Nedenlerinin sorgulanması bir yana, Arenada matadorları izleyen seyirciler gibi, Pamuk’un görevden alınması için hep birlikte tempo tutulan akılların dışlanıp duyguların öne çıkarıldığı netameli bir o kadar da netameli dönem...

Turgay Pamuk’un görevden alınmasını prestij kazancı olarak görmeye hazır, popülist rüzgarlara kapılmaya zaten meyilli kamuoyu penceresinden bakıldığında "işlediği suç!" gerçekten affedilecek cinsten değildi.

Emniyet müdürünün oğlu, yanında bir arkadaşıyla gece yarısı ehliyetsiz ters yola girmiş, onları enseleyen trafik ekibine, olayı öğrenen Pamuk' un telsizden tüm büyük kulakların duyacağı biçimde hakaret ettiği gazete manşetlerine bomba gibi düşmüştü.

Arenadaki alkışları duyan Yücelen fırsatı kaçırmadı, müdürü merkeze alıp, yerine Ankara’da günlerdir konusu “çok farklı ama homojen Mersin yaratma derslerine çalışan” akın Küçükbarak’ ı Emniyet Müdürü vekili olarak görevlendirdi.

Bu tayin operasyonu sırasında ufak ama hayli ilginç bir ayrıntı da dikkatlerden kaçmış, toplumsal isteriğe uygun olarak göz ardı edilmişti.

Ters yola giren Pamuk’un yanındaki arkadaşının Vali Akif Tığ’ın oğlu olması gerçeği...

Madem çocukların cezasını babalar ödeyecekti, Tığ’ın “suç ve cezada” Pamuk’tan farkı yoktu.

Müdür memurlarını azarladı diye görevden alınıyorsa gece yarısı polisleri makamına çağırıp fırça atan Tığ' ın da ödemesi gereken daha büyük fatura olmalıydı.

21 Şubat 2002 tarihli Milliyet’teki haber, bu gerçeği yorum gerektirmeyecek kadar açıktı, hep birlikte okuyalım:

“İçel Valisi Akif Tığ’ın oğlu Atilla ile Emniyet Müdürü Turgay Pamuk’un oğlu Çağlar’ın içinde bulunduğu ve ters yönde giden otomobili durduran polislerin başına gelmeyen kalmadı. Üzerlerinden ehliyet ve kimlik çıkmayan çocukları karakola götürmek isteyen 3 polis memuru, gece saat 01.00’de valiliğe çağrılarak "makamda fırça yerken", amirleri de başka bir karakola sürüldü.”

Haberden anlaşılacağı gibi görevli memurları makama çağırıp fırça atan Müdür Pamuk değil Vali Tığ' dı ama gönderilen Tığ değil, Pamuk olacaktı nedense...

O günlerde Pamuk' u yiyecek operasyon öyle ince kurgulanmıştı ki, aynı gece oğlu ile Tığ' ın oğlu Atilla' nın ters yola girdikleri noktaya gelip, çağırdığı Trafik ekibine bizzat ceza yazdırması bile Emniyet Müdürünün işlediği bağışlanamaz! günahın hafifletici nedenleri arasına koyulmamıştı.

Memurlara reva görülenlerin faturasını Pamuk öderken, Tığ ileride büyük işlere birlikte imza atacağı müdür vekili Küçükbarak’ ı dört gözle bekliyordu. (Kimi söylentilere göre Tığ ve Küçükbarak' ın ataması Milli Güvenlik kurulunda alınan Mersin'e özgü bir karar çerçevesinde yapılmıştı. O MGK dönemine ilişkin tutanaklar yayınlanmadığı sürece söylenti iddiadan ibaret kalacaktır. Ama örneğin aynı dönemde Kürt bölgesi Kuzey Irak' a yapılan ihracata aracılık eden Mersin Serbest Bölgesinin Gıda ithalat ve transit işlemlerine yasal hiçbir dayanağı olmayan yine yarı gizli kararnameyle yasaklanması böyle bir MGK kararının olabileceği ihtimalini güçlendiriyor. Ve bir başka gerçek Küçükbarak' ın Mersin' de göreve geldiği dönemin tüm Resmi Gazete arşivlerini taradım, Küçükbarak' ın Müdür muavini sıfatıyla da olsa atandığına dair herhangi bir kararnameye rastlamadım)

Bu türden basit! ayrıntıları bir yana bırakıp konuya dönecek olursak;

Nedeni pek anlaşılmayan tayin furyalarından kafası karışan kamuoyu, Vali ve emniyet müdürlerinin Yücelen’ in İç İşleri Bakanı oluşuyla birlikte hızlanan bürokrat değiştirme trafiğini sorgulamadı.

Örneğin, göreve hızlı başlayan Emniyet müdür vekili Akın Küçükbarak’ ın yüklendiği, üzerine farz olmayan misyonunun gerçek yüzünü, perde arkasını sorgulamak bir kaç haddini bilmez benim gibi insanın aklına düşecekti.

