Hafta içinde yoğun gündem nedeniyle üzerinde durulmayan israfla ilgili konuşmasında Erdoğan işi kamuya ait sosyal tesislere getirip şunları söylüyordu;
"Bu hafta Bakanlar Kurulu'nda Türkiye'de kamu kurum ve kuruluşlarının gayrimenkullerinin israfı konusu üzerinde önemle durduk. 
Nedir bunların adı, örneğin sosyal tesisler dedikleri olaylar gibi. Buralarda da çok ciddi israf var. Neden? 
Senede bir ay iki ay gidecek, oralarda kamp yapacaklar, ondan sonra 10 ay buraları çıplak, çürümeye yüz tutacak. 
Neymiş? Kamu mensuplarının oralarda yazın tatillerini geçirmesine fırsat vermek. 
Devlet böyle bir şey yapacaksa belli otellerle anlaşırsın, oralarda gider o tatillerini yaparlar, olur biter. İşin sevki idaresi budur, anlayış budur. Ama bu tür anlayışlar bize maalesef yerleşmiyor."
Serzeniş, eleştiri hatta getirilen öneriden yola çıkarsak, sonunda çözümü gösteren yol haritasıyla üzerinde kafa yorulmuş bir proje söz konusu...
İyi de bunları söyleyen on yıllık AK Parti iktidarının Başbakanı olunca, hakkını verme yanında sormamız gerekmiyor mu?
Bu tür anlayışlar Hükümet ağırlığını koyup gereğini yapmadıkça kendiliğinden yerleşir mi? 
Bürokrat en yıllık hükümranlığını öyle sen eleştirdin diye "ne kadar haklı, ayıp olmuş, gereğini yapayım mı?" diyecek...
Sadece sosyal tesisler mi, israfa yol açan?
Bugün Türkiye' de yazılı hiç bir kanun, yönetmelik hatta kural illerdeki daire müdürlerinin makam aracı, makam şoförü savurganlığına cevaz vermiyor.
Devleti temsil eden Valiler dışında hiç bir kurum yetkilisinin yasal olarak ne makam arabasının arka koltuğuna kurulma, ne de o aracın direksiyonuna şoför oturtma lüksü yok.
Pratikte durumun ne olduğunu anlatmama gerek var mı?
Her gün geçtiğiniz yollarda arabaların arka koltuğunda salınan bürokratları görüp, hepiniz o tokat gibi şaklayan gerçekle yüzleşmiyor musunuz?
Tekrar sosyal tesislere dönecek olursak...
Bir kaç rakam vereyim: Türkiye'de kamunun tam 3,6 milyon taşınmazı var. Rakamın anlaşılması için bir başka ifadeyle anlatayım: 41 milyon seçmene sahip ülkemde her 11 seçmene bir taşınmaz düşüyor.
Kuzey Kore, Küba değil Türkiye'den söz ediyoruz, inanılır gibi değil ama gerçek bu.
Taşınmazlar arasında 200 bin lojman ve 2 bini aşkın sosyal tesis var.
Sosyal tesisler arasında Orduevleri önemli yer tutuyor.
Normalleşen Türkiye' de işe tam da bu ordu evlerinden başlanmalı. Asker içine girdiği fanustan kurtulup halkla bir arada yaşamayı öğrenmeli.
Ayrıcalıklı bürokrat kalmamalı, yemek yiyecek, içkisini yudumlayacak olan bürokrat, -asker, sivil fark etmez, parasını verip otel lobisi, restoran veya bara gitmeli.
Anneler göz bebekleri gibi büyüttükleri kınalı kuzularını, vatan hizmeti adı altında birilerine berberlik, garsonluk yapsın diye göndermemeli. 
Uzun zamandır gözümün önünden gitmeyen bir fotoğraf karesi var. Darbe girişiminden ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan -sonra darbe yarım kalmış diye ceza 20 yıla indirildi- Çetin Doğan' ın Silivri'deki ilk duruşmaya giderken yere eğilip ayakkabısının tozunu silen sivil giyinmiş Mehmetçiğin o insanı kahreden görüntüsü ve ayakkabıyı silenle, sildirenin yüzündeki ifade...
Dünyanın bir demokratik ülkesinde bırakın emekli rütbeliyi isterse Genel Kurmay Başkanı olsun biri ayakkabısını bir askere sildirebilir mi?
Sosyal tesis, Orduevi denmişken yıllardır Mersin' in tam göbeğinde kabul edilmesi zor görüntülerden de söz etmek gerek.
Bir türlü yasal izin almadıkları tesisi 12 mart muhtırasının baskıcı ortamında gidip deniz kenarına kondurdukları yetmezmiş gibi, her dönem artan güçleriyle orantılı biçimde genişletip bugün Mersin'in en güzel kent içi sahilini işgal eden, üstelik o işgal ettikleri sahili "utanç duvarı" benzeri tel örgülerle, savaş kamuflaj çadırlarıyla örten görüntülere de dur denmeli...
Yıllardır söylüyorum gelen yabancı kent ortasında kamufle edilmiş o bölgeyi gördükçe ne hisseder. Zaten algı sicili bozuk Mersinle ilgili ne düşünür?
Askeri bürokrasi güvenlik sorunu yaşıyorsa, onu da rahatlatacak çok daha sağlıklı, tehditten uzak bir bölgeye taşınsın, o da rahatlasın, kenti de rahatlatsın.
Sadece askeri bürokrasi mi?
Sahile bir çıkın. 
Kentin en değerli alanını Karayolları işgal etmiş, lojmanları önüne de gazino kondurmuş keyif çatıyor.
Mersinin kaderini değiştirecek Antalya yoluna para yok ama son yıllarda trilyonlar harcayıp lojman yenileyen, çatısından kapısına bizim paramızla değiştiren bürokrasimiz var...
Ben bir iki örneği dile getirdim, eminim günlük yaşamda herkesin tanık olduğu ve anlatacağı nice çarpıcı hikâye vardır.
Başbakan muhalefet lideri gibi konuşmaktan, şikâyet etmekten, eleştirmekten vazgeçmeli.
Tamam, ülkede muhalefet boşluğu var ama onu doldurmak ta Erdoğan'ın işi olmamalı.
Sorunu görmüş, çözümü biliyor... O zaman gereğini de yapmalı Başbakan...
Elini tutacak, engelleyecek güç te görünmüyor şimdilik ortalıkta.
Yıllardır dert yandığı bürokratik oligarşiye çeki düzen verecek adımı atmak başkasına değil iktidara düşer...
O adımı atıp, kritik eşiği aşmalı ki, kalıcı iz bıraksın...

- - - -