2011 seçimlerinin ardından AK Parti, Bakan yardımcılığı kurumunu kazandırdı siyasi litatüre.

Erdoğan, Bakan yardımcılığını çok güzel örnekle anlatıyordu aslında: "Sabancı gibi alanında ülkenin en başarılı ismine tahsiline bakmadan gel şu bakanlıkta yardımcı ol diyeceğiz."

Düşünce güzeldi, anlatması bile heyecanlıydı...

Ardından atamalar başlayınca gördük ki, tam Türk işi bir kadrolaşma ile karşı karşıyayız.

Sabancı ve benzeri isimler yerine büyük çoğunluğu Milletvekili eskisi zatlar, 9,5 milyarlık maaşlarla Bakan yardımcısı olarak atanmakta.

Çağlayan uzunca süre boş tuttu bu 9,5 milyar aylıklı kadroyu. Sonra da eski Vekillerin aşındırdığı kapısında bekleyenlerden sıkılmış veya başka şeyler düşünmüş olmalı ki, 2011 seçimlerinde Mersin' den aday olan Bakanlık daire başkanlarından birini -bakanlık bürokratlarından Mustafa Sever' i- oturttu koltuğa.

Ardından Sever' in Mersin' de sergilediği performansla Bakan yardımcılığının ne menem şey olduğunu günlük pratiklerle anlamaya başladık.

Örneğin Vali yardımcılarını, kaymakamları ardından pek çok daire müdürünü ziyaret eden Bakan yardımcısının yetki sınırları, görev tanımı hatta bırakın diğerlerinden bilgi alması, kendi bakanlığındaki konumu, yetki sınırları tartışılmadı bile.

Sonuçta zaman fukarası Çağlayan' ı bunaltan, bazen delirten nice saçma talebi filtreden geçirecek biri bulunmuştu ya, gerisi önemli değildi.

Oysa genel olarak Bakanlık Yardımcılığı, ihdas edildiği günden beri akademik çevrelerin yasal açıdan hayli sorunlu gördüğü, tartıştığı bir kurum...

İdare Hukuku alanındaki en yetkin isimlerden Prof. Metin Günday' a göre “ 'bakan yardımcısı' adıyla ihdas edilen kadro, idarî teşkilatımıza hâkim olan hiyerarşi ilkeleri açısından gelecekte ciddi birtakım hukuksal sorunlara yol açabilirdi. Zira bakan yardımcılarının hukuksal statüsü belirsizdi ve özellikle bakan yardımcılarının bakanlık hiyerarşisine dâhil olup olmadığı hususu tartışmalıydı" ama o tartışma kültürünün esamisinin okunmadığı ülkemiz açısından dertlenecek mevzu yoktu.

"Atanmaları için kanunda öngörülmüş bir öğrenim, kıdem, liyakat vs. gibisinden şartları olmayan Devlet memuru olmak için gereken genel koşulları taşıyan herkes bugün bakan yardımcısı olarak görevlendirilebilir" deniyordu düzenlemede. Üstelik Bakan yardımcılarını bürokrasinin diğer kademeleri gibi koruyan bir hukuki mekanizma da yoktu. Bakanlar Başbakanın onayıyla diledikleri gibi atadıkları bu "danışmanlarını" her zaman görevden alabilirlerdi...

Kısaca özetlersek Bakan yardımcısı istisnaî memur olsa da, bakan gibi siyasî bir kişi değil,  “memur”du aslında...

Prof. Günday' a yeniden kulak verelim:

“3046 sayılı Kanunun bakanlıklardaki hiyerarşik kademeleri düzenleyen 15 inci maddesinde de, bakan yardımcılığına bakanlık hiyerarşik kademeleri arasında yer verilmemiştir. Ayrıca, Bakanın yetkilerinden bir kısmını bakan yardımcısına devretmesi de mümkün değildir. Bu durumda, bakan yardımcılarının bir tür bakan danışmanı olarak görev yapacakları söylenebilir”

"Bakan yardımcısının müsteşar üzerinde hiyerarşi yetkisine sahip olması, kanunla müsteşara ayrıca ve açıkça verilmiş bir yetkinin, onun yerine, ona kaim olarak bakan yardımcısı tarafından kullanılabileceği anlamına gelmez" (Merak edenler Metin Günday' ın , Ankara, İmaj Yayınevince yayınlanan, İdare Hukuku kitabının 10. baskısında yer alan bölüme göz atabilir.)