O günlerde neler göz ardı edilmiyordu ki?…

Türkiye' nin en büyük akaryakıt depolama çiftliğini Mersin Karaduvar' da kurarken istim arkadan gelsin misali ruhsat işlerini çözmeye çalışan Fikret Öztürk' ün büyük ortağı olduğu TV kanalında sahnelenen bir başka ince operasyonla uzaklaştırdığı genel yönetmen Mirza Turgut ve söyleşiler yapan benim gibilere kapanan ekranın arka yüzünde dönenlerin gerçek yüzünü öğrenmemiz için epeyi zaman gerekecekti... (Burada açtığım parantez içinde kalmak üzere küçük bir detay daha: dönemin İç İşleri Bakanı ve Mersin Milletvekili Rüştü Kazım Yücelen 6 Haziran 2001 yılında getirildiği Bakanlığa 6 Ağustos 2002 tarihinde veda etti. 2Kasım 2002 seçimlerinde de kendisi ve partisi Meclis dışı kaldı. Kadere bakın ki, aynı Yücelen İş Bankasında müfettiş yardımcılığından aldığı ücretle yaşamaya çalışan oğlu Ali ile Ankara' da bir akaryakıt istasyonu açacak, OPET şapkası giydirilen milyonlarca dolarlık istasyonu işletecek şirket ve istasyona FİKRET Petrol adı verilecekti.)

Yerel TV konusunun nefes kesen bir kaç el değiştirme öyküsünü ve Yücelen ile iki oğlunun sigaradan akaryakıta uzanan hikâyesini ileride anlatmak üzere biz yeniden 2002 Mart ayına ve Akif Tığ-Akın Küçükbarak Mersin' ine dönelim...

Olacakların ilk işareti 8 Mart 2002 Dünya Kadınlar günü öncesinde verildi. Yıllardır sorun yaşanmayan o anlamlı günün kutlaması için yapılan müracaat geri çevrildi, o günden sonra Mersin' in nasıl yasaklar şehri olacağının habercisiydi bu.

8 Martın aslında yaklaşmakta olan 21 Mart Nevruz kutlamaları için sahneye koyulacak planın girizgah bölümü olduğunu kısa zamanda çok acı deneyimlerle tanık olacak, yaşayacaktık...

Küçükbarak hızlı başladı işe.

21 Mart yaklaşırken de ilk radikal adım geldi. O güne kadar kimi şikayetlere neden olsa da, Güneydoğudan göç eden nice yoksulun, mağdurun, mazlumun tek ekmek teknesi olduğu için hoş görülen seyyar satıcıların el arabaları bir sabah yasaklandı, yasağı delmeye kalkışanların arabaları araçlara doldurulup belirlenen bir alanda parçalandı.

Yasağı sorgulayanlara verilen resmi cevap Mersin Cadde ve kaldırımlarını yürünecek hale getirmekti ama kapalı kapılar ardında kulaklara, neredeyse tamamı Güneydoğu'dan göç etmiş Kürtlerden oluşan satıcıların arabalarını silah zulası olarak kullandıkları, terör örgütüne lojistik destek verdikleri fısıldanıyordu...

Alternatif üretmeden, Belediyelerle ortak çözüm geliştirmeden bir sabah ekmek tekneleri ellerinden alınan insanların trajedisine tepki göstermek şöyle dursun, çoğu insan ve kent dinamikleri için alkışlanacak girişim olarak yansıdı o operasyonlar...

Belediyeleri yok sayan, -Akif Tığ’ ın o günlerde övündüğü kendi söylemiyle mahallenin tek horozu edasıyla- sergilenen, el arabalarına el koyulurken incitilen, horlanan insanların çaresiz bakışlarıyla ezildiğimiz o günlerde ne kadar yalnız olduğumuz, kaldığımız anlatılır gibi değildi.

Sadece potansiyel örgüt mensubu gibi algılanan seyyar satıcılar nasibini almadılar, kendini kentin tek hâkimi gören Müdürün uygulamalarından…

Gün geldi Küçükbarak arkasına düşen Fikret Öztürk' ün büyük ortağı olduğu yerel televizyonun yetkilisi  iş adamları eşliğinde Belediye Başkanı edasıyla kaldırım teftişlerine çıktı...

O televizyon kameralarının eşliğinde sadece seyyar satıcıların fatura ibraz edemediği mallarına el koymuyordu, dükkânının önünde sakatat sergileyen kasaplara attığı fırçaları akşam o televizyon ekranlarında nutkumuz tutulmuş izliyorduk...

İster inanın ister inanmayın, kafasına göre koyduğu ölçülerle bağdaşmayan kimi tabelaları bile söktürmeye kalkışacak kadar yerel yöneticiliğin havasına girip benimsemişti bu kent teftişini.

Büyüğünden küçüğüne hiç bir Belediye Başkanı ve yöneticisi dur demediği için de değneksiz köy misali çıtayı her gün biraz daha yükseltti.

Ankara' dan kendisine verilen yetkilendirme sınırının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeyen benim gibi bir kaç saf insan dışında kendisine dur diyen çıkmayınca önce Nevruz, ardından 1 Mayıs ve sonunda seçmen listelerini düzenleyen muhtarlara düzenlenen operasyonlara gelecekti sıra...

Hepsini tek tek anlatacağım ama bir sonraki yazıda...

- - - - -