Darbe girişiminin ardından on gün geçti; ve ben hâlâ bütün gün, darbe günü bu ülkeye ve insanlarımıza yaşatılanları; sonrasında da hayatı pahasına bu rezil kalkışmaya karşı direnen halkımızı gözlerimde yaşlarla  izliyorum. 
Nasıl gurur verici muhteşem bir halk yetişmiş bu ülkede; vatanı için tankların önünde duran, kurşunlara aldırmayan, ölümden bile korkmayan… 
Bu tabloyu görmek bana Türkiye’nin güçlü geleceği için ümit veriyor.
Hele bunca trajik darbe tecrübelerinde  sessizce evlerine çekilen, baskıcı sıkıyönetim emirlerine harfiyen uyan kişi, kurum ve kuruluşlarıyla bu ülkede darbe kültürünün nasıl yerleştiğini bilen bizim kuşaklar için halkın, siyasi partilerin, ülkenin güvenlik kurumlarının, medyanın  bir bütün halinde verdiği demokratik tepki ve dayanışma bir milattır.    

Gezi Olaylarını hatırladım. 
Çevre duyarlılığı ile başlayan bir masum hareket giderek Türkiye düşmanı dış güçlerin de desteği ile ülke geneline yayılan bir iç ayaklanma şekline dönüşmüştü.
O günler endişe içerisindeydim. Olayların aktif olarak içinde olan bir tanıdığıma: “bu çok tehlikeli bir durum, bir iç kargaşalığa dönebilir” diye söylediğimde bana “Türkiye yıkılsa, dümdüz olsa bile biz bu Cumhuriyeti tekrar kurarız; yeter ki Ak Parti ve Tayyip Erdoğan gitsin!”  sözleri beni dehşete düşürmüştü. 

Yine Mersin’den hepimizin tanıdığı kentin bazı dinamikleri “iki gün daha ayaklanmayı sürdürün; Avrupa Birliği yönetime el koyacak!” diye halkı direnmeye çağırıyorlardı.
O günlerde “nasıl böyle düşünen, ülkesinin felaketini isteyen, ülkesini düşmana teslim edecek insanlar yetişmiş?” diye kaygı duymuştum.
Bugün görüyorum ki sessiz çoğunluk olayların dışında sabırla izlemiş ve ortalığın sakinleşmesini beklemiş.  Olayların bittiğini görünce de hiçbir müdahale ve tepkide bulunmamış.
İşte o sessiz çoğunluk, o vatansever, vatan uğruna canlarını feda etmekten çekinmeyen cesur, akıllı, iradeli, kararlı insanlar şimdi darbenin karşısında duruyorlar, meydanları dolduruyorlar.

Gezi Olaylarını destekleyen ve halkı ayaklanmaya çağıranların birçoğu şimdi sessiz, tehlikenin farkında ve ülkenin birliğinden yana… 
Fakat bazıları hâlâ, meydanlarda toplananları, darbeye karşı olanları eleştiriyorlar. Aslında içimizdeki gerçek hainler bunlardır. 
Gündelik siyasetin içinde tartışmalarla çözüm aranacak bir gerilim ve buradan ilerleyen bir nefret duygusuyla, bu ülkede bütün bir siyaset alanını yok etmek isteyenlere bile zihninde yer açabilen bir kör anlayıştan bahsediyorum. Bunca kanlı saldırının, bunca acımasız vahşetin bile anlatamadığını biz bu insanlarımıza nasıl anlatacağız? 

Nasıl darbeci örgüt ülkenin tüm kurumlarının içerisine girmişse, içlerinde aynı nefret duygusuyla şimdilik olan biteni seslerini fazla çıkarmadan izleyen bu hainler de yerelde, yani Mersin’de birçok resmi ve sivil kurumun içerisine girmiştir. 
Rant ve güç amacıyla STK, Oda, Platform, Şura, Konsey gibi oluşumların içerisinde ve başında olmuşlardır. 
Hükümet düşmanlığının yanında kent rantının paylaşımında, el ele bir Kenti Geliştirmeyenler grubu kurmuşlardır.

Bu darbe girişimi aynı zamanda ülkemizin ekonomisine de büyük zarar vermiştir. 
Şimdi ekonomimizi daha iyi bir duruma getirmek için hep birlikte çok daha fazla çalışmalı ve mücadele etmeliyiz.
Önce yaşadığımız bu zengin coğrafyada bizim bu kaynaklardan yararlanmamızı engelleyen bir avuç Kenti Geliştirmeyen malum şahıslardan kurtulmalıyız. 
Onlar,15 yıl bir yerel yönetimle işbirliği içerisinde, Mersin’e gelecek tüm yatırımları kendi düzenlerinin bozulabileceğini düşünerek engellemeye ve geciktirmeye çalıştılar. 
Şu anda kentimizde bulunan inanılmaz vizyoner fikir ve projeleri olan bir kişi onları rahatsız ediyor ve onu engellemeye çalışıyorlar. 
Mersin’deki fakirliğin, işsizliğin, açlığın, refah seviyesinin yükselmemesinin tek suçlusu bunlardır. 
Mersin halkını yıllarca vaatlerle, yalanlarla, ümitlerle avuttular.
Maalesef bazı kent yöneticilerimiz de bunlara inandılar.

Önce vicdan yoksunu kasaba kurnazı bu kişilerden kurtulmalıyız.
Bu ülkede artık siyaset yapmanın anlamı, içeriği 15 Temmuz’dan sonra kökten değişmiştir.
15 yıldır bu ülkeye çağdaş demokrasinin gereklerini koruyarak her anlamda çağ atlatan bir siyasi iradeyi anlamayan, vesayet sisteminin içinde donakalmış zihinleriyle halkın tercihlerine saygısız, onu ve onun siyasi tercihini aşağılayan  bir küçük yüzde, oturup inandığı her şeyi gözden geçirmek zorundadır. 

Siyaset halkla birlikte, onun inançları ve kararları doğrultusunda yapılır. 
15 Temmuz gecesi bu halkın dünyayı sarsan demokratik direnişi, bu ülkede bundan sonra nasıl siyaset yapılması gerektiğini mıh gibi akıllara çakmıştır. 
Değişim de, güç de, iktidar da halkındır ve bunu tartmanın yolu da sandıktır. 
Kimin aklında daha önce neler vardı? Herkes birbirinin tanığıdır ve hepimizin de tanığı on yılda bir darbeyle kirlenen bu ülkenin tarihidir!  
Hepimiz bu ülkenin içinde, yaşayarak yaşlandık! 
Ne olur artık hepimiz yorgunuz… ve bu trajik rezil kalkışma en azından kimi kör tartışmaları artık sonlandırsın.
Öte yandan; elbette şimdi her şey daha nettir; şimdi doğrudan bir tarihin içinde yaşıyoruz ve kekelemeden, net konuşmak şimdi bir ahlâk meselesidir; siyasal ve insanî bir ahlâk!
Ülkemiz için; kentimiz için; demokrasi uğruna ölümüne direnen insanımız için; tankların altına kendini fırlatan, seri kurşunların üzerine koşan aziz şehitlerimiz için; yaralanan binlerce kardeşimiz için artık bu ülkede siyaset başka bir iklimde yapılacaktır! 
Dinleyerek, anlamaya çalışarak, dürüst bir akılla ve vicdanla…

Ama önce dürüstçe, akla ve vicdana teslim olarak kekelemeden konuşmak gerekiyor…ve ben siz değerli okurlarımla bunu denemeye devam edeceğim.

(Bundan sonraki yazımda Mersin’in gelişmesinde yabancı güçlerin ve onların Mersin’deki uzantılarının etkisini ve eylemlerini yazacağım.) 

HARUN ARSLAN