yayınlar da durumdan vazife çıkaracak görevliler boş mu durur?
Resul Köyüne propaganda için giden Hüseyin Yıldırım’ın başına gelenler gerçekten ibretliktir. İktidara geldiklerinde şekeri 17,5 kuruşa indireceklerini, köy çocuklarının orta ve liselerde parasız okutulacağını, zengin ve fakiri bir tutacaklarını, zengin mallarını taksim edecekleri iddiasıyla ve parti adına köy teşkilatını oluşturmak üzere geldiğini söyleyen gariban tutulan bir tutanakla Savcılığa teslim edilir ve 17 Temmuz günü tutuklanarak cezaevine atılır.
Devam edeceğim demokrasi tarihimizin bu emekleme döneminin Mersin perdesini aralamaya…
Editör: Barış Köksal