Yıllar önce “Mersin-Antalya yolu neden bitirilmiyor?” eleştirilerine “ödenek yokluğu” gibisinden mazeretler üretilirken, sabrımın tükendiği günlerden birinde, “paranız yoksa kent içinde kalmış mücevher değerindeki alanları satın, bakın nasıl kaynak yaratılıyor” demiştim.
Aslında boşuna değildi isyanım ve dillendirdiğim öneri durup dururken ortaya çıkmamıştı.
Tıpkı bugün gibi durma noktasına gelen Akdeniz sahil yolu ödenek yokluğu nedeniyle taşeronların her yıl dostlar alışverişte görsün misali bir km yapıp kenara çekildikleri bir proje olarak ağır aksak yürüyordu.
Ama oraya kaynak bulamayan Karayolları, Mersin’ in en değerli alanı üzerine kondurduğu villalı, yüzme havuzlu, sosyal donatılı tesislerinin restorasyonu için 6,5 trilyon para akıtmıştı.
Oysa çatı tamirine trilyonlar harcanan o alan değerlendirilse, Mersin-Antalya yolunun büyükçe bölümü bitirilebilirdi.
Bu Mersin özelinde onlarca örnekten sadece biriydi ama çarpıcıydı. Yetkililer eleştirilerimden ve önerilerimden dersler çıkaracaklarına çıkıp laf yetiştirmişlerdi bana.
Onlara bakılırsa “kaynak sıkıntısı bir yana fazlasıyla paraları” vardı.
Keşke söylenenler gerçek olsaydı ve keşke zaman beni değil onları haklı çıkarsaydı. Ama öyle olmadı. 2011 Mayısında Ulaştırma Bakanının bir yıl içinde tamamlanacağı müjdesini verdiği yol için 2012 Mayısında randevu verilen yeni bitirme tarihi; en iyimser tahminle 2015…
Rize-Erzurum arasında 3 yılda bitirilecek Ovit tüneli için 800 milyon liralık kaynağı bulmakta güçlük çekilmezken, çok daha az parayla tamamlanacak Mersin-Antalya yolunun ödenek fukaralığı nedeniyle sonu gelmez ertelemelere sahne olması, cevabı zor soruları barındırıyor kendi içinde.
Geçmişte kaleme aldığım yazıları anımsamam ve bugünlerde bir kez daha gündeme getirmeye çalıştığım Mersin’in kaderini derinden etkileyecek Mersin-Antalya yoluyla ilgili ortaya çıkan belirsizliği yeniden gündeme taşımam boşuna değil.
Erdoğan hükümeti kamu arazileri ile ilgili Cumhuriyet tarihinin en radikal uygulamalarından birine hazırlanıyor. Sessiz sedasız ama hayata geçirildiğinde Büyük kentleri derdinden etkileyecek tüm taşları yerinden oynatacak bir çalışma son aşamaya gelmiş bulunmakta.
Kısa zamanda Meclise sevk edilecek tasarıyla Milli Emlak Kanununda değişiklik yapılacak ve bugüne kadar çeşitli kamu kurumlarına tahsis edilen tüm gayrimenkuller asker/sivil ayrımına bakılmaksızın geri alınıp Hazine’de toplanacak. Kamu kurumlarının ihtiyacı belirlenerek mevcutlar veya farklı yerlerde yeni baştan tahsisler yapılacak.
İşin içine askeri alanların dâhil edilmesi öylesine önemli gelişme ki, değerlendirilmesi söz konusu olacak gayrimenkul portföyü inanılmaz ölçüde zenginleşecek.
Askeri kesim bugüne kadar başına buyruk hareket etti. Dilediği yeri yasal kalıplar içinde eritip değerlendirme olanağı buldu.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Örneği Mersin’den üstelik her gün yanından, kıyısından geçtiğiniz bir vahadan vereyim.
Bugünlerde Stadyum karşısındaki sahilde ve Müftü Deresinin denize döküldüğü sahilin doğusundan başlayarak balıkçı barınağına kadar uzanan sahil, tel örgüye sarılı kamuflaj beziyle kuşatılarak orduevinin hizmetine ayrılmış durumda.
1970’lere kadar başvuruları ret eden yerel yönetimlerin 12 Mart muhtırası ardından yelkenleri suya indirerek sahil dolgu alanındaki arazinin bir kısmına göz yummasıyla başlayan konumlanma yıllar içinde sınırlarını genişleterek kentin en çok ihtiyaç duyduğu nefes alabileceği tüm sahile yayıldı.
Aslında Anayasaya aykırı bir durum bu. O aykırılığı gidermek, “yemin edilse başlar ağrımasın” babından işi kitabına uydurmak amacıyla güzelim sahilin bir kısmı acemi erlerin nişan alanı, talim yeri olarak düzenlendi.
