I)HUKUKİ İŞLEMDE EŞLERİN TASARRUF YETKİSİ

TMK evlilik birliğinin düzeni ve işleyişi ile ilgili düzenlemeler yaparken mümkün olabildiği kadar birliğin insani ve çağdaş aile yapısına uygun olması amacıyla bir takım kurallar belirlemiştir. Evlilik birliğinin muhafaza edilmesi ve 22/11/2001 tarihinde kabul edilen 4721 sayılı Yeni Medeni Kanun ile aile içinde ki cinsiyetçi  kavramlardan uzaklaşılmış, eşlerin evlilik birliğini ilgilendiren konularda eşit söz hakkı tanımayı amaçlamıştır. Bu yaklaşımın doğrultusunda TMK’da ki bazı maddeler evlilik birliğini ilgilendiren hukuki işlemlerde diğer eşin rızasının aranacağına dair düzenlemeler mevcuttur.

Öncelikli olarak söz konusu maddelerin izah etmiş olduğu durumu doğru anlayabilmek için kısa olarak hukuki işlemin ve tasarruf işleminin ne olduğunun tanımı yapmakta fayda olacaktır. Hukuki işlem ‘’ bir veya birden çok kişinin hukuk düzeninin öngördüğü sınırlar içinde gerektiğinde diğer unsurlarla birlikte hukuki sonuçlar doğurmaya yönelmiş irade açıklaması veya açıklamalarından oluşan hukuki bir olgudur.’’   Tasarruf işlemi, ‘’bir hakkı doğrudan doğruya etkileyerek onu devreden, sınırlayan, sona erdiren veya onun içeriğini değiştiren bir işlemdir’’  şeklinde tanımlanabilir. Mülkiyetin, alacağın devri, borcun üstlenilmesi, rehin hakkı tesisi tasarruf işlemlerine örnek olarak gösterilebilir. 

Kanun koyucu TMK md.193’de eşlere hukuki işlemler konusunda her hangi bir kısıtlama, sınırlayıcı bir durumu düzenlememiştir. Öncelikli olarak eşlerin tasarrufta bulunması konusunda serbest bırakmıştır. Eşlerden her biri, üçüncü kişilerle ve karşılıklı olarak her türlü hukuki işlemi yapabilmektedir. Bu madde de kanun koyucu hukuki işlemlerin yapılmasında cinsiyetçi bir yaklaşım göstermeyerek, her iki tarafında istediği tasarrufta bulunabileceğini kabul etmiştir. Evlilik birliğindeki eşitlikçi yaklaşımını  TMK md.193’de görebilmekteyiz. Ancak söz konusu maddede genel kuralın dışındaki aksi halleri de saklı tutmuştur.  
Maddenin gerekçesinde de eşler arasında kabul edilen eşitlik prensibi uyarınca, kadının bazı hukuki işlemleri için hakimden izin almasına gerek görülmediği gibi eşler arasında cebri icra yasağı ve istisnalarını muhafaza etmeye de gerek görülmemiştir. Eşler de birbirlerine karşı borçlarını ifa etmeli, aksi halde sonuçlarına katlanmalıdır. Yani eş, genel kural olarak bir makamdan izin almadan ve diğer eşin rızası aranmadan her türlü hukuki işlemi yapmada serbesttir.

II)EŞİN RIZASININ ARANDIĞI HUKUKİ İŞLEMLER

A)TMK madde 194 – Aile Konutu

Kanun koyucu eşlerin hukuki işlemleri yapmadaki özgürlüğüne md. 194’de istisna getirmiştir. Md.193’de saklı tuttuğu hallerden bazılarını bu madde de düzenlemiştir.
Eşlerin evlilik birliği içerisinde kullanmış oldukları taşınmaz aile konutu niteliğindedir. Dilerse eşlerden biri bu hususu tapu kütüğüne aile konutu olarak kullanıldığını şerh ettirebilir. Tapuda söz konusu taşınmazın aile konutu olduğuna dair şerhin yazılmamış olması o taşınmazın aile konutu niteliğini olumsuz yönde etkilemeyecektir. Çünkü tapuya yazılan şerh açıklayıcı niteliktedir. Bu hususta Y2HD 2018/4714 E. 2019/2387 K. 07.03.2019 tarihli kararında taşınmazın, tapıya aile konutu şerhi konulduğu için değil eşlerin evlilik birliği içerisinde söz konusu konutu kullanmış olduklarından dolayı bu niteliğe sahip olduğunu izah etmiştir.  
Ayrıca belirtmek gerekir ki aile konutu şerhinin tapuda yer almamasının, üçüncü şahıs açısından değerlendirilmesinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ile Özel Daire’nin farklı görüşleri olmuştur. Şöyle ki; ilk görüşe göre söz konu konutu devir alan kişi tapuda aile konutu şerhi olmadığı için ve bu hususu bilmesi kendisinden de beklenemiyorsa üçüncü şahsın kazanımı korunacaktır. Y2HD 03.06.2015 tarihli 2015/2078 E. 2015/11503 K. sayılı kararında ki görüşü de  ‘’Aile konutu olan taşınmazın, hak sahibi olan erkek eş tarafından üçüncü kişiye devri, davacının açık rızasını gerektirmektedir. (TMK.md. 194/1) Bu rıza alınmamıştır. Tapu kaydında konutla ilgili bir şerh de bulunmamaktadır. Bu durumda taşınmazı ilk devralan Ahmet'in, iyi niyetli olması halinde kazanımı korunacak (TMK.md. 1023), kötü niyetli ise kazanımı korunmayacak, bu son halde Ahmet'in üzerindeki tescil, yolsuz tescil niteliğini alacaktır.’’ Şeklindedir. 

Ancak  aynı konuda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu direnme kararı sonrası yapmış olduğu değerlendirmede bu hususa dair kanaatini  2017/ 2934 E. 2017/1556 K. 06.12.2017 tarihli kararında  ‘’Somut olaya gelince; dava konusu taşınmazın aile konutu niteliği taşıdığı hususunda Özel Daire ve mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Ne var ki, davalı ... adına kayıtlı taşınmaza 05.07.2004 tarihinde davalı şirket aleyine ipotek tesis edildiği, bu işlem sırasında davalı şirket tarafından davacı eşin açık rızasının alınmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda, TMK'nın 194/1. maddesi eşin açık rızasını aradığından, yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkânsızdır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında tapu kütüğünde aile konutu şerhinin işlenmemiş olduğu durumlarda TMK'nın 1023. maddesinde yer alan düzenleme karşısında iyi niyetli üçüncü kişinin ayni hak kazanımının korunacağı, bu nedenle Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Bu itibarla, aile konutu niteliğinde olduğu hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz için davacı kadının bilgi ve onayı dışında, TMK'nın 194/1. maddesine aykırı olarak ipotek tesis edilmesi nedeniyle yerel mahkemece ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından bu yöne ilişkin direnme kararı yerindedir.’’ 

Görüldüğü üzere Yargıtay Hukuk Genel Kurul’un tapuya işlenmeyen aile konutu şerhinde üçüncü şahsın kazanımı TMK'nın 1023. Kapsamında korunmayacağını belirterek, bu noktada Genel Kurul TMK md. 194’ün düzenleme sebebine uygun olarak evlilik birliğinin ekonomik varlığını ve diğer eşin, müşterek çocukların menfaati yönünde görüş bildirmiştir. 

Aile konutu, eşlerin evlilik birliği içerisinde hayatlarını idame ettirdikleri en önemli yerdir. Aile için önemli bir niteliğe sahip taşınmaz üzerinde yapılacak hukuki işlemlerde, kanun koyucu bir eşin tasarrufunu yeterli görmeyip diğer eşinde rızasını aramayı uygun bulmuştur. Toplumsal gerçeklere dikkat edildiği zaman fark edilecektir ki bir eşin bu konudaki her hangi bir tasarrufu diğer eşin ve müşterek çocukların olumsuz etkilenmesine yol açabilmektedir. Bunun sonucunda, 4721 sayılı Medeni Kanun’un öncelikli olarak korumak istediği evlilik birliği ve aile huzurunun tehlikeye düşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu hususun önüne geçilmesi amacıyla md. 194’de aile konutu niteliğinde kullanılan taşınmazın, kira sözleşmesinin fesih edilebilmesi için diğer eşin rızasının alınması gerektiğini düzenlemiştir. 

Md. 194/1’in devamında aile konutu niteliğine haiz olan taşınmazın devredilemeyeceği ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılamayacağını da düzenleyerek diğer eşin ve müşterek çocukların yararına olan hususları muhafaza etmiştir. Bu düzenleme emredici nitelikte olup eşler arasında aksine bir anlaşmanın yapılması mümkün değildir. 

Kanun koyucu eşin rızasını ararken rızanın nasıl olması gerektiği yönünde her hangi bir şekil şartı getirmemiştir. Sadece rızanın açık rıza olması gerektiği vurgulanmıştır. Eşin bu hukuki işleme rıza verirken kendi özgür iradesi ile bunu yapmalıdır. Bu yazılı olabileceği gibi sözlü olarak da yapılabilir. Önemli olan rızanın varlığıdır. Aksi halde söz konusu hukuki işlem geçersiz olacaktır. 
Evlilik birliği içerisinde diğer eşin menfaati ve ailenin korunması amacıyla getirilen bu düzenlemenin kötü niyetli olarak kullanılmasının önüne geçmek için kanun koyucu aynı zamanda TMK md.194/2’de hakim müdahalesi için hak tanımıştır. Eğer eşlerden biri haklı sebep olmaksızın rıza vermez, rıza sağlanamaz ise diğer eşe söz konusu hukuki işlem için hakimden müdahale etmesini bu hususta isteyebilecektir.    

Editör: Barış Köksal