Hz. Adem sanıldığı gibi bir çiftçi değil, bir avcıydı. Dünyada yetiştirilen ilk tarım ürünleri; einkorn buğdayı, kızılca buğday emmer, iki sıralı kabuklu arpa, kabuksuz arpa, burçak, mercimek ve bezelye idi.

19 Temmuz Mısırlılar için bir Yılbaşı idi. Mısırlılar, Ay, güneş ve hükümdar yılı olmak üzere üç ayrı takvim kullanırlardı.

Tüm bu ilginç bilgiler Adem Işık'ın Milattan Önce'yi anlattığı kitabında yer alıyor. Adem Işık'ın Yitik Hazine Yayınlarından neşredilen "ilginç Yönleriyle Eski Çağ" üst başlıklı Milattan Önce adlı kitabında tarih öncesine ait merak edilen tarihi gerçekler ve yanlış bilinen tarihi doğrulara ulaşmak mümkün. İşte kitapta yer alan tarihi bilgilerden tadımlık bir kaç örnek.

Bizans Adında Bir Devlet Hiç Var Olmadı

Çocukluğumuzdan beri "Bizans" adı hayatımızda mühim bir yer tutar. Ders kitaplarımızda Türk mill Eti için büyük bir düşman ve o dönem dünyası için ise süper bir güç olarak tanıtılan bu devlet aslında hiç yaşamamıştır. Bizans adında bir devlet hiç var olmamış ve Türkler adı Bizans olan bir devl Eti hiç yenmemişlerdir.

Peki öyleyse adına yüzlerce film çekilen, ders kitaplarında ve entelektüel mecmualarda adından sıkça bahsedilen bu terim neyi ifade etmektedir?

Olayın aslı şudur: Bizim Bizans olarak bildiğimiz devlet aslında Roma İmparatorluğu'dur. Daha doğrusu MS 395 yılında Roma'nın ikiye ayrılmasından sonra, MS 476 yılında Batı Roma, Germen istilacılarınca yıkılmış ve sonra geride Roma'yı temsil eden ve onun da gerçek bir uzantısı hatta ta kendisi olan sadece Doğu Roma kalmıştır.

Bu arada Batı Roma İmparatorluğu yıkıldığında ise Roma'nın tek varisi olarak Doğu Roma ve onun Ortodoks Hristiyanları kalmıştır. Latinlerin 12. yüzyılda Konstantinopolis'i işgallerinden sonra kiliseler arasındaki çatışma sonucunda Latinler bu iddiayı daha güçlü dile getirmişlerdir.

16. yüzyıla gelindiğinde ise Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu, kendisini Roma'nın tek varisi olarak takdim ederek Türkler tarafından yıkılan Roma İmparatorluğu'nu ise Bizans şeklinde tanımlayarak, Doğu Roma'nın gerçek Roma olduğu gerçeğini örtbas etmeye çalışmıştır. İstanbul'u Roma'nın değil de Bizans'ın başkenti olarak takdim etmiş böylece Vatikan, Kutsal Roma'nın başkenti olmuştur.

Dolayısıyla Bizans terimi ilk defa olarak 16. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bizans adı ise İstanbul şehrinin ilk adı olan Byzantion'dan türetilmiş bir ad olup sadece bir yakıştırmadır. Gerçekleri yansıtmamaktadır.

Hititler Diye Bir Devlet Yoktur

Tarih tahsil ederken yanlış öğrendiğimiz bilgilerden biri de Hititlerle ilgilidir. Bizans meselesinde belirttiğimiz gibi Hitit meselesinde de benzer bir durum söz konusudur.

Hitit adında da bir devlet yoktur. Bu kelime Tevrat'ta sözü edilen ve "het oğulları" olarak geçen bir kavmin adından yola çıkılarak Avrupalı filologlar tarafından yakıştırılmıştır.

Türkçeye de "Eti" veya "Hitit" olarak girmiştir. Bu durum tabletlerin ilk bulundukları döneme ait olarak yapılan bir yanlış okumadan kaynaklanmaktadır.

Hitit kelimesi Fransızca telaffuzuyla "Eti" olarak yanlış telaffuz edilmiş bu yanlışlık yerleşerek zaman içinde günümüze kadar gelmiştir.

Hititler olarak kabul edilen halk aslında Hattilerdir. Hititlere gelince onlar kendilerini "Nesili" ve ülkelerini de "Neşa" olarak adlandırmıştır. Neşa kentinin Kayseri'deki Kaneş karumunun da üzerinde bulunduğu Kültepe olduğu
kuvvetle muhtemeldir.

Galata'ya adını veren kavim

Avrupa'da Kelt olarak bilinen Galatlar, yaklaşık 20.000 kişilik bir kuvvetle MÖ 280'de Brennios komutasında kadınlı erkekli halde Macaristan'ı, ardından Yunanistan'ı yağmalayarak İstanbul önlerine kadar gelirler.

İstanbul'un karşısında karargâh kurarak Doğu Roma'yı tehdit etmişler ve bunlarla başa çıkamayan Roma, haraç vererek Anadolu yakasına geçmelerine müsaade etmiştir.

Burada bir kış geçirmek üzere bekledikleri mahal, sonraları onların isimlerinden dolayı "Galata" olarak adlandırılmıştır. Galatlar, Çankırı'dan Kangal'a kadar uzanan topraklarda Tolistobogiler, Tektosaglar ve Trokmiler olarak 3 kol halinde yayılmışlardır.

İlk Biyolojik Silahlar

Uluslararası anlaşmalarla yasaklanan biyolojik silahlar geçmiş devirlerde sıkça kullanılan savaş aletleri arasında sayılmaktadır.

Özellikle kale muhasaralarında düşmanın direncini kırmak için ölü hayvan leşlerinin, canlı veya ölü farelerin mancınıklarla kalelerden içeri atılması düşmanı en çok yıpratan yöntemlerdi. Bu saldırılar o dönemlerde çok korkulan veba hastalığını çağrıştırma maksatlı olduğundan bu hayvanların atıldığı kaleler, risk almak istemeyen sakinlerince hemen terk edilirdi. Bundan başka özellikle orman kavimleri yılan ve kurbağa gibi bazı zehirli hayvanlardan alınan zehirleri silahlarında kullanırdı.

Bu silahlar isabet ettiği kimselerde ölümcül sonuçlar ortaya koyardı. Okların ve kılıçların savaş esnasında zehirlenmesi, sonuçta basit bir yaralanmayla dahi sonuçlansa da vücuduna zehir alan kişi büyük ihtimal ölürdü. Ayrıca elde edilmek istenen kale veya bölgenin kullandığı su kaynaklarının, kuyu ve sarnıçların zehirlenmesi de sıkça başvurulan yöntemlerdendir. Bunlar belki de biyolojik savaşın ilk örneklerini oluşturmaktadır.

Kuş Fare Kurbağa ve Beş Ok

Skythia seferine çıkan Dareios, hiç bilmediği bu topraklarda zor durumda kalmıştı. Skyth kralına bir elçi göndererek onlardan teslim olmaları anlamına gelen "toprak ve su" istemişti.

İskitler, Büyük Kral'ı ciddiye almıyorlar kendi taktikleriyle onları yıpratıyorlardı. Bu arada İskitlerde Büyük Kral'a armağanlar yollamışlardı. Bunlar bir kuş, bir fare, bir kurbağa ve beş tane ok idi. Elçi bunun ne anlama geldiğini söylemeden kralın huzurundan ayrıldı. İranlılar bunun anlamını aralarında tartışmaya başladılar. Büyük Kral, bunun İskitlerin teslim oldukları anlamına geldiğinde direniyordu. Ona göre fare, toprak içinde yaşardı ve
insan gibi toprak ürünleriyle beslenirdi. Kurbağa su da yaşar, kuş da at gibidir. Oklar ise düşmanın silahlarını teslim etmeleri anlamını taşırdı. O böyle düşünüyordu. Ancak farklı görüşler de ileri sürülüyordu. Gobryas adlı birisi bunu şöyle yorumladı: "İranlılar, eğer kuş olup uçmazsanız,
fare olup yerin altına girmezseniz ve kurbağa olup bataklığa dalmazsanız, yurdunuza dönemeyeceksiniz ve oklarla vurulup öleceksiniz"

Editör: Barış Köksal