Sonuçta ucube tablo, yabancıların dudaklarını ısırarak gördükleri manzara çıktı ortaya: Şehrin en önemli bulvarının denizle buluştuğu sahili kent insanına kapalı, üstelik savaş kamuflajı, yanından geçenlerin fotoğraf çekmelerinin bile yasak olduğu askeri bölge…
Orduevi ve çevresinden geçerken, 1935’lerde Mersin Şehir planını yapan Jansen’ in kulaklarını çınlatırım nedense.
1935’te şehir planını yapmak üzere Mersin’e gelen Jansen, günümüzdeki askeri lojmanlar ve bir kısmı yine halka kapalı yeşil alan olarak değerlendirilen o günlerin Kışlasına bakıp yetkilileri uyarmıştı:
Şöyle diyordu ta o günlerde Jansen:
“Şehrin güneybatısında Mersin nehrinin (Müftü deresi) yanındaki kışla buradan göçürülerek şehrin dışında uygun yere yerleştirilmelidir. Düşmanın en fazla taarruz hedefi olan böyle askeri bir müessesinin iskân mıntıkası yanında bulunuşu caiz değildir.
Kışlanın mevcut bulunduğu şimdiki saha ise deniz ve nehir kenarı ile plaja yakınlığı da göz önünde bulundurularak bir otelin de içinde yer aldığı büyük salonların bulunduğu bir kurhaus (sağlık tesisi a.a) için çok müsait bir yerdir. Kurhaus’un etrafında taraçalı tesisat, sandal köprüsü, musiki pavyonu, gül bahçesi ve tenis meydanlığı mevcut olacaktır. Burayı zengin ağaç gruplarının gölgesi saracaktır.
Ahalinin gezintisine hizmet edici sahil promenatını, kurhaus’un etrafına ve buradan da deniz fenerinin batısıyla yeniden denize kadar uzatılmasına imkân verilmiştir. Bu suretle Kurhaus’taki misafirler tam sükûnet içinde yaşayacaklardır.”
Savaş tamtamlarının yeri göğü inlettiği 1935’te Kışlayı kent dışına çıkarmayı öneren Jansen, Müftü Deresine kadar uzanan bölgeyi dinlenme, eğlence, kısaca günümüzdeki tanımıyla turizm bölgesi olarak tasarlamıştı.
1941’e kadar 23.piyade alayına ev sahipliği yapan, o tarihte birlik Trakya bölgesine kaydırılırken, güvenlik nedeniyle Mersin’e nakledilen Heybeliada’daki Deniz Harp okuluna kucak açan Çamlıbel’deki askeri kışlanın bir bölümü askeri lojmanlara ayrıldı. Stadyuma doğru olan ağaçlıklı alan ise ne zaman ve nasıl olduysa OYAK’a geçti. OYAK 29 bin 402 m2 lik bu araziyi 1993’ten beri satışa çıkarıp durur. (Bir ara MTSO almak istedi ama olmadı. Bildiğim son ihaleye ise Aralık 2011’de çıkıldı. O ihalenin akıbeti hakkında da bilgim yok)
Derdim, askeriyenin kent içinde kalan alanlarını, zaman içinde ortaya çıkan sorunları anlatmak değil. Asıl mesele; Milli Emlak’in kamu kurumlarına tahsis ettiği, artık yeniden ele alınıp değerlendirilmesinde başta kamu olmak üzere herkesin yararına olacağı tartışılmaz yeni süreçte Mersin’in yapması gereken çalışmaya ışık tutmak.
Aslında eski Vali konağının bugünlerde restore ediliyor olması bile, Hazinenin taşınmazlarını değerlendirme olanağı çerçevesinde altın fırsata dönüştürülebilir.
Jandarma il komutanlığı, ilgisi, yetkisi dışında kalan kent merkezinden daha farklı bir yere taşınmalı. Böylece Vali konağı arkasında kalan ve 80 darbesinin gölgesi altında birilerinin kondurduğu ucube jandarma binası yıkılarak eskiden olduğu gibi havuzlu gül bahçesi yeniden yaratılabilir.
İstiklal caddesine kadar uzanan eski Vali konağı kompleksi içinde kalan eski Cezaevi restore edilerek turizme kazandırılmalı.
İstiklal Caddesi ile Uray Caddesi arasında kalan Mücahitler Caddesini yayaya bile kapatan 80’lerin darbeci mantığı sona erdirilerek o cadde yeniden açılmalı ve Kilise bağlantısı sağlanmalı.
Hükümet konağı konusuna daha kapsamlı biçimde değineceğim ama yerimi fazlasıyla aştım.
Bir sonraki yazıda Tarım İl Müdürlüğü, Milli Eğitim Müdürlüğü, Karayolları Bölge Müdürlüğü, TRT, Jandarma Komutanlığı, Spor amaçlı kullanımlar ve daha akla gelen, gelmeyen pırlanta değerindeki taşınmazı ele alarak sürdüreceğim bu çok önemli ama çok az şey bildiğimiz konuyu…