Geçtiğimiz günlerde Mersin-Taşucu arasındaki en temiz denize sahip plajın iş makineleriyle nasıl katledildiğini fotoğraf eşliğindeki bir yazıyla kaleme almıştım.
Mersin kıyılarındaki "en temiz deniz" sözü öyle durup dururken ortaya atılmış bir iddia değil.
Meski ve Sağlık Müdürlüğünün ayrı ayrı yaptırdığı deniz ölçümleri bunu anlatıyor.
Arıtma tesisi devreye girmeden önce kirlilikle boğuşan denizimiz, kanalizasyon akıntılarından kurtulunca kısa zamanda kendini tedavi etti, yaralarını sardı ve en güzel dönüşü sağladı halka.
Kısaca Mersin'liler Başkan Özcan' ın "bu sahillerden denize girilecek" vaadi ete kemiğe bürünmediği için henüz o sahillere bakıp duruyor ama, işin asıl zor yanı çözüleli çok oldu.
Bu ayrı bir yazı konusu, biz gelelim Yelken kulübünün plajı yok etmeye kalkan girişimini yazmamın ve konunun haberleştirilmesinin ardından yaşadıklarıma.
Yazımın yayınlanmasının ardından tahmin ettiğim gibi konuya sahip çıkması gereken hiç bir kurumdan ses çıkmadı.
Ne Büyükşehir Belediyesi, ne Valilik, ne sahile sahip çıkıp halka açması anayasal yükümlülük olan Hazine ve milli Emlak Müdürlüğü...
Milli Emlak Müdürlüğünü anlamam mümkün.
Oradaki yetkililer kıyı kenar çizgisi içinde kalan ve hepimize ait olması gereken kimi boş alanları kiraya vermekle meşgul.
O nedenle soruna asıl sahip çıkması gereken kurumu hoş görmek boynumuzun borcu.
Kurumlardan ses çıkmadı ama Yelken Kulübü bir gün sonra bir arkadaşımızı çağırıp Müftü Deresi yanındaki yine kendilerine tahsis edilmiş tesislerinde konuk etti. Fotoğraf albümlerini paylaştı. (O fotoğrafları merak eden internetten bulup inceleyebilir)
Haberde canımı yakan çok önemli bir tema işleniyordu ki, af etmek mümkün değil.
Yelken sporu yapan engellilerin görüntülerini hiç kimsenin böylesi bir tartışmada kullanmaya hakkı yoktu ama bunu yaptı Kulüp adına arkadaşımıza bilgi verenler.
Bir başka hüzün konusu Vali Güzeloğlu' nun bir ziyarette çekilen fotoğraflarının da aynı röportajda yer almasıydı. Bunu da yaptı arkadaşlar. Valinin Yelken kulübünü ziyareti veya fotoğraf çektirmesi onların bulundukları yer yetmezmiş gibi Mersin'in en güzel plajını işgal ve kumsalı iş makineleriyle dövmelerine icazet sağlamadığını bilmeleri gerekiyordu ama göz ardı edilmiş o ilke de...
Konu yetkilileri pek ilgilendirmedi ama o sahilde yürüyenler, denize girenler, gelip geçenlerden inanılmaz tepkiler aldım.
Bir araya geldiklerinde hayli ses getireceklerine inandığım insanlar gerektiğinde demir parmaklıklarla ve tel örgülerle çevrilen o plajın önünde yetkililere seslerini duyurmak ve işgali protesto etmek için eylem yapma düşüncelerini dile getirdiler.
Umarım etkili olur...
Benim derdim Yelken sporu yapanlara hele engellilere engel olmak değil. Aksine onlara sahip çıkmak, karşılaştıkları her sorunda yanlarında yer almak, ahlaki ilkem ve dünya görüşüm gereği sonuna kadar savunmak benim görevim.
Ama insanlığa ait sahili işgal edip, denize girmeye çalışan sahipsiz insanların haklarını savunmak ta benim inandığım ilkelerim gereği namus borcum.
Hiç kimsenin sahili tel örgülerle çevirmeye, denizin içinde bile yaklaşılmaz bölge oluşturarak insanları bekçiler eliyle korkutmaya, sindirmeye hakkı yok.
Tekrar söylüyorum: Bu konuya Valilik el atmalı...
Ama Macit Özcan' da o iş makinelerine dekor teşkil eden ve Yelken kulübünün kendisine verdiği destek için teşekkürlerini ifade eden utanılası bez afişi oradan kaldırmalı.
Tel örgüler ve utanç duvarı gibi duran demir parmaklıklar sökülmeli, kısaca AİHM ve anayasanın emrettiği gibi o sahil ve plaj yeniden halka açılmalı.
Bunu sağlamaz, işgalin önüne geçmezsek, yarın öbür gün birilerinin duyarsızlığımızdan aldıkları cesaretle oraya tesis kondurmayacaklarının garantisi yok.
Sahiplenme adına kurumlardan medet ummayın, ne yaparsak kendimiz yapacağız, mücadelemizi kendimiz vereceğiz.
Halen hiç bir şey olmamış gibi davranan ve bir kaç koldan yazdıklarıma yorum, kimi dostlara serzenişlerle üste çıkmaya çalışanlara o sahilde beni etkileyen bir tabloyla cevabı vereyim ve bu konuyu artık burada noktalayayım:
Uzunca zamandır her sabah her yaştan insan yürüyüş ve sporun ardından o plajda denize girerken bir gün birileri gelip tel örgülerle kuşattılar, yetmezmiş gibi bir de bekçi tutup Allahın denizine insanların yaklaşmasını yasakladılar.
Derken bir sabah bir dede rahatsız torununu hem kumlara sarıp hem de birlikte denize girmek üzere el ele sahile geldiler.
Soydu torununu mayosunu giydirdi, kumsalda oynarlarken bekçi geldi ve oradan gitmelerini, gerekirse zor kullanacağını söyledi.
İzliyordum olanları, torununun yanında bekçiyle didişmeyi onuruna yedirmeyen yaşlıca adam, korku dolu gözlerle eline yapışmış ele daha sıkı sarılırken, torun döndü dedesine ve hayatım boyunca unutmayacağım o en masum ama en acımasız soruyu sordu:
"Dede bu deniz kimin?"
Şimdi herkese sormanın tam zamanı, "sahi o deniz kimin?..."