Aslında Günday' ın bu kaygıları boşuna değil...

Kanun gücünde kararnameyle ihdasına karar verildiğinde AK Parti yetkilileri kurumun getiriliş amacını şöyle gerekçelendirmişlerdi; " TBMM ve vatandaşlardan gelen taleplerle yeterince ilgilenemeyen bakanlara yardımcı olmak"

Kısaca AK Partililere göre; "bakan yardımcılığı, siyasal pozisyonu nedeniyle, milletvekilleri ve vatandaşların (zaman zaman aşırıya varan) taleplerine yanıt vermekte güçlük çeken bakanları rahatlatmak üzere oluşturulmuş bir “filtre” den" başka şey değildi...

İşte bu filtre görevini aslında Ekonomi Bakanlığı gibi tüm dünyaya Türkiye ihraç ürünlerini ve ihracatçısını buluşturma gibi hayli yoğun bir kurumda çok daha etkin olarak kullanabilecek Bakan Yardımcısı biraz da Mersin' de çevresini saran yalakaların uçurmasıyla boşuna harcamakta...

Deyim yerindeyse "dostlar alış verişte görsün" misali kamuoyunun onun ziyaretleriyle adını öğrendiği kimi dernekleri dolaşarak olası bir Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlık koltuğuna Sever'i oturtma hayali kuran o çevrenin döşediği yollarda zaman tüketmekte...

Sever, Erdoğan' ın Büyükşehir Belediye Başkanları için koyduğu ve iki dönemdir titizlikle işlettiği "bürokrattan aday yapmama" altın kuralından muaf tutularak sahipsiz ve "aday fukarası" Mersin' e günü geldiğinde kurtarıcı gibi gönderilir mi?

Türkiye gibi gündemin baş döndürdüğü bir ülkede 15 ay sonrası için tahminde bulunmak müneccimlik kadar zor.

Ama Sever' in son günlerdeki temaslarıyla ilgili birilerine hazırlattığı basın bültenleri, ülke ve kent ekonomisine katkı verecek temaslardan çok daha önce başkalarını kuşattığını ibretle izlediğimiz ve işi bittiğinde sırtını dönen çevreyle hayat bulan nice trajikomik hikâyeyi hatırlatıyor nedense.

Sonuncusunu paylaşalım: Tarsus'ta aşure dağıttıktan sonra Mersin Opera ve Bale Müdürlüğünü ziyaret ediyor Bakan yardımcısı ve medya mensuplarına gönderilen bültene göre Hastane yetkililerinden brifing alıyor. (brifing tabiri benim değil, basın bülteninde aynen böyle geçiyor)

İmza yetkisi olmayan, kendi Bakanlığındaki yeri bile yasayla belirlenmediği için İdare Hukuku otoritelerine göre tartışmalı Bakan yardımcısı hastane yetkililerinden brifing alıyor Mersin' de...

Dikkatinizi çekerim: Brifingin adresi atandığı Bakanlığa bağlı kurum değil, sağlık bakanlığının yetki alanına giren kuruluş... (Ondan önce de aynı bürokratın Tarsus'ta aşure dağıttığı görüntüler servis edilmişti medyaya.)

Aslında şaşacak bir şey yok. Sağlık Bakanlığı yardımcılığına eski sendikacı ve eski AK Partili Milletvekilini atamanın hoş görüldüğü ülkede, Ekonomi Bakan yardımcısının hastane teftişiyle kalmayıp, etkinliği brifing adı altında duyurmasından daha doğal ne olabilir?

Ne diyeyim Allah düşmanlarından önce akılsız çevreden korusun herkesi...

- - - -