Av. Sahra Düzgün Tucel konuya ilişkin şu ifadelere yer verdi: “İddet müddeti; boşanmasının ardından kadının tekrar evlenebilmesi için beklemesi gereken süredir. Halk arasında bekleme süresi olarak da bilinen iddet müddeti yalnızca kadın eş için düzenlenmiştir.

Soybağı karışıklığına sebebiyet vermemek adına evliliği sona eren kadın için Türk Medeni Kanunu’nda bir bekleme süresi öngörülmüştür. Kadın için öngörülen bu bekleme süresi kesin olmayan evlenme engellerindendir.

İddet, Türk Kanunu Medenisi’nde müddetler başlığı altında m. 95 de ve m. 96 da düzenlenmişken, bu süre kadın için bekleme süresi şeklindeki tek başlık altında Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:

Mutlu Yaşam Köyü konaklama kapasitesini artırdı Mutlu Yaşam Köyü konaklama kapasitesini artırdı

TMK m.132; “Evlilik sona ermişse, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün geçmedikçe evlenemez. Doğurmakla süre biter. Kadının önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri hâllerinde mahkeme bu süreyi kaldırır.” şeklindedir.

Medeni Kanun’un 132. maddesi kadının temel bir insan hakkı olan evlenme hakkına engel oluştururken bedeni ve doğurganlığı konusunda karar verme haklarını da ihlal etmektedir.

İddet müddeti içerisinde doğan çocuğun soybağı, TMK m.285 hükmü gereğince babalık karinesi kapsamındadır.

 TMK m.285; ‘’Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır. Bu süre geçtikten sonra doğan çocuğun kocaya bağlanması, ananın evlilik sırasında gebe kaldığının ispatıyla mümkündür. Kocanın gaipliğine karar verilmesi hâlinde üç yüz günlük süre, ölüm tehlikesi veya son haber tarihinden işlemeye başlar.’’

 

İddet müddetine ilişkin üç yüz günlük süre, boşanma kararlarının kesinleşmesinden itibaren başlar. Zira boşanma kararının kesinleşmesine kadar yasal olarak kadın ve erkek hala evli sayılmaktadır. Kanunun üç yüz günlük bir süreyi kabul etmesinin nedeni ise, kadının bilimsel olarak en geç böyle bir sürede doğum yapabileceğinin kabulünden kaynaklanmaktadır.

Uygulamada kadınlar iddet müddetini kaldırmak için hastanelerden raporlar alarak evlendirme dairelerine başvurular yapmaktadırlar; fakat kadının herhangi bir mahkeme kararı olmadan aldığı raporun geçerliliği yoktur. Kadının iddet müddetinin kaldırılmasına ilişkin talepleri ancak dava yoluyla ileri sürülebilmektedir.

Bekleme süresi kesin olmayan evlenme engellerinden olup, kadın oturduğu yer aile mahkemesine başvurarak iddet müddetinin kaldırılmasını talep ederek bu evlenme engelini aşabilir. Bu engel aşılmadığı takdirde, iddet müddeti içinde çocuk doğarsa çocuğun babası eski koca sayılır. Eski kocanın çocuğun gerçek babası olmaması durumunda ise, ortaya çok daha ciddi bir problem olan babalık davası süreci çıkacaktır. Zira babalık karinesi gereği eski koca çocuğun babası sayıldığından bunun aşılabilmesi için çocuk adına bir kayyım atanarak eski koca bakımından soybağının reddi ile gerçek baba için soybağının kurulması davasının birlikte açılması gerekecektir.

Türkiye; Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ne (CEDAW) taraftır ve bu sözleşme iç hukukumuz bakımından bizim için bağlayıcıdır. Sözleşmenin 1. maddesi “İşbu sözleşmeye göre, “kadınlara karşı ayırım” deyimi kadınların, medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlandırılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan  ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayırım, mahrumiyet veya kısıtlama anlamına gelecektir" derken 16. maddesi de "kadın ve erkek boşanınca eşit haklara sahip olmalıdır” demektedir.

İddet müddeti ile ilgili AİHM yakın tarihte yeni bir karara imza attı. İddet müddeti, Anayasa’da düzenlenip koruma altına alınan kişisel haklar açısından kadınların kişisel haklarını engelleyecek nitelikte olup AİHM de yakın tarihte ilginç bir karar verdi. AİHM ise iddet müddetinin özel hayata saygı ve ayrımcılık yasağını ihlal ettiğine kanaat getirmiştir.

A.İ.H.M başvuruya neden olan olayda başvurucu davacı vekili Av. Habibe Yılmaz Kayar, 9 Temmuz 2014 tarihinde İstanbul Anadolu Aile Mahkemesi'nden TMK’nın 132. maddesinde sağlık muayenesine tabi tutulmaksızın boşanmış kadınlar için öngörülen 300 günlük dul kalma süresinin kaldırılmasını talep etmiştir. Aile mahkemesi, 11 Temmuz 2014 tarihinde başvurucunun bir hastaneden hamile olup olmadığını gösteren sağlık raporu alarak dosyaya eklemesine hükmetmiş ve başvurucuyu, hamile kalması halinde talebinin usulden reddedileceği konusunda uyarmıştır. Ayrıca, yapmış olduğu TMK  m. 132’nin Anayasaya aykırı olduğu iddiasını da asılsız bularak reddetmiştir. Yerel mahkemeden sonra tüm yargı yolları tükendikten sonra dava AİHM’ye taşındı.

AİHM 300 günlük bekleme süresinin ve bu sürenin kısılması için hamile olunmadığının ispatı amacıyla tıbbi belge talep edilmesinin haklı görülemeyeceğine, dolayısıyla davacının özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verdi.

Mahkeme ayrıca, bu uygulamanın doğrudan bir cinsiyet ayrımcılığı anlamına geldiğini ve doğacak çocuğun babasının kim olduğu üzerindeki belirsizliği önlemek amacıyla alınan bir tedbir olduğu savının bu ayrımcılığı haklı gösteremeyeceğine hükmetti. Davacının cinsiyeti nedeniyle gördüğü muamelenin gerekli olmadığı ve hiçbir gerekçeyle haklı gösterilemeyeceği ifade edildi.

Tıbbın gelişimi ile birlikte soybağının, yani babanın tespitinin, saptanması günümüzde yer etmesiyle birlikte birçok ülke iddet müddetini bekleme süresini terk etmiştir. CEDAW’a taraf imza atan Türkiye’de, AİHM’nin bu kararından sonra hukukumuzda nasıl yer edeceğini merakla beklemekteyiz.”