Öcalan' ın gecikmeli de olsa açıkladığı ve belli ki Erdoğan' lı AK Parti iktidarıyla uzlaşılarak ortaya çıkan yol haritası çerçevesinde dile getirdiği "silahlı çatışma döneminin sona erdiği" görüşü, 90 yıllık Cumhuriyetin "tek tipleştirme, homojen toplum yaratma" modelinin de artık yeni bir yol ayrımına geldiği anlamına da geliyor aslında.

Barış süreci daha önce başlayamaz mıydı?

Özal' ın ölmesi/öldürülmesiyle akamete uğrayan, 20 yıl gecikmeli sürecin nedenlerinin başında; seçilmiş hükümetlere günlük işleri havale edip gerçek iktidarı elinde bulunduran ve AK Parti' nin iktidara gelmesiyle o iktidarın ellerinden kaydığını gören seçkinci muktedirlerin bir kaç darbe girişiminden kaynaklandığını, barış sürecinin ancak Ergenekon operasyonlarıyla önünün açıldığını söylemeye gerek yok sanırım.
1993 Eylülünde ciddi askeri operasyonların ardından adeta hayalete dönen Lice' ye gitmeye kalkan CHP Genel Başkanını kentin girişinde çeviren ve adeta kovalayan bir yüzbaşının ana muhalefet parti liderinden daha güçlü olduğu bir ülkeden 20 yıl sonunda bugün varılan yerin anlamını, o dönemi yaşayanlar daha iyi anlar.

CHP' nin,1990'larda Kürtlerle ittifak kurup Meclise taşıyan SHP' den bugünkü çizgiye savrulması ve ulusalcılar eliyle kuşatılmışlığı, iktidar olma şansını ortadan kaldırmanın ötesinde solun da önünü tıkıyor.

Başlayan yeni süreç kendisini solda diye yutturan Türk ulusalcılığının merkezcil çekim gücü CHP' yi de derinden etkileyecektir ama mevcut haliyle CHP ortaya çıkan tablonun analizini yapmaktan hayli uzak bir yerlerde duruyor.

Sadece CHP değil, bugün sol cephede yer alan hiç bir hareket -Buna BDP' de dahil- Öcalan' ın başlattığı yeni değişim hareketinin farkında değil.
Oysa Öcalan Diyarbakır' da okunan manifestoyu andıran konuşmasında dile getirdiği görüşler itibariyle; mağdur Kürtler yanında bugüne kadar unutulmuş, yok sayılmış, ciddiye alınmayacak kadar azalmış tüm kesimleri de içine alacak yeni bir siyasi hareketin ipuçlarını veriyor.

"Kapitalist modernleşme yerine demokratik modernleşmeyi" önermesi, tam olarak bu yazının kısıtlı çerçevesi içinde dile getirmeye çalıştığım ulus devlet modelinden daha ileri, daha demokratik tüm bireylerin haklarını savunan yeni bir modeli dile getirme çabası.

Bir terör örgütünden ve onun hapishanedeki liderinden yola çıkarak böylesi bir değişimi beklemek mümkün mü ve ne derece başarıya ulaşır?
Cevabı hayli zor sorular bunlar.

Ama Türkiye' nin fazla seçeneği de yok. Ya sonuna kadar "savaş" diyerek tüm enerjisini, öldürerek yok edilmesi imkânsız bir halkı etnik temizlik yöntemiyle tek tipleştirmeye harcayacaktı ya da, çağın gerçeğine ve ruhuna uygun yeni bir yol haritasıyla bireye ve haklarına saygılı, demokratik paradigmaya geçecekti.

Türkiye ikinci yolu daha doğru bir ifadeyle aklın gereğini yerine getirmektedir.

Erdoğan 2002 yılında yola çıkarken kendisini destekleyen o günlerdeki araştırmaların gösterdiği haliyle ülkenin en tutucu kesimlerini değiştirip dönüştürmeyi başarmış bir insan olarak karşımızda duruyor.

Öcalan da son açıkladığı yol haritasıyla kendisine umut bağlayan bir başka kesimi değiştirip dönüştürmeyi hedefliyor.

Erdoğan ve Öcalan bu sürecin başarıya ulaşması halinde yakın geleceğin Türkiye' sinde güçlerini arttıran ve konumlarını pekiştiren isimler olarak daha da öne çıkacaklar.

Erdoğan' ın hitap ettiği kesimi değiştirip dönüştürmesiyle ilgili yeterince söz söylendi, analizler yapıldı.

Geldiğimiz aşama itibariyle Öcalan' ın da Kürtleri değiştirip dönüştürme gücüne tanık oluyoruz.

Bu değişim dalgasının, yeni bölgesel konjonktürün de etkisiyle, "1920 Misak-ı Milli" sınırlarını günümüze uyarlayan Benelüks modeline evrilmesi halinde, Öcalan' ın hitap ettiği tabanın genişlemesi kaçınılmaz.

Böylesi gelişme Öcalan' ı 'bölücübaşı' olmaktan çıkarır ve hayli etkili bir siyasi lider konumuna getirir.

Bu gelişmenin en çarpıcı sonucu elbette başta Kürtler olmak üzere, şu anda ciddi anlamda boşluğu hissedilen ve tüm mağdurları içinde barındıran, vicdan ortak paydasında buluşturan yeni bir solun da önünü açabilir.

Bu sol; çevreden kadına, gelir adaletsizliğinden sosyal politikalara kadar CHP' nin bugüne kadar kucaklayamadığı hayli geniş kesimlerin kendilerini bulduğu bir siyasi harekete dönüşebilir.

Süreci okumaktan ısrarla kaçınan ve bildik ulusalcılığın ezberleriyle solculuk kisvesi altında statükonun bekçiliğini sürdüren CHP; artık ötelenemez, ertelenemez bir eşiktedir.

Ya yukarıda bir kısmını sıraladığım geniş toplum kesimlerini içine alan gerçek anlamda sosyal demokrat harekete dönüşecek ya da ulusalcı tabanıyla gittikçe eriyip zamana yenik düşecektir.

Geçmişin sınırları içine hapsolmuş Türkiye'si Kürtlerin güçlü biçimde sahnedeki yerlerini almasıyla 90 yıldır giydirilmeye çalışılan tek tip elbiseye sığamaz artık.

Bölgedeki değişimi ve yıkılmakta olanın yerini nasıl bir oluşumun alacağını bir de bu pencereden okumakta yarar var...
Ne diyordu Mevlana?

"Dünle beraber gitti cancağzım, ne varsa düne ait/şimdi yeni şeyler söylemek lazım..."