Türkiye son yıllarda cepheleşti diye dertleniriz ya, Mersin ülkeden çok önce ve hayli farklı nedenlerle yeterinden fazla cepheye ayrılmış bir kent…
Örneğin çok ama çok eski yıllardan beri Mersin’ e kimlik arayanlarla, bırak kimliği böyle dağınık kalsın diyenlerin oluşturduğu cepheler oluşmuştur.
Kimlik arayanlar da kendi aralarında hiziplere ayrılır;
Örneğin sanayi, örneğin ticaret, örneğin tarım, örneğin turizm, örneğin taşımacılık veya son zamanlardaki fiyakalı adıyla lojistik…
Burada da bitmez kimlik üretme çabaları…
Spor kenti, kültür kenti ilk aklıma gelenler, eminim şu satırları okuyan herkesin aklına bir hatta birkaç kimlik daha geliyordur.
Eskiden insanlar daha bir dertlenir, yapılan toplantılarda mikrofonu kapan kimlik vurgusunun önemine değinmeden ve “ne olacak bu kimliksizlik hali?” sorusuna kendince zengin yanıtlar vermeden yerine oturmazdı.
Sanırsınız ki, Mersin dediğiniz 6 aylık bir sabi, baba yok, ana da cami önüne bırakmış…
Aslında birilerinin sorun diye gördüğü ve mutlaka bildikleri türden bir kalıba sokmak istedikleri kentin belirgin kimliğinin olmaması zenginliği…
Bakış açısını değiştirse, kimsizliği kimsesizlik sanıp dertleneceğine, çok sayıda kimliğin zenginlik olduğunun farkına varsa, tartışma çok daha verimli bir boyuta taşınacak ama nerede…
Mersin konumu, coğrafyası ve tabiatın bahşettiği zenginlikleri nedeniyle her şehrin sahip olamayacağı çok sayıda avantaja sahip, bu avantajların her birinin de ürettiği veya öne çıkma potansiyeli olan çok sayıda alan var. 
En azından Mersini  “cami kapısında bulunmuş çocuk” gören isim meraklılarının o beklentilerini fazlasıyla karşılayacak, ilham verecek bir sürü kartvizitlik unvan üretilebilir ve bunların sayısının çokluğu “kimliksiz şehir kederi” değil, çok kimlikliliğin zenginliğidir.
Her şeyden önce ılıman iklime sahip bir deniz kentidir Mersin…
Deniz bile başlı başına kendi içinde o kadar çok dinamiği barındırır ki…
Deniz sayesinde liman şehridir, her ne kadar hoyratça tükettiysek ve tüketmeyi tam gaz sürdürüyorsak ta plajlar şehridir, ne kadar bulduğumuz, yediğimiz tartışmalı da olsa balık şehridir…
Sürdürmek, altını doldurmak mümkün: Deniz olmasa liman, liman olmasa taşımacılık tüm sekter politikalara rağmen bu kadar gelişir miydi?
Liman olmasa, bu kadar renkli, farklı insan gelip yerleşir miydi bu kente?
Ortadoğu’nun kadim şehirlerinden kopup gelenler, Anadolu’nun dört yanından Mersin’ i mesken tutanlar…
Türkler, Kürtler, Araplar… 
Levantenler, Fellahlar, Rumlar, Romanlar…
Aleviler, Sünniler, Nusayriler, Ermeniler, Keldaniler, Süryaniler…
Mübadele Giritlileri, Selaniklileri, depremler Erzincanlıları, Muşluları, mezhep çatışmaları Malatya, Maraş Alevilerini yerlerinden koparırken mağdurların da, onlara sığınacak yer gösterenlerin de neden ilk aklına gelen hep Mersin olmuş…
Çünkü Mersin bir deniz ve liman şehri…
Her liman şehri gibi içine kapanmacı değil, aksine herkese hoşgörülü ve kucaklayıcı…
Asırlar öncesine, Eloza –Sebaste veya Kyrikos limanlarının öne çıktığı, Olba kraliçesinin hüküm sürdüğü dönemlere kimseyi götürmeye niyetim yok.
Hatta son liman macerasıyla başlayan şu 150 yıllık, toplasanız 3 nesillik son dönemi de bir yana bırakıyorum.
70’ lerde başlayan köyden kente göç,
80’ lerde Özal ile başlayıp hızlanan dışa açılma politikaları,
90’ lardaki çatışma ortamı nedeniyle yerinden edilen insanlar,
Ve bugün hayatın her anında ve alanında tanık olduğumuz Suriyeli mülteciler,
Neden başka kentler yerine Mersini tercih ettiler ve ediyorlar sanıyorsunuz?
Birilerinin arayıp ta bulamadık diye dövündüğü kimliksizlik veya benim en büyük zenginliğimiz diye Mersin adına övündüğüm, çok kimlikli kent olma halidir en önemli sebebi…
Bugünlerde cahilinden okumuşuna epeyi de geniş bir kesimin “nereden geldi bu Suriyeliler” dertlenmelerini duydukça, toplasanız üç kuşaklık bir geçmişe sahip 150 yıllık bir kentin ‘yerlisi kim ki, yabancısı kim olsun’ gerçeğini sorgulamak geliyor aklıma…
Bugün Suriyelilere, dün Kürtlere kızanlara siz nerelisiniz diye bir sorun, o cevabı daha düşünürken gerçeği kavrayacaktır.
Sahi düşündünüz mü? Bu kentte yeni karşılaşan herkesin birbirine sorduğu ilk soru neden “nerelisin” diye başlar?
Çünkü Mersin’ de yaşasa da herkesin hatırladığı ve merak edilen bir aidiyet gerçeği vardır.
Mersinde kendisini “memleket çocuğu” olarak gören küçük bir azınlık dışında –ki o memleket çocukları da bir zamanlar bugün Suriyelilerin maruz kaldığı dramatik süreçlerden geçmiş ailelere mensup- bir türlü Mersinli kimliği doğmayışının da altında da aynı gerçek var…
Özetleyeyim mi?
Mersin’ e don biçer gibi kimlik aramak, yaratmak yerine bu kentte yaşayanlara, geldikleri tarihi referans almayan, dillerini, dinlerini, renklerini ötelemeden, yaşarken sahiplenecekleri bir Mersinlilik duygusunu nasıl tattıracağız?
Temel soru budur ve sorunun cevabı çoğu sorunun, bir arada yaşama iradesinin de anahtarı, cevabıdır…