Farklı cephelerden derlenen bilgiler böyle...
Çok farklı kaynaklardan derlediğim bilgi ve belgeler ışığında bende yer eden kanaate gelince...
Günümüz koşullarını göz önünde bulundurup, tarihin süzgecinden geçtiği haliyle değerlendirdiğimde şöyle düşünüyorum:
Başlangıçta dönemin İçel Valisi Tevfik Sırrı Gür, Arslanköy olaylarını gerici kalkışma olarak algılamış ve durumdan vazife çıkarma adına en sert biçimde üstüne gidilmesi talimatı vermiştir.
Silifke Jandarma Okuluna verdiği talimat sonrası buradan 145 jandarma eri ve 4 subayın yedek subay Mehmet Çağlar komutasında Arslanköy’ e sevk ettirilmesi bunun en somut göstergesidir.
Gür bununla da yetinmemiş ve Silifke' den gelmekte olan jandarmaya Fındıkpınarı' na varmadan katılmak üzere yola çıkmıştır.
Ancak o arada gelen bilgiler veya sağduyulu uyarıların da etkisiyle olsa gerek; Arslanköy’ e gitme kararından son anda vazgeçmiş, rahatsızlık bahanesiyle yarı yoldan Mersin’e dönmüştür.
Başlangıçta olayları bir zamanlar soruşturmacı olarak görev yaptığı Menemen kalkışmasına benzeterek, yüksek olasılıkla gerici ayaklanması olarak algılayan Gür, gelmekte olan Demokrat Parti iktidarının yakın zamanda hesap soracağı korkusuyla çark etmiş te olabilir.. 
Öyle olmasa kuş uçmaz kervan geçmez Arslanköy' ü hangi sağ duyulu yönetici tam 8 kamyon dolusu 150 jandarmayla basmaya kalkardı?
Belli ki, 1936'da toplu namaz kılma eylemiyle 'mimlenmiş' köydeki 'gerici ayaklanmasını' bastırmayı hayal eden Vali kısa süre sonra muhtemeldir ki, gaza getirildiğinin farkına varmıştır...
İster teftişe gittiği Menemen hadiseleri, ister akıllarda yer eden 1936'daki toplu namaz kılmaları nedeniyle topluca tutuklanan Arslanköy' lülerin vakası Valinin hareketine yol açmış ancak kısa zamanda işi Silifke Jandarma komutanlığına havale edip, yargı eliyle cezalandırılmaları yolunu seçmiştir...
8 kamyona bindirilmiş 150 civarındaki Jandarmaya komuta eden Asteğmen Çağlar ve emrindeki askerler derhal duruma el koyar, ilk etapta olayla ilgili olduğu belirlenen kadın erkek 92 kişi göz altına alınır.
Ayak ve ellerine zincir vurularak, kar üstünde yayan yürütülüp Bahçe kasabası üzerinden Mersin’e getirilen zanlılar arasında, kucağında emzirdikleri bebekleriyle kadınların olması muhalif Demokrat Partinin o günlerdeki kalesi sayılan Mersin' de büyük infiale yol açar.
Bu arada Arslanköy’ de sarhoş Jandarma komutanının da kışkırtmasıyla gelişen olayları soruşturmak üzere şubat ayının son günlerinde Genel Komutanlıkça Müfettiş görevlendirilmesi hayli ilginç bir gelişmedir ve ülkede bir şeylerin değişmeye başladığının göstergesidir. Sonuçta o soruşturma Jandarma Genel Komutanlığının talimatı doğrultusunda 8.Bölge Müfettişi Albay Kemaleddin Tuskaya tarafından yürütülse de, nasıl sonuçlandığı hakkında o günlerdeki gazeteler dâhil hiç bir yerde en küçük habere rastlamadım. (Büyük olasılıkla halkın öfkesini dindirmek amacıyla göstermelik soruşturma yapılmış, bugün de tanık olduğumuz gibi zamanın uyutan ve unutan ellerine tevdi edilmiştir)
3 Mart 1947 pazartesi günü gece geç vakte kadar süren sorguların ardından araştırma tezine göre bunların sekizi tutuklanır. (Oysa duruşmanın ertesi günü yayınlanan Yeni Mersin Gazetesinde yayınlanan haberlere bakılırsa mahkemeye 12 zanlı sevk edilmiş, bunların 9’u tutuklanırken 3’ü serbest bırakılmıştır.)
 23 Ağustos 1947 günü ise asıl tutuklama dalgası gelir. Mersin Sorgu Hâkimliği sürdürdüğü tahkikatı ikmal ederek dosyayı Cumhuriyet Savcılığına, Cumhuriyet Savcılığı da bu dosyaya dayanarak hazırladığı iddianameyi Mersin Ağır Ceza Mahkemesine gönderir. 
Yine Yeni Mersin’de yer alan habere göre köy halkından kadın erkek 93 sanığın çıkarılan olaylarla ilgileri belirlenmiş, evvelce ‘mevkuf’(tutuklu) 9 kişiden başka 38 kişi hakkında tevkif müzekkeresi kesilerek, yakalama emri çıkarılmıştır.
Mersin Ağır Ceza Mahkemesi dava gününü de ilan eder: 4 Eylül 1947 Perşembe günü, Mersin Adliyesinde yapılacaktır ilk duruşma…
Sanıklar hakkındaki iddialar; hükümete karşı isyan etmek, devletin silahlı gücüne karşı koymak, istenilen sandığı vermemek, inzibatı temine memur birliğe mensup kimseleri taşla yaralama suçlarıdır.
İlk gün gelişlerinden bile pek kimsenin haberdar olmadığı köylüler, ertesi gün çeşitli gazetelerde yer alan haberlerle ülke gündemine oturur. Halk öğrendiği olaylar karşısında büyük infial gösterir. Deyim yerindeyse uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek şok etkisi yaratır.
Özellikle hamile ve kucağında bebeleriyle kadınların prangalı olarak getirilip karakol nezarethanesine atılması ve ardından hapishaneye koyulması zaten Demokratların kalesi olması hesabiyle Mersin' de deyim yerindeyse deprem etkisi yapar.
 Duyan herkes soluğu şimdi ki Jandarma komutanlığının yerinde bulunan hapishanede alır.
Halk yoğun ilgisini esirgemez onlardan, aylarca evlerde pişen yemekler taşınır mazlum tutuklulara.
Olay Türkiye gündemine de bomba gibi düşer. Sadece Mersin’in değil ülkenin en ünlü avukatları Arslanköylüleri savunmak üzere kuyruğa girerler adeta. Kimler yoktur ki savunma görevini üstlenmek isteyenler arasında? 
Yazı dizisinin bir sonraki bölümünde Arslanköy davasını savunmayı üstlenen Türkiye genelinde ünlü 30 avukatın isimleriyle, Mersin'de halkın tepkisinden korkan erklerin davayı Konya' ya taşımaları sürecini anlatacağım...