Kentlerin imar planlarıyla ilgili son tartışmayı Cumhurbaşkanı Erdoğan başlattı ve katıldığı akıllı şehirler konulu sempozyumda kentlerin geleceğine dönük hayli kapsamlı bir çerçeve çizdi.

Ağırlıklı olarak iki konudaki şikâyetleri dikkat çekici: Yüksek binalar ve araç işgali nedeniyle yayaların yürümekte zorlandığı yollar.

Yüksek binalarla ilgili aşağıdaki görüş Erdoğan’a ait:

 “merkezi yerlere yönelik aşırı talepten dolayı yüksek bina ihtiyacı makul görülebilirdi. Artık dikey yapılaşmadan yatay yapılaşmaya geçmemizin zamanı gelmiştir.
(…) Ankara, İstanbul hatta diğer şehirlerimizde bu istikamette atılması gerekli adımları görüyorum. Şehir merkezlerinden onlarca kilometre uzakta, oldukça da geniş boş alanların ortasında 30 – 40 katlı binalar yükseliyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil. “ 

13 yıllık tek başına iktidarın tartışılmaz liderinden bu sözleri duymak elbette sevindirici ama bir o kadar da şaşırtıcı.

Şaşırtıcı çünkü yasal düzenlemeleri yapma yetkisinin de, o yasaların uygulanmasının da gücünü elinde bulunduran bir iktidarın tüm stratejisini bugün de belirleyen tek oyun kurucusu olan Erdoğan, eleştirme veya görüş belirtmekten söylediklerini icra etme konumunda. 

Kısaca şikâyet etmek yerine ifa iradesini ortaya koymalı.

Hele İstanbul, Ankara başta olmak üzere neredeyse tüm büyük kentleri saran yüksek katlı bina dikme sevdasının son yıllarda gittikçe artan ivmeyle zirve yaptığı düşünülürse…
Sonuçta muktedir bir iktidar olarak irade sizde; yasaysa yasa, yönetmelikse yönetmelik, yetkiyse zaten her türlü imar yetkisini dilediğinde belediyelerden alıp icra eden Şehircilik Bakanlığı da tüm yetkisiyle iktidarın bir parçası…

Keşke “Basra harap olmadan önce” bu çok katlı bina furyasına dur denseydi. 

Erdoğan’ ın ‘şehir merkezlerinden kilometrelerce uzakta yükselen 30-40 katlı binalar’ tanımından en çok zarar gören kentlerinden biri belki de öncüsü Mersin, özellikle de sahilleri tarumar edilirken bu yağmaya dur diyecek bir iradeyi elde fener arayıp durdu yıllarca.

Ve sonunda tüm sahiller çoğu yerde kıyı kanununa, tarihi bölge gibi kavramlara inat birbiri peşi sıra dikilen surlardan farksız binalarla kuşatılırken tüm kurumlar, yetkililer ya gözlerini kapattı, ya başını başka yöne çevirdi. 

Sur tabirini boşuna kullanmıyorum; bugün özellikle de Mersinin batısında vatandaşın denize ulaşması deveye hendek atlatmaktan daha zor ve yer yer can güvenliğini tehdit eder boyutta.
Anayasa ve Kıyı kanunu sahillerin herkese açık olmasını öngörürken sıfır deniz konutların kondurulması nasıl mümkün oldu? Hadi mantar gibi biten ve tek işi “ver parayı, al ruhsatı” olan belediyeler o yağmaya izin verdi diyelim, kanunu uygulamakla yükümlü olan kurumlar niye izlemekle yetindi, neden göz yumdu?
Sakın yazdıklarıma bakıp eski zaman olaylarını anlattığımı sanmayın.
Güzelim kıyıların işgalleri bugün de tam gaz sürüyor. Ruhsatların ne zaman verildiğini, müktesep hak diye bir olgunun halen sürüp sürmediğini bilemem ama bildiğim bir şey var; Bugün de öyle siteler konduruluyor ki balkonundan denize ayağınızı sokmanız mümkün.
Üstelik sahilleri işgal eden siteleri oluşturan konutların neredeyse tamamı bir iki aylık yaz sezonunda kullanılıyor. 
Bugünlerde yüksek katlı binalardan şikâyet eden Erdoğan’ ın eleştirileri nedense birkaç yıl önce Bodrum sahillerinde tanık olduğu işgallerden sonraki kararlı görüşlerini anımsattı.
Ağustos 2013’ te şunları söylüyordu Erdoğan;
“Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kendi açısından, Kültür ve Turizm Bakanlığı kendi cephesinden, İçişleri Bakanlığı belediyeler boyutundan bakacak. Kıyı kenar çizgisi incelemesi yapılacak. Belediyeler bu inşaatlar yapılırken neredeymiş, nasıl izin vermişler anlamak mümkün değil. Haklarında dava açılabilir, gerekirse de görevden almalar olabilir”
Görevlerini hatırlattığı onca bakanlık herhangi bir inceleme yaptı mı?
Siz hiç hakkında dava açılan veya görevden alınan tek bir Belediye Başkanı duydunuz mu?
Hepsinden önemlisi ve vatandaşı ilgilendiren yanıyla asıl soru; Bodrum sahilleri işgalden kurtuldu mu?
Soruları uzatmak mümkün ama hepimiz biliyoruz ki, Bodrum işgali genişleyen boyutları ve tüm hızıyla sürüyor.
Bodrum’ u bırak Mersin’e bak sitemlerini de duyar gibiyim.
Kent içinde halka kapatılan kıyılardan da geçtim. Gerçekten Erdoğan Bodrum niyetine; Ayaş, Kızkalesi, Pompeipolis, Afrodisyas başta olmak üzere binlerce yıllık tarihin üzerine dökülen onca betonu, sıfır deniz sevdasıyla dikilen onca binayı, kondurulan onca siteyi görse ne derdi?
Erdoğan’ın yolu düşmedi diyelim. Mersinin yeni tartışma konusu 50 binlik, 100 binlik planlar üzerinde onca ahkâm kesenlerin, Ankara ile Mersin arasında köprü olanların, güreş tutanların, kıyı kanunu ortadayken her metrekaresi işgale uğramış yüzlerce km sahil konusunda bugüne kadar tek kelam ettiğini duydunuz mu?
Hatırlayın, ne diyordu şarkı: “masum değiliz, hiç birimiz”