Türkiye' de çoğu yasa evrensel ilkelere, o ilkelerin dayattığı kriterlere göre değil, ortaya çıkan günlük sıkıntılara, çoğu zaman da siyasi hesaplara dayalı olarak yapılıyor, o nedenle de rüzgar değiştiği an ya yasa düzeltilmeye çalışılıyor ya da çöpe atılıp yenisi hayata geçiriliyor.
Hani Enver Paşaya atfedilen "yok kanun, yap kanun" sözü var ya, yüz yıldır aynı hataya düşüyoruz.
Sayısız örneği var da her alandan insanı ilgilendirdiği için ünlü "şike" yasasıyla getirilen cezaları, sonra da o cezalar çok yüksekmiş deyip indirime gidilmesini hatırlamayan var mı?
Gelişmişliklerini hukukla inşa etmiş ülkelere bir bakın. Bu kadar çok yargıyla, yasalarla, kısacası hukukla oynayan kaç ülkeye rastlarsınız? Bulamazsınız, çünkü gelişmeyle, hukuk iç içe yürür. Sağlıklı hukukun işlemediği ülkede ne gelişme olur, ne yatırımcı gelir, ne de dünyaya açılabilirsiniz.
Adamlar gelirken istikrar ararlar, haklarını kısa zamanda hiç bir sürprizle karşılaşmayacakları yoldan elde edecekleri işleyen bir yargı sistemini isterler. Bu konuda yerden göğe de haklılar. "yap boz" tahtasına dönen, akşam başka, sabah başka türlü yorumlanan düzenlemelere bel bağlayarak hangi aklı başında yatırımcı gelip yatırım yapar? 
Alın kamu ihale kanununu ve kanun çerçevesinde son 12 yıldaki 100'ü aşkın değişikliklere göz atın. Başka söze gerek kalmayacağını göreceksiniz.
**
Bir başka tartışmalı alan da yerel yönetimlerle ilgili düzenlemeler. 
Bir iktidar gelir, belediye sayısı az diye her 20 haneli yere Belediye kondurulmasına yol verir. O belediyeciliğin nasıl bir vahşi yağmayı beraberinde getirdiğini anlatmak için uzaklara gitmeye gerek yok. Mersin sahillerinde mantar gibi türeyen "ver parayı, al ruhsatı" belediyeciliğinin nelere mal olduğunu, kıyı yağmasıyla canlı yaşadığımız vahşetten daha güzel ne anlatabilir?
İşte Özal ile başlayan ardından her iktidarın seçmene en kolay yoldan rüşvet niyetine dağıttığı "ruhsat belediyeciliği" miadını doldurmuş olmalı ki, son 10 yılda belediye sayılarını hızla azaltan yeni akım başladı.
Dağıtırken de ölçüsüz davranıldı, toplarken de öyle.
Açılırken hiç bir hesaba kitaba, uzun vadeli gelişme kriterlerine, çevre kaygılarına dayanmadığı gibi şimdi kapatılırken de sonuçları, yol açacağı sorunlar düşünülmeden, nalıncı keseri misali adımlar atılıyor.
Deyim yerindeyse "vur denilince, öldürmek" gibi kötü bir huy gelişmiş bu ülkede.
"Söz milletindir" diyenlerin de "milli irade" sloganlarını haykıranların da bugün geldiği noktada yerelleşmeden ne anladıkları ortada. En küçük kararın bile merkeze taşınıp orada alındığı bir ülkede katılımcı demokrasiden söz edilebilir mi?
2008 yılında belde belediyelerinin çoğu kapandı, kalanları da 2014 seçimleriyle tarihe gömdük. Hatta hızımızı alamayıp köyleri de mahallelere dönüştürüp 50-60 km ötedeki ilçe belediyelerine bağladık.
Bütünşehir yasası olarak adlandırılan son düzenlemeyle yepyeni bir dönem başladı.
Ne kadar süreceğini bilmiyoruz, uygulamada aksaklıklar diz boyu ve buna karşı hangi adımların geleceğini de kestirmek mümkün değil. Aslında bu tür yasaların akıbetini merak edenler; geçmişte pergel yasasıyla başlayan süreci, o yasanın ömrünün ne kadar sürdüğünü ve onu hayata geçirenlerin sonradan nasıl da yerden yere vurduklarını hatırlasın.
Gelelim Bütünşehir yasasına...
Ankara' da oturuldu bir yasa yapıldı ve Mersin örneğinde ortaya çıktığı gibi Anamur' dan Yenice' ye uzanan geniş ve her yanıyla hayli zor coğrafyaya da İstanbul/Kocaeli modeline benzer elbise uygun görüldü.
