Yangın Var…

Türk Ordusunun İzmir’e girişinden birkaç gün sonra 13 Eylül 1922 de yangın başladı. Büyük İzmir yangını... 

Yanmış evin dumanları arasında korku ve endişeyle etrafı izleyen Türk çocuğun gözlerinde görülen tedirginliğin benzeri az ileride çığlıklar atan Rum çocukta da vardı. Üç gün boyunca devam eden büyük İzmir yangını güçlükle kontrol altına alındığında geride bıraktığı kül yığını, açlık, sefalet ile birlikte on binin üzerinde vatandaşımız da evsiz barksız kalmıştı.

Aslında yangın kayıtlarda görüldüğü gibi 1922 de başlamamıştı. Yangın eğitimde bilimde çağdışı kalınan politikaların yürürlükte olması ile başlamıştı. 1447 de Avrupa’da kullanılan matbaanın 1485’te II. Beyazıt tarafından yasaklanması ve Müslümanlara Arapça baskıya izin verilmemesi tarihteki alevsiz ilk yangındır. Kırk seneyi aşkın bir süre matbaa makinesinin ülkeye girmesine izin verilmedi. Matbaanın Osmanlıda kuruluşu İbrahim Müteferrika eliyle ilk 1719-1720 yılları arasındadır. Bu gün ki haritaya baktığımızda batı Avrupa’nın doğu Avrupa’dan ileri olmasının yegane sebebidir matbaanın kullanımı ve okuma fırsatının tanınması. Osmanlı topraklarında yasaklanan matbaa uyanışa engel olma ve öğrenme yollