CHP'lilerin sıkça hatırlattığı "devlet kuran partiyiz" sözü doğru değildir. Doğru olan devlet eliyle bir parti kurulduğu ve 1946’ya kadar da ülkenin o tek parti üzerinden yönetildiğidir.
Ancak ikinci dünya savaşının sonunda dünyayı yeniden kurgulama hakkını kendinde bulan ABD' nin İngiliz tarzı sömürgeleştirme politikalarının yerine özellikle girişim özgürlüğünü öne çıkaran paradigma değişikliğinden Türkiye de nasibini aldı.
Sovyet tehdidine karşı ABD cephesinde yer almanın, NATO' ya girmenin de bir bedeli vardı, demokrasiye adım atmanın temel koşulu olan çok partili sistem bu nedenle apansız geliverdi.
Kısaca resmi tarihin çoğu yalanı gibi, İnönü'nün başında yer aldığı yönetici elit kendi arzusuyla demokrasiye geçişin yeşil ışığını yakmadı. Koşullar dayattığı için o zor eşiği geçmek zorunda kaldı İnönü ve CHP...
Geçerken de özellikle 1946 seçimlerinde her türlü sandık hilesine başvuruldu, halka zulmedildi.
O nedenle oy atmanın jandarma nezaretinde açıkta, buna karşı sayımın kapalı kapılar ardında gizli yapıldığı 1946 seçimlerini kazandıklarını açıkladılar. (hile yapılmasa da DP sınırlı sayıda ve yerde aday göstermişti, çoğunluk zorunlu olarak CHP'nin olacaktı, buna rağmen her tür sandık oyununa başvurdular.)
Ama halk CHP' den ve seçkinci bürokratik buyuruculardan bezmişti ve iktidardan indirmeye kararlıydı. 1950’de kutsal hakkını kullanarak, yakaladığı ilk fırsatı kaçırmadı. Buyurucuları sandığa gömüp, mazlumları temsil ettiğini söyleyenleri iktidara getirdi.
DP iktidara geldiği günden askeri darbeyle uzaklaştırıldığı 1960' a kadar yapılan tüm seçimleri kazandı, her seçimde CHP' ye sandık dersi verdi.
Halkın önüne koyduğu sandıktan asla çıkamayacağını anlayan İnönü CHP' si, öyle sanıldığı gibi 1957'den başlayarak değil ilk günden itibaren darbe kışkırtıcılığına soyunmuştu.
Örnek mi?
14 Mayıs 1950'de iktidara gelen DP daha ne olduğunu anlamaya çalışırken, 30 Ağustos törenlerini bahane eden kısa zaman öncesinin neredeyse kutsanan Milli Şefi ve yeni dönemin muhalefet lideri İnönü yaklaşmakta olan muhtar seçimlerinin, seçim ötesinde anlamı olduğunu iddia edip, şunları söyleyecekti:
"Bu seçimde DP' ye oy vermemek lazımdır. DP idaresindeki memleket huzursuzluk içindedir. Siyasi emniyetimiz pervasız ve apaçık tehdit altındadır. Memleket her an nispetsiz kuvvetlerin ani taarruzuna maruz kalma tehlikesi karşısındadır.
Tehlike gelip çatarsa biz varlığımızı nasıl koruyacağız?"
3 ay önce seçim kazanmış iktidara karşı halkı hem de aba altından sopa gösterecek sözlerle korkutmak hangi akla hizmetti bilinmez ama tek partiden çok çekmiş halk, tehditlere karşı tüm seçimlerde CHP' ye değil, DP' ye oy verdi.
1960 darbesine kadar korku imparatorlarına pabuç bırakmadı, hür iradesiyle gidip oyunu kullandı.
Darbe gerekçesi olarak öne sürülen, DP' nin seçimleri yaptırmayacağı ve kendi diktasını kuracağı iddiası sıkça dile getirilmiştir ama gerçek öyle değildir. Tıpkı 1960 darbesine "devrim" adını verenlerin emperyalizme karşı diri kuvvetlerin demokrasi mücadelesi yalanını yıllarca yutturması gibi...
1960 darbesiyle öylesine yalan rüzgârı estirilmiştir ki, dünyanın en rezilce işine kalkışanlar, halkın seçimle iş başına getirdiği meşru iktidarı "anayasayı çiğneme" suçlamasıyla yargılamış, halkın seçtiği bir Başbakanı darağacına göndermekten çekinmemiştir.
Bizim solcu geçinseler de her taraflarından ulusalcılık akan asker meftunları, 27 Mayıs'ın emperyalizme karşı "asker-gençlik" el birliğiyle gerçekleştirildiği havasını pompalamıştır ama yakın tarihi çarpıtmaya yönelik bu iddialara karşı gerçek güneşin balçıkla sıvanmayacağı çıplaklıktadır.
Ve bir şey daha; darbeye ABD' nin göz yummasının altında, IMF' ten istediği yardımı alamayan iktidarın saf bir şekilde kendisine yeni alternatifler arama gafletine! düşmesi yatmaktadır.  13 Nisan 1960 tarihli gazeteler "Başvekil Menderes' in Temmuzda Sovyet Rusya' ya gideceği" haberini manşetten vermektedir. Bu yeşil kuşak projesinde Sovyetlere karşı Türkiye ve Yunanistan'ı cephe ülkesi olarak gören ABD' nin kabul edeceği bir şey değildir. Zaten süreç bu açıklamadan sonra hızlanacak ve Menderes'in ömrü Moskova ziyaretine yetmeyecektir.
Yıllarca devrim olarak resmi bayram diye kutlanan o meşum darbeyi gerçekleştirenlerin ilk iş olarak radyodan "NATO ve CENTO' ya bağlılıklarını bildiriyle açıklamaları 27 Mayıs'ın rengini yeterince anlatmaktadır.
Bu kadar da değil. DP' yi on yıl boyunca Kore'ye gönderdiği asker nedeniyle yerden yere vuranlar, hiç bir şey olmamış gibi aynı yolu hiç bir sapma göstermeden izlediler.
Ve hepsinden önemlisi; Darbeciler, Türkeş' i bir tankla ABD büyükelçiliğine gönderecek ve kendilerine derhal 50 milyon dolar verilmediği takdirde 1 Haziran günü maaş ödenemeyeceğini söyleyerek, bunun da yol açacağı tahribattan dem vurup göz korkutacaktır.
Sonuç mu? Büyükelçinin uyandırdığı Washington' daki yetkililer gerekli parayı zamanında göndererek tarafını ilk günden belli etmiştir.
DP' nin ülkeyi seçime götürmeyerek diktasını kuracağı iddiasına gelince.
O günün gazetelerinden bir iki haber özeti bile bunun nasıl büyük yalan olduğunu ortaya koymaya yeter...
3 Mayıs pazar günü Menderes radyo konuşmasında 28-29 Nisan olaylarına da değinerek "bu seçimsiz iktidara gelme teşebbüsüdür" der ve ekler:
"Hazırlanmış, tertiplenmiş ve içleri kinle dolmuşların teşkil ettiği bir zümrecik, mesela İstanbul'umuzun iki milyon nüfusuna nispetle üç dört gündür köşe kapmaca oynar gibi sokaktan sokağa kaçışıp dağılan tekrar toplanan sanki bir gerilla teşkilatı. Bir kısım avare insanlar. Ve bunların karşısında İstanbulun büyük halk kitlesi, vakar ve metanet içinde yüzlerinin çizgileri hayret ve nefretle gerilmiş, karşıdan seyirci.
Bu mudur ihtilal?
İhtilali hak haline getirecek sebeplerden hangisi mevcut? Büyük halk kitlelerinin ölülerini gömmek için kefen bezi bulamadıkları zamanda mı yaşıyoruz? ..."
16 Mayıs günü Menderes Körfez vapuruyla kendisini siyasete atıldığı günden beri sahiplenen, bağrına basan İzmir'e gelir. Vapurun yanaşacağı Cumhuriyet meydanını hınca hınç dolduran yaklaşık 300 bin kişiye hitap edecektir. Ancak son dönemde sergilenen provokasyonlar burada da sergilenir.
Başını CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek ve İl Başkanı Lebip Yurdoğlu' nun yer aldığı bir grup, yüzbinleri kışkırtmaktan başka anlamı olmayan eyleme kalkışır, Atatürk anıtına çelenk koymaya kalkarlar.
Ortam gerilir, çıkan çatışmada 8 kişi yaralanır.
Menderes yine de mitingde hitap eder halka ve akşam Gazeteciler Cemiyetinde çok net konuşur: "Seçimler yapılacak ve DP dönemindeki diğer seçimler gibi dürüst olacaktır. Biz meselelerimizi her zaman olduğu gibi milli irade yoluyla hal edeceğiz. Demokrasiyi her türlü fasit teşebbüse karşı koruyacağız"
18 Mayıs günü Manisa' ya geçer Başbakan ve kendisini bekleyen yüz binlere hitap eder. Gündeminde DP' ye karşı sahnelenen tezgâh vardır:
"Ağızlarda bir takım şeametli sözler dolaşmaktadır. Ayaklanma gibi, isyan gibi, ihtilal gibi... Yine bazı ağızlar sanki memlekette hayat çekilmez şartlardaymış gibi konuşuyor, bunları iddia edenler memleketin huzuruna kast edenlerdir. Şurada burada bir kaç yüz adam toplamak suretiyle milli iradenin, milletin karşısına çıkılacağını sanan bedbahtlar var. Irak' ta ihtilal olur, bu bambaşka bir hadisedir ve tahakküme dayalı bir idareye karşı yapılan harekettir. Bizdeki ihtilal heveskârlarını imrendirmiş olabilir ama herkes bilmelidir ki, bu memlekette hiç kimse bundan böyle zorla iktidara gelemeyecektir. İktidara ancak aziz milletin reyleri ve seçimle gelinecektir"
Menderes kendisine karşı hazırlanan darbe girişiminin farkında olmalı ki, Anadolu'yu harmanlamakta ve gittiği her yerde kendisini bekleyen mahşeri kalabalıklara hitap ederken aslında darbe heveslilerine mesaj vermeye çalışmaktadır.
Bu da yetmez. Aylar öncesinde kararlaştırılmış Yunanistan gezisini iptal eder. Ege ardından Eskişehir, Konya mitinglerine katılmak üzere 26 Mayıs'ta Eskişehir'in yolunu tutar.
Darbe kendisini burada yakalayacak, ülkenin Başbakanını ölüme götürecek ve o günden sonra arkası kesilmeyecek darbelerin ilk kilometre taşları o gece döşenecektir.
27 Mayıs darbesiyle Mersin' de yaşananları, gözaltına alınanları, kimlerin alyans, yüzük, para ellerinde ne varsa bağışladıkları varlıklarını ve o servetlerin akıbetini de anlatacağım ama bir sonraki yazıda...