Çok sevdiğim sıkça da anlatmaktan keyif aldığım bir fıkradır:
Memleketin birinde kadı haftanın bir günü pazarda dolaşır, alışverişi kendi eliyle yaparmış.
Alış veriş dediğime bakmayın, çarşıdan geçerken onu gören esnaf dediğini zaten durumdan vazife çıkarmaya hazır, karşısında iki pençe her şeyin en güzelini elleriyle hazırlar, evine de kendileri taşırmış.
Dükkân kapısında kendisini karşılayıp önünde eğilen “aman haşmetlim neden zahmet ettin, ben etin en güzelinden bir paket yapar, eve yollarım” diyen kasap mı dersiniz?
Tezgahına yanaştığı manavın kendisini görür görmez kese kağıdını kapıp en güzel meyveleri doldurup peşinden seğirtmesi mi?
Derken günün birinde yaşlanıp emekli olmuş kadı.
Hanımı çık bugün eve bir şeyler al deyince de eski azametiyle yola koyulmuş.
Manavın önünde durmuş, bakmış manav içeride meşgul, kese kâğıdını almış başlamış domates seçmeye. İki domatese dokunmuş, dokunmamış, manav fırlamış içeriden. Kese kâğıdını kapmakla kalmamış, eline vurmuş koca kadı efendinin. Ve “tabladan mal mı seçilir?” diye de azarlamış.
Olanları bir köşede seyreden derviş, bir omuzları düşen kadıya, bir manava bakmış ve seslenmiş:
“Kerameti kendinde sanıyordun ama marifet sende değil, cübbedeydi. Cübbe gitti, keramet bitti”
Aslında hikâyeyi, herhangi bir kurumun başına geçenlerin bir süre sonra oturdukları koltuğu içselleştirip, sanki babalarından kendilerine, kendilerinin de çocuklarına bırakacakları miras gibi görmeye başlamalarıyla ilgili bazen hastalık düzeyine ulaşan sendroma örnek olsun diye anlatmaya çalıştım.
Örnek mi?
Dikkat edin, hangi ile olursa olsun atanan valiler, ilk günlerde korumasız dolaşır, kendilerinin öncekilerden farklı ve halka karışmaktan mutluluk duyan müstesna insanlar olduklarını iddia ederler.
Sonra ne mi olur?
Bir süre sonra onları keramet sahibi güce sahip olduklarına inandıran bir çember kuşatır. Kimler yoktur ki o çemberde?
Bir yerlere gelmek isteyen memurdan, devletin her hangi bir kurumuyla göbekten bağlı işler çeviren kimi tipler. O tipler eskiden mütegallibe olarak anılırlardı, bugünlerde simalar da, unvanlar da değişmiş.
Adam günümüzün rantı yüksek akaryakıt işinde ise, Emniyete de gümrüklere de, çevre hatta kalite kontrolü yapan Sanayi/Ticaret Müdürlüklerine de sözünü geçirecek etkili/yetkili bir isme sırtını dayamak istemez mi? 
Gerçekten bir Valinin il genelindeki kurumlar üzerinde sanıldığı kadar etkisi var mıdır? 
Elbette yoktur ama bir Valiyle yan yana görünmenin bile birilerine mesaj anlamına geldiği algısı bu topraklarda bugün de prim yapan bir iştir.
Çember tıpkı koza gibi çevreyi örmeye başlar.
Bir süre sonra kuşatmanın etkisiyle o yalnız başına dolaşan, halkın içine giren, dert dinleyen kişinin yerini, icabet edeceği dost davetine, katılacağı etkinliğe bile koruma ordusu eşliğinde yeri göğü titreterek giden “sahip” alır.
İlk günler kırmızı ışıklara saygılı, geçtiği çevreye rahatsızlık vermekten çekinen nice zatın sahaya ısındıktan sonraki tavırlarıyla ilgili herkesin anlatacağı o kadar çok öykü var ki, benim örneklerle yürek tüketmemin anlamı da yok, gereği de…
Sadece atanmışlara özgü bir vakadan söz etmiyorum. Atanmışlar öyle de seçtiklerimiz farklı mı?
Bugünlerde pek kalmadı ama bir mühür, bir masa, bir koltukluk canı olan 50 haneli kıytırık Belediyelere yolu düşenlerin karşılaştığı enstantaneleri şöyle bir hatırlayın…
Biliyorum yazdıklarımı okuyanların aklına 15 yıldır oturduğu koltuktan kalkmak şöyle dursun, bu şarkının ömür boyu süreceğine ve o makamın hatta çatı altında yer alan milyonlarca insanın sözcüsü, gözcüsü olduğuna inanan TOBB başkanının son günlerdeki tavırları gelebilir.
Evet, o koltuklara oturanların kalkmayı bilmemeleri ciddi bir sorun ama başlı başına bir yazı konusu olan o mevzu değil, bugün anlatmaya çalıştığım.
Ya da altındaki koltuğu küçücük fiskeyle çekilip alındıktan sonraki Meclis oylamalarında yalnızlığı kameralara yansıyan Davutoğlu da değil mevzu…
10-15 gün önce kendisiyle aynı fotoğraf karesine girmek için hayatını feda etmeye hazır nice şahsiyetin, bugün yan yana görünmekten kaçınması elbette ibretlik bir durum ama şaşıracağımız kadar yabancısı olduğumuz bir tablo mu?
Sorunun o çok iyi bildiğiniz, bildiğimiz cevabı için kafanızı yormaya da gerek yok…
Yazının başına dönün ve domates seçmeye yeltenen kadı efendiyle eline vuran manavı bir kez daha hatırlayın…