Cumhurbaşkanı Erdoğan’ ın “anayasa mahkemesi kararına saygı duymuyorum, uygulamıyorum” cümlesini pimi çekilmiş bomba gibi basın toplantısı düzenlediği havaalanında bırakıp uçağın rotasını çevirdiği Fildişi Sahili seyahati daha ilk anından itibaren epeyi tartışmaya yol açtı.

Tartışılan elbet Fildişi Sahili cumhuriyeti değil, oraya giden Erdoğan’ın hem yolda hem misafir olduğu ülkede söyledikleri gündem oluşturdu hem de 150 kişilik önemli iş adamları kafilesinin oralarda ne aradığı sorgulandı.

Önce şunu söyleyeyim, iş adamları Fildişi Cumhuriyetine mal satmak, Pazar bulmak, ortaklık geliştirmek amacıyla gitmiyor. Tek dertleri birkaç dakikalık randevu için aylarca bekledikleri çoğu için de karşılaşmanın imkânsız olduğu Türkiye’ nin tartışmasız en güçlü adamına uçakta veya gidilen ülkedeki otel lobisinde dert anlatmak, onunla göz temasının bile epeyi sorunun çözümüne yardımcı olduğu bugünlerde kendisine erişmek az buz şey değil…

Bu tür gezi geleneğini rahmetli Özal başlattı.

Hatırlıyorum da 1982’ de iki büyük uçak dolusu iş adamıyla ilk Tahran seferine çıktığımızda yer yerinden oynamıştı. 
Hemen akabinde Mart 82’ de Şam’ a gitmeden önce rahmetli Sani Konukoğlu ile birlikte zorunlu invizaya mahkûm Demirel’ i Güniz sokaktaki evinde ziyaret etmiştik te; burnundan soluyan Demirel “satacak neyiniz var da bunca insanı uçaklara doldurup memleket memleket dolaştırıyorsunuz?” diye sormuş ve verdiğimiz cevapları ciddiye almadan eklemişti: 
“oldu olacak o zata söyleyin de mehter takımını katsın kafileye”

O günlerde kendi deyimiyle arazisine gecekondu yapmaya hazırlanan Özal’ a müthiş kızgındı ve adını bile telaffuza tahammülü yoktu.
Oysa dünya Demirel’ in 80 darbesiyle bırakmak zorunda kaldığı iktidarın dünyası değildi. Küreselleşmeyi doğru okuyan Özal’ dı ve komşularla başladığı Pazar geliştirme arayışlarını uzak coğrafyalara taşırken bürokratlardan çok iş adamlarının yer aldığı kalabalık heyetleri tercih ediyordu.

İş adamlarının da gökte arayıp yerde bulamadığı fırsatlar sunuyordu bu geziler. Ceketini çıkarıp uçağı boydan boya arşınlayan Özal’ a, uçakta yer alan herkesin derdini anlattığı, sektörel veya kurumsal sorunlarla ilgili görüş alışverişinde bulunduğu hayli farklı bir o kadar çözüm odaklı etkinliklere dönmüştü seyahatler.
Sonradan kanıksanmaya başlandı, 1982’ de gezileri yerden yere vuran Demirel de Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde yüzlerce iş adamını yanına alıp yakın uzak seferlere çıktı.

13 yıllık iktidar döneminde Erdoğan’ ın beş kıtada gitmediği ülke kaldı mı bilmiyorum. Ama sıra Fildişi Sahili’ ne geldiğine göre, azalmıştır sanırım.
Fildişi 23 milyon nüfuslu 1960’ a kadar önceleri Portekiz sonradan Fransızların sömürgesi.
Erdoğan’ ın bu gezisi ülkenin ortasına bıraktığı “Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamıyorum” tartışmalarının gölgesinde kaldı ve orada dikkat çektiği “Fildişi modeli” yeterince konuşulmadı ama bana göre üzerinde durulması gereken bir konu bu Fildişi modeli…

Ne diyor Erdoğan?

“Fildişi Sahili nüfusunun yüzde 20-30'luk kısmının, bölge ülkelerden gelen göçmen nüfustan oluştuğunu öğrendim. Abidjan, bu insanlar için güvenli bir liman, sığınılacak bir çatı. Ben bunu 'Fildişi Sahili modeli' olarak adlandırmak istiyorum. Bu modelin bütün kıta ve dünya ülkeleri için örnek olmasını istiyorum. Biz de Suriye ve Irak'taki çatışmalardan kaçan 3 milyon kardeşimize hiçbir ayrım yapmadan, dinine, diline ve ırkına bakmadan ev sahipliği yapıyoruz"

Komşu ülkelerden kaçan 3 milyon kardeşine ev sahipliği yapan ülkenin kendi vatandaşı Kürtlerle yaşadığı sorunlara değinecek değilim ama o model Fildişi Sahili Cumhuriyetinin nasıl bir mozaikten oluştuğunu özetlemekte yarar var:

5-6 farklı etnik kimliğe sahip 23 milyon insanın %70’ i tarımla geçinmeye çalışıyor. Kişi başı milli gelir 3400 dolar civarında. Aslında Fildişi kakao, kahve gibi değerli kalemlerde ciddi potansiyele ve zengin kaynaklara sahip ama önce yabancılar, sonra da başına taç ettiği kendi yöneticileri tarafından durmadan soyulmuş, halen de kurtulmuş değil.

%40’ ı Müslüman, bir o kadarı da Hıristiyan (%19 Katolik, %19 Protestan ve %4  metodist) yoksulluğu kader bilip bir arada yaşayıp gidiyorlar ama seçip başlarına getirdikleri siyasetçilerin hırsı yüzünden sıkça gerginlik yaşanıyor ülkede.
Örneğin 2010 seçimlerini kaybeden Başkan Gbagbo, BM’ ler gözlemcilerinin de onayladığı Bağımsız Seçim Komisyonu'nun ilan ettiği sonuçları kabul etmeyince ülke iç savaşın eşiğine gelmiş, daha da kötüsü soykırım tehlikesi baş göstermişti. Neyse ki, ülkenin eski efendisi Fransa, BM’lerin de onayıyla başkente girdi ve Gbagbo’ yu sarayın sığınağında ele geçirip güvenlik güçlerine teslim etti de halkın seçtiği yeni Başkan Alassane Ouattara koltuğa oturabildi. Kaybettiği koltuğu bırakmak istemeyen Gbagbo’ nun hırsı 170 insanın ölümüne yol açtı ama ABD ve AB başta olmak üzere dünyanın kabul ettiği seçim sonuçları yabancı silahların sayesinde yürürlüğe girdi.
Erdoğan’ ın örnek gösterdiği halkların barış içinde bir arada yaşadığı! Fildişi Cumhuriyetinin pek bilinmeyen bir başka önemli özelliğiyle noktalayayım yazıyı:
Fildişi Cumhuriyetinde halk, 2011’ de yapılan anayasa referandumuyla, idari yapısını 12 il ile 2 özerk şehirden oluşan toplamda 14 bölgeden oluşturulmasını öngören değişikliği kabul etti. 3 milyon nüfusuyla ülkenin en büyük şehri ve eski başkent Abidjan ile yeni başkent ilan edilen Yamoussoukro iki özerk şehir olarak kendini yönetmekte. 
Anlayacağınız Türkiye’ de bugün birilerinin tüylerini diken diken eden özerk yapı Fildişi Sahillerine ulaşmış ve hayata geçmiş bile…

[email protected], Mersin, 1 Mart 2016