Bir önceki yazıyı 30 yıl önce dünyanın geleceğini kurtaracak mucizevî kaynak olarak görülen nükleer enerjinin artık eskisi gibi ilgi görmediği gerçeğiyle noktalamıştım.
Daha somut veriyle kapatalım parantezi: Eski projeksiyonlarda bugün için koyulan nükleer enerji üretim miktarı 3 bin GW olarak hedeflenirken 2012 sonunda dünyada faaliyet gösteren yaklaşık 440 santralin toplam kapasitesi 350 GW' ı aşamadı. Bir başka ifadeyle 30 yıl önce bugün için koyulan hedefin %10' u gerçekleşmiş. Üstelik gelecekle ilgili beklentiler nükleer enerjinin toplam içindeki payının artacağı değil neredeyse dibe vuracağı yönünde...
Her gün artan elektrik talebine nükleer enerji derman olmayacağı artık genel kabul gördüğüne göre, ihtiyaç nereden, nasıl karşılanacak sorusu daha önem kazanıyor...
Öncelikle şu Akkuyu çevresine sokuşturulmak istenen ve artacak enerji talebini karşılayacağı iddia edilen termik santrallerle ilgili bir kaç cümle:
Termik santraller kadar doğayı zehirleyen, insanlığa zararlı ne başka enerji çeşidi var ne de bugünden geleceğe olması mümkün...
Bakmayın bugünlerde medya destekli termik santral naatlarını, destanlarını dile getirenlere...
Hatta o destanları dile getirenlerin şahitliğine soyunanlara da pek inanmayın. Gerçeklere kulak verin...
Basit ve anlaşılır bir örnekle o gerçeği anlatmaya çalışayım: Akkuyu' da yapılması planlanan nükleer santral 1200 MWe (Megavatlık) 4 üniteden oluşuyor.  Buna eşdeğerde bir termik santralden enerji üretelim derken yakmamız gereken kömür miktarı 14,4 milyon ton... Havaya salacağımız CO2 ise 32,4 milyon ton...
816 bin ton asit gazı ve 3,6 milyon ton kül gibi çevreye yığacağımız atık dağları da cabası...
Düşünsenize, Güney Afrika'dan gemilere yüklediğiniz milyonlarca ton kömürü güzelim sahillerinize yanaştıracağınız yüzlerce gemiden karaya boşaltacak, kamyonlara yükleyip saça saça tesise götürecek, kömür yakarak ısıtacağınız suyla elektrik üretip millete satacaksınız.
Bundan daha ilkel, çevreyi katledecek, çağımızın yüz karası bir üretim modeli olabilir mi?
Oluyor... Satacakları elektriğin fiyat cazibesine kapılan iş adamları kuyruğa girmiş ruhsat alıyor, birileri de talepleri habire karşılamakta...
Biz bekâretiyle övünüp durduğumuz 323 km lik Mersin sahillerinin en güzel koylarını turizme mi kazandıralım, kömür yakarak elektrik üretecek termik santrallerle öldürelim mi? Sorularına cevap arar, ölümüne papatya falları açarken o cennet kıyıların yanı başında çok önemli gelişmeler yaşanıyor.
İlk örnek İsrail...
Bugüne kadar enerjide dışa bağımlılığı Türkiye' den bin beter İsrail, sınırları içindeki deniz sahasında 2009'da başlatılan sondajların semeresini kısa zamanda alıyor. Bugüne kadar şehir efsanesinden ibaret olduğu iddia edilen Doğu Akdeniz' in dünyanın en zengin doğal gaz yataklarına sahip olduğu masalı da bir anda ete kemiğe bürünüp gerçek oluyor.
2013 Mart ayında İsrail adına sondaj yapan ABD' li Noble şirketi Tamar adlı bölge kuyularından elde ettiği doğal gazı ülkeye pompalamaya başlıyor.
Hayfa’ nın yaklaşık 90 kilometre batısında denizin 5 bin metre derinliğindeki yatakta 238 milyar metreküp doğalgaz bulunduğu tahmin ediliyor. İsrail' in başına konan talih kuşu bununla da sınırlı değil. Dünyanın en büyük doğalgaz rezervi sayılan Leviathan sahasında da 450 milyar metreküp doğalgaz bulunduğu tahmin ediliyor. Ve o saha da İsrail' e ait...
Yılda 3,5 milyar metreküp doğalgaz tüketen ve bunun 2 milyar metreküpünü ithal eden ülke bir anda ithalatçılıktan ihracatçı konumuna geçiveriyor...
Rakam Türkiye gibi yılda 44 milyar m3 doğalgaz hortumlayan bir dev için küçük ama başta İsrail olmak üzere çoğu ülke adına hayal...
İsrail için ne anlama geldiğini anlatayım: Son bir yıla kadar elektrik üretiminin büyükçe bölümünü ithal kömürle sağlayan ülke, dünyanın en büyük çevre katili kaynak yerine, en temiz kaynağına kavuşmakla kalmıyor, dünyaya hangi yollarla sevk ederek gelir elde etmenin derdine düşmüş durumda.
Doğu Akdeniz' de sadece İsrail' in egemenlik ilan ettiği bölgede mi doğal gaz var?
Elbette hayır. Türkiye Kuzey Kıbrıs üzerinden Güney Kıbrıs' la bir çözüme ulaşsa, bir kaç yıl içinde Kıbrıs açıklarından da doğal gazın kaynayıp tüm bölgeyi doyuracağı sır değil. Buna İskenderun körfezinde olduğu iddia edilen rezervler dahil değil...
Güneş ve rüzgar enerjilerinin bugün ulaştığı potansiyeli ve düşen maliyetlerle güneş enerjisinden elde edilen bir kw saat elektriğin yakında 5,5 sente mal edileceği öngörüleri apayrı yazılara konu olacak ciddiyette.
Ne 20-25 milyar dolara mal olacak ve kw saatini 12,1 sentten satın almak zorunda kalacağımız, yatırım süresi bile 10 yılı bulan nükleer santral çare olabilir, ne de havasından suyuna, denizinden kül dağlarına kadar çevreyi mahvedeceğimiz kömür yakarak enerji üretme macerası...
Aslında bugün Akdere-Ovacık-Akkuyu cennetine giydirilmeye çalışılan termik ve nükleer santral modellerinin ikisi de deli gömleğinden başka şey değil.
Bize dayatılan kırk katır, kırk satırın da ötesinde çok sağlıklı çözümler var.
Yeter ki bizim adımıza en iyi diye, en acımasızı dayatanlara, "bu konuda bizim de diyeceğimiz var" aşamasına gelelim...
Zor ama imkânsız değil...
Ve ne yazık ki, Ankara ile simgelenen merkezi yönetim anlayışı, bizim yerimize düşünürken çok sağlıklı kararlar alamıyor...
Çare mi?
Çare yerelin karar vermesi, bireye saygılı, halkın kaygılarına duyarlı yeni bir yönetim anlayışı...