Önceki yazıda Başbakan Erdoğan' ın metropol yapalım derken nekropoller yarattık tespitinden hareketle, Mersin şöyle dursun bir zamanlar ülke ekonomisinin nabzının attığı Uray Caddesi eksenli kent merkeziyle ilgili kimi tespitlerde bulunmuştum.

Tablo tek kelime ile ve bilimsel tanımıyla tam bir çöküşü anlatıyor...

Sorunları halının altına süpürerek, mevcudu iyileştirme yerine kenti yeni yerleşim alanlarına taşımak, aslında var olan zengin mirası ölüme terk etmekten farksız.

Olgu sadece Mersin' e veya Türkiye' ye özgü değil, tüm dünyada benzer süreçler yaşanmış, yaşanmakta.
Üretim sistemlerinin değişmesi, kimi kentleri ayakta tutan sektörlerin öneminin azalması veya başka yerlere kayması gibi nedenlerle de şehirler ekonomik güçlerinin erimesiyle deyim yerindeyse ölmeye başlıyorlar.

Detroit bu konuda trajik öyküsüyle tüm dünyada dersler çıkarılacak hayli çarpıcı bir örnek...
Bir zamanların dünya otomotiv başkenti, yıllar içinde gittikçe önemini yitirerek son küresel krizle dibe vurdu ve hayalet şehir adıyla tanımlanmakta.

Şehir merkezindeki dev gökdelenlerin ve binaların neredeyse % 70’i boş.

Daha çok kazanmak ve rekabet etmek için ucuz iş gücü peşinde koşan dev şirketler, tesislerini dünyanın başka yerlerine taşıyınca, varlık sebebi otomotiv sayılan kent 8 milyar dolarlık Belediye borçlarıyla iflas etti. Son on yılda nüfusunun %25'ini kaybeden şehir, kredi derecelendirme kuruluşlarının notunu her yıl biraz daha düşürmesiyle artık tahvilleri çöp kabul edilen müflis durumunda.

ABD' de şehirlerin tahvil ihraç edememesi, borçlanamaması bizim pek alışık olmadığımız sonuçları da getiriyor. Örneğin Belediye çöp toplayamıyor, itfaiye hizmet veremiyor, maaş verilemeyince yerel polis bile istihdam edilemiyor. Salgın hastalık risklerinden tutun da polisin çekilmesiyle ortalığa dökülen çeteler ve daha pek çok olumsuzluk.

Ortaya çıkan kaos demografik bozulmayı doğurmakla kalmıyor. "Kötü iyiyi kovar" misali, nispeten nitelikli nüfusun kaçışıyla kent ekonomik, sosyal anlamda dibe vuruyor.
Detroit şimdilik iç karartan bir hikayeyi
anlatıyor. Şimdilik diyorum çünkü sonunun ne olacağını bugünden kestirmek hayli zor.
 ABD' de Detroit kadar büyük ve önemli olmasalar da benzer süreçlerden geçmiş, ayakta tutan sektörlerin çekip gitmesiyle hayalete dönmüş pek çok irili ufaklı kent var. Ve hepsinin yaşadığı acı, tatlı farklı sonlar...

Bunlardan biriyle ilgili okuduğum makale beni hayli etkiledi. Özellikle de yaklaşan yerel seçimlerde seçeceğimiz Başkanlar nedeniyle paylaşılmasında çıkarılacak dersler bakımından önemli buldum.

Kentin adı Braddock... Aslında nüfusu, ekonomisiyle son yıllara kadar terk edilmiş bir hayalet kasaba...
Pensilvanya eyaletindeki Monongahela Nehrinin kıyısında yer alıyor.

Braddock sanayi çağının en önemli ana sektörlerinden çelik endüstrisinin ABD' deki en eski merkezi.
1870' lerde ülkenin ilk çelik fabrikasının kurulmasıyla gelişmiş, büyümüş ve 1920' lere gelindiğinde 21 bin nüfusuyla Manhattan' dan daha kalabalık ve zengin bir kent halini almış.
Bu elli yıllık yükselişin ardından ulaştığı saltanatın
ömrü de sadece elli yıl sürmüş.
Çelik sanayi daha avantajlı ve ucuz iş gücü nedeniyle başka ülkelere, bölgelere kaçmaya başlayınca 1970' lerin başında düşüş başlamış.
Zamana direnen tek çelik fabrikasında çalışan 560 kişilik istihdam dışında hiç bir iş olanağı kalmayınca nüfusun %90' ının başka yerlere göçtüğü kentte kalanların sayısı 2 bin civarına gerilemiş.

Ve herkesin umudu yitirdiği bir gün "çıkmayan candan umut kesilmez" sözünü doğrularcısına bir adam çıkmış ortaya.
Kahramanımızın adı John Fetterman...

 Harward' ın parlak kariyerli mezunlarından biri olmasına rağmen gelen bol sıfırlı iş tekliflerini geri çevirerek kasabadaki yoksullara yardım örgütünde çalışarak koyuluyor yola...

Yıllar sonra şöyle anlatacaktır yerleştiği küçük kasabaya olan tutkusunu ve kopması hayli zor bağları:
”Yüksek lisans yaptıktan sonra sosyal hizmet verebileceğim bir yerde çalışmaya karar verdim. Braddock kasabasında aradığım tutkuyu bulduğumu hissediyorum. Braddock’a çok yatırım yaptım: örneğin sahip olduğum tek ev, Braddock’ta. Bu kasabada evlendim, iki oğlum da burada doğdu.”

Bir evin fiyatının 7 bin dolara kadar düştüğü ölüler şehrinde ev satın alarak yerleşen Fetterman bununla yetinmiyor.
2005 seçimlerinde Demokrat Parti adına Belediye Başkanlığına adaylığını koyuyor ve tek oy farkla Cumhuriyetçi adayı geçip kazanıyor seçimi.
Kafasında planladığı kent canlandırma planını ve planın parçası projeleri hayata geçirmeye başlıyor.
Tutkuyla, aşkla seviyor, yerleştiği Braddock' u...

Belediyenin sağladığı olanaklar ve kimi avantajlarla sağlık merkezleri, klinikler açılıyor. Çetelerden temizlenen kentte asayişin sağlanmasıyla göç veren kasaba göç almaya, bir biri peşi sıra yeni ofislerde yeni simalar boy göstermeye başlıyor.

Fetterman' ı ilgi odağı yapan ve medyada konuşulur kılan proje ise bugünlerde başta ABD tüm dünya billboardları süsleyen ve televizyon ekranlarında dönmeye başlayan ünlü blucin markası Lewis' in "genç" temalı reklam kampanyası.

Fetterman Lewis' i eski Amerika kasabaları dekoru eşliğinde çekilecek reklam filmlerinin Braddock' ta çekilmesi için ikna ediyor. Sponsorluk karşılığında da eski kent evlerinin restorasyonunu üstleniyor şirket.

Eski evler yenilenirken kent canlanmaya, siyah beyaz film platosunu andıran suskunluk yerini umut dolu geleceğe bırakıyor.
Braddock' u araştırma konusu yapan Kent Geliştirme Uzmanı Mark Stapp' ın değerlendirmesinden alacağımız epeyi dersler var aslında:
”Bu, evrimin bir parçası. İster Amerika’da olsun ister başka ülkelerde, eski cazibesini ve canlılığını kaybetmiş birçok kent ve kasaba var. Bunun başlıca nedeni, ekonomik dinamiklerin değişmesi. Ülke ekonomileri değiştikçe küçük kent ve kasabaların ekonomileri de ister istemez etkileniyor.”

Braddock' ta yaşananları ve çöküşün ardından kente kendisini adayan bir başkanın çırpınmalarını, sponsorlar eliyle de olsa canlandırma çabalarını okudukça ister istemez aklıma bir önceki yazıda değindiğim Mersin' deki Karamancılar Konağı geldi.
El uzatılmadığı takdirde bir yılı çıkarmadan yerle bir olacak tarihi konak Karamancı Ailesine ait.
Karamancı ailesi ise Mersin' de serpilip, gelişmiş, şu anda da ülkenin önde gelen sanayi kuruluşlarına sahip.
Ama Karamancı ailesinin bir özelliği daha var: Braddock' u ayağa kaldırmak, sponsor olarak eski binaların yenilenmesine katkı yaparken, çektikleri reklam filmlerinin doğal platosu olarak o kasabayı dünyaya tanıtan bluejean üreticisi Levi's firmasının Türkiye temsilcisi ve üreticisi olmaları.

Kent tarihine damgasını vuran üstelik aile anılarını da barındıran konakları ayakta ölürken kılını kıpırdatmayan anlayışla, Braddock' u canlandıran sorumluluk gelip bir yerde kesişiyor...
Biri milyon nüfuslu Mersin, diğeri Pensilvanya' nın unutulmuş küçücük noktası...
Birinin parlak geleceği metropol olma iddiası var, diğeri zamana karşı direnen, ayakta durmaya çalışan, hayaletlerin dolaştığı terk edilmiş bir kasaba...

Tek ortak yanları marka değeri hayli yüksek küresel bir şirket...
Amerika' da üzerine farz olmasa da kuruluş sosyal sorumluluk yüklenip bir kasabaya el uzatıyor.
Aynı şirketin Türkiye temsilcisi, aile yadigârı konağının ölümünü uzaktan seyrediyor.
Bu işte bir terslik yok mu?
Yoksa ben mi abartıyorum?