Yıllardır kafamı meşgul eden soruyu Paris’ te gerçekleştirilen vahşi saldırıyla bir kez daha ve en can yakıcı haliyle bir kez daha kendime sordum.
Ekonomik anlamda 20. Yüzyılı yani sanayi çağını iki dünya savaşına ve onca badireye, çileye rağmen doyasıya yaşayan, refahı sosyal ve siyasal modelle taçlandıran Avrupa üretim modelinin ve ağırlık merkezinin hızla değiştiği 21. Yüzyılı hangi koşullarda karşılıyor? Bilgi çağı dediğimiz bu yüzyılın kendine özgü dinamiklerine ve durmadan değişen iklimine ayak uydurabilecek mi?
Bugün Paris saldırısıyla su yüzüne çıkan terör olgusunu radikal islama fatura eden algı ne ölçüde gerçeği yansıtıyor?
Ve hepsinden önemlisi faşizmi tarihin çöplüğüne gömdüğünü, insanlığın aşama kaydettiğini söyleyen Avrupalıdaki evrensel hümanizm ruhunun günün birinde kaybolmayacağını, ekonomik kriz ve benzeri bir gerekçeyle yeniden aynı iblisin canlanmayacağını kim iddia edebilir? Edilse de bu iddianın gerçeklik payı nedir?
Soruları uzatmak mümkün...
Başka yazılarda fırsat buldukça ve yeri geldikçe o soruları da ele alıp yanıtlamaya çalışacağım. Hem konu çok derin ve karmaşık, hem de korkarım ki, Paris vahşetiyle yüzümüze tokat gibi çarpan tablo gelmekte olan tehdidin burada kalmayacağını, aksine başka yerlerde çok daha kötüleriyle karşılaşacağımız bir korku tünelinin henüz başında olduğumuzu gösteriyor.
Yara henüz sıcak ve o nedenle yaşananları sağlıklı biçimde değerlendirmek içinde çeşitli tuzakları, tehlikeleri de barındırıyor. Sağduyulu yaklaşımların bile işe yaramayacağı bir konuyu ele almanın güçlüğüyle ben çok daha farklı bir pencere açmak istiyorum konuya.
Bunun için de yazının en başında tanımlamaya çalıştığım “yıllardır kafa karıştıran soruya” yanıt arayarak başlamak galiba en iyisi...
Bugün Avrupa’ da yaşanan ekonomik krizin körüklediği ayrışma, işsizliğin yarattığı umutsuzluk ve hepsinden önemlisi bir zamanların refah ülkelerinin sürüklendiği dibe vuruş ortadayken o umutsuzluğun ikliminden beslenen kitleleri özgürlük, demokrasi gibi kavramlar ne derece ilgilendirir?
Bir zamanlar işsiz de kalsa uygulanan sosyal politikalar sayesinde her türlü hizmete ulaşabilen, çalışmasa da yaşam kalitesinden ödün vermeyen sistem sayesinde ayakta duran yoksullar ve hatta orta direk 1980’ lerde başlayan sermayenin üretimini batıdan doğuya taşımasıyla mutluluk çağının bitmekte olduğunu görebilmeliydi, göremedi. Sadece o kesimler değil, geniş yığınların oyunu almaya talip olan politikacılar da gerçeği değil, mutlu yalanları söylediler. 
İki dünya savaşının ardından yerle bir olan Avrupa, ABD ile kol kola inanılmaz bir 30 yıl yaşadı.
Ta 1980’lerin başına kadar süren bir altın çağ...
Ve derken ABD’ de Reagan, İngiltere’ de Thatcher ile gelen neoliberal dalga...
Sermayenin o günlerden başlayarak koşulları gittikçe ağırlaşan bölgelerden emek gücünün boğaz tokluğuna arz edildiği (bugün Bangladeş, Vietnam, Çin gibi ülkelerde çoğu işçiye verilecek öğle yemeği aldığı ücretten daha yüksek) diyarlara doğru geri dönülmez yolculuğa çıktığı yıllar.
Uzunca süre Avrupa ayaklarının altından kayıp gitmekte olduğu süreci doğru okuyamadı, okuyamayanların doğru çözüm bulması da olanaksızdı, tam da öyle oldu.
Yeni iş alanları yaratmak bir yana mevcutların hızla kapandığı dönemi ABD sanayi çağının yerini almakta olan bilişim teknolojileriyle ikame etmeye çalışırken AB ortak kimliğini taşıyan Avrupa ülkeleri gelmekte olan tehlikenin bile farkına varmadan zaman öldürdüler. 
Hizmetler sektöründeki ağırlığıyla İngiltere ve rekabetçi teknolojilerle Almanya 80’ ler sonrasındaki duraklama dönemini hafif hasarlarla geçiştirmeye çalışırken, geriye kalan pek çok ülke akıntının sürüklediği bilinmeze aymazlığın kibirli sarhoşluğuyla koştular.
Fransa, İtalya çöken sanayileriyle, ABD’ den yayılan 2008 krizinin hasarlarını gidermeye çalışıyor ama ortadaki tablo hiç te umut vaat etmiyor.
Örneğin ABD yaralarını sarıp işsizliği %6’ların altına düşürdü. Almanya esnek ücret politikaları ve sermayeye tanıdığı görünen görünmeyen avantajlarla aynı krizi hafif hasarlarla atlatarak işsizliği %5’in de altına (2014’ü 4,9 ile kapattı) çekti ama Fransa’ da bugün aynı işsizlik oranları %10,5’ un altına inmiyor, İtalya’da ise %13... 
Genç işsizlerde tablo çok daha vahim: Fransa’da bugün %25,4’ e ulaşan yani her dört gençten birinin işsiz olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. İtalya’ da %44’ e çıkan rakam İspanya’ da %54’ e ulaşıyor. 
İnanılır gibi değil ama her iki gençten birinin işsiz olduğu ülkelerden söz ediyoruz.*
İşsizlik gençler için umutsuzluğu, umutsuzluk farklı ve yeni arayışları getiriyor.
Umudunu yitiren gençler başta olmak üzere tüm işsizler sorumluluğu siyaset ve medyanın da çaktırmadan katkısıyla yabancılara yüklemekte zorlanmıyor.
 Banliyöleri dolduran ister ister yasal, ister kaçak gelmiş olsun göçmenler hem büyütülmeyen pastadan pay aldığı için en büyük suçlu olarak görülüyor.
Aşırı sağcı hatta faşist söylemleriyle on yıl önce kimsenin ciddiye almadığı La Pen’ in ulusal cephesinin kamuoyu anketlerinde Fransa’ nın birincisi çıkması ve 2017 Cumhurbaşkanlığı seçiminin en güçlü adayı olması bu gelişmelere bakıldığında tesadüf değil.
Tıpkı umudunu yitiren varoş gençlerinin radikal akımlara kapılması, Suriye/Irak bataklığında serpilip gelişen IŞİD benzeri örgütlere katılmasının tesadüften ibaret olmaması gibi...
Sorun Fransa, İtalya, İspanya ile de sınırlı değil.
80’ lerde tüm dünyaya örnek gösterilen sosyal refah yıldızı İsveç, Danimarka da o muhteşem yıllardan, gelir adaletsizliğinin dayanılmaz boyutlara ulaştığı bir enkaz yığını kalmış geriye...
Avrupa’ yı var eden ve 2.dünya savaşının yerle bir ettiği toprakları barış vahası haline getiren AB projesine ne oldu derseniz?
AB projesi birbirini boğazlayan ülkelerin barış içinde bir arada yaşamalarını sağladı ama dünyayla rekabet anlamında geleceklerini garanti altına almaları sürecinde sınıfta kaldı.
1945-2015 arasındaki 70 yıllık maceranın ilk 35 yılı ne kadar parlaksa ve her gün biraz daha umut verdiyse, son 35 yılı da her gün biraz daha sönükleşen, umudun yerini umutsuzluğun aldığı bir dönem olarak hatırlanacak.
Ve korkarım ki, en kötü durağa daha gelmedik, yaşlanan Avrupa henüz dibe vurmadı, gerileme sürecek...
Avrupa Birliği projesi ne mi olacak dediniz?
Terör dalgalarıyla demokratik hakların tartışmaya açıldığı bir dönemde bir zamanların insanlık adına en mükemmel projesi korkarım ki, gelen her şiddet dalgasıyla biraz daha sararıp solacak...