Alt yapı var mı? Yok...
Yetki ve sorumluluğu verdiğiniz Büyükşehir Belediyeleri böylesine bir coğrafyayı yönetecek kadrolardan geçtim, zihinsel anlamda hazır mı? Hayır...
Ben yarın öbür gün sızlanmaların başlayacağını tahmin ederek yazmıyorum bunları. Yasa tasarısının fikri anlamda tartışılmaya başlandığı günlerden 2011' den beri söyleyip duruyorum. 2011 Haziranında kaleme aldığım yazıda sorunu anlatmış, çözümü de dile getirmişim*;
" Mülki İdare Sınırları dediğimiz vakit Mersin’in bugün fiziki uzaklık nedeniyle zorlandığı tabloda yaşanan sorunlar Büyükşehir Belediyesinin de karşısına çıkacak. Örneğin Mut, Gülnar, Aydıncık, Anamur gibi ulaşılması yarım gün süren ilçelerin önemli yetkilerinin çoğunun Büyükşehir Belediyesine aktarılması, problemleri de getirecek yanında. Bunun tek çözümü var: "Mersin’in doğusunda Tarsus ve batısında Silifke merkezli iki yeni İlin kurulması"  
Geçtiğimiz günlerde CHP il başkanlığı belediyesi kapanan Yenice beldesinin dört ayda düştüğü içler acısı halini kamuoyuyla paylaştı. Hepimizin günlük yaşamını doğrudan etkileyen yerel yönetimler konusunu anlatan çarpıcı fotoğrafı yansıtıyordu ama pek ilgiyi çekmedi. 
Yenice en azından sesini çıkarabildi, bir parti il başkan ve yönetimi gidip yerinde gördüklerini bizimle paylaştı. Ya sesi duyulmayanlar, dağ köylerinden sahil kasabalarına artık suyunu, yolunu, sinek mücadelesini Büyükşehir Belediyesinin emin ellerine emanet edip muhatap bulamayanlar ne olacak?
Erdemli' deki Avgadı yaylası da, Mut'a 56 km uzaklıktaki Kızılalan veya Anamur' a 50, Mersin' e 300 km uzaklıktaki Anıtlı köyü de artık mahalleye terfi ettiğine göre nasıl bir belediyecilikle tanışacak?
İçecek suyu için yarın gelip saat takacak Büyükşehir Belediyesi işi verdiği taşeron eliyle her ay faturayı burnuna dayamaya dayayacak ta, hizmet aksadığında vatandaş Belediyeye erişecek mi? Muhatap bulabilecek mi? Yoksa 6 saatlik yolu göze alıp Mersin' de MESKİ aramaya mı çıkacak?
**
Bir başka çarpıklık beldelerin ilçelere bağlanırken son konumlarının göz önünde bulundurulmaması...
Çarpıcı bir örnek verip kapatayım konuyu: 
Büyükeceli' yi Akkuyu nükleer santrali nedeniyle duymayan kalmadı sanırım. Sahildeki Büyükeceli Belde belediyesinin kapanmasıyla hangi belediyeye bağlandı dersiniz? 
41 kilometre uzaklıkta üstelik virajlı yollar nedeniyle 1,5 saatte ulaşılabilen Gülnar' a...
Oysa Büyükeceli Aydıncık ilçesine 26 km uzaklıkta ve otoyol bağlantısıyla 15 dakikada erişmek mümkün. Bu durumda Beldelerin en yakın ilçeye bağlanma ilkesi burada neden işletilmiyor? (Aydıncık' ın Gülnar' dan sonra ilçe olması Büyükeceli' nin Gülnar' a bağlanması için yeterli mi? Soru önemli çünkü Büyükeceli nükleer santral için düğmeye basıldığında Aydıncık' tan da Gülnar'dan da büyük nüfusa ve çok daha büyük ekonomik güce sahip olacak)
Eğer coğrafi yakınlık kriteri geçerli olacaksa Büyükeceli Gülnar' a değil Aydıncık' a bağlanmalı. Hatta ortada tereddüt varsa bir adım öteye geçilip referandum mekanizması işletilmeli. 
Getirin sandığı Büyükeceli' nin önüne. Vatandaş nereye bağlanmak istediğine kendi karar versin.
Yerel yönetimleri güçlendireceğiz diye ortaya çıkan kimi akıl almaz uygulamaların bazılarında olsun halka saygı duyun.
Sanırım, o kadarını isteme hakkımız var.
* https://abdullahayan.wordpress.com/2011/11/22/buyuksehir-belediyelerinin-sinirlari-yeniden-cizilirken/