Devletlerin kamu hizmetlerini karşılayabilmek için gerçek ve tüzel kişilerden aldıkları parasal tutarlara vergi denir. Bu bakımdan vergi ile kamuya yapılacak hizmet arasında doğru orantı bulunmaktadır. Özetle; vergiyi alabilen devlet vatandaşına hizmet verebilir, alamayan devlet ise vatandaşına hizmet üretemez.

Verginin tarihsel sürecine baktığımızda; maliyetleri nedeniyle ilk çağlarda halka hizmet gibi bir durum söz konusu olmadığı için sadece savaşlarda savaş giderleri için halktan vergi toplanırdı. Sonraki dönemlerde ortaçağla birlikte yerleşik hayata geçilmiş ve kamu hizmet ihtiyacı hâsıl oldukça özellikle şehirlilerden vergi alınmaya başlanmıştır. Yeniçağa kadar vergi; kamuya hizmet üretmekten ziyade yönetenlerin savaş ihtiyaçları ve kamu yönetimindeki gücünü sağlamlaştırmak ve toplumu yönlendirmek amaçlı toplanmıştır.
Kurtuluş Savaşı ile başlayan Türkiye Cumhuriyeti süreci; kapitülasyonlardan kaynaklı ayrıcalıkların bedeli ödenerek sonlanması, Osmanlı Devleti’ne ait borçlar ve savaş yükünün temizlenmesi, kurulacak fabrikalar, tesisler ve yolların yatırımı nedeniyle ağır vergiler toplanmıştır. Düzenli vergi alınmasına engel olan tımar sistemi kaldırılmış yerine Batı Avrupa vergi sistemi getirilmiştir. Verginin yatırım ve kamu hizmeti odaklı olması bu döneme denk gelir. 

Bu gün tüm dünyada vergi, klasik tabiriyle “yol, su, elektrik” gibi ağırlıklı kamu hizmeti için toplansa da ülkemizde özelleştirilmiş olan eğitim, sağlık, doğalgaz ve elektrik hizmeti için neden hala vergi ödemeye devam ettiğimizi anlamak oldukça güç. Aynı şekilde kaynak yaratmak amacıyla devlete ait hemen hemen tüm kurumların özelleştirilerek satılmasına rağmen devletin yapması gereken köprü ve tünellerin geçiş garantili, havaalanının yolcu garantili ve hastanelerin hasta garantili olarak özel sektöre yaptırması verginin ne için toplandığı izahı mümkün olmayan bir durum olarak çıkıyor ortaya. 

Altyapı hizmetlerinin durduğu ve yatırımların bedeli mukabil garantili sistem hesaplarıyla özel sektörce yapılmasına rağmen hala vergi toplanması; hazinenin paranın kontrolünde ya zayıf kaldığının ya da parayı çarçur ettiğinin göstergesidir. Buna rağmen muhasebe mesleğine renk getirmek için (!) çıkarılan “poşet vergisi” “geri kazanım katılım payı vergisi” “dijital hizmet vergisi” gibi vergiler nedense aklıma 18. yüzyılda toplanan, uzun sakallılardan “sakal vergisi” uzun bıyıklılardan “bıyık vergisi” şapka kullananlardan “şapka vergisi” peruk takanlardan “peruk vergisi” alındığı vergileri getirdi. Tahmin ediyorum ki şimdi sırada, ya çıkarsa diye köseye “Sakal Vergisi” var, hazırlıklı olun sevgili muhasebeciler. [email protected] 29.02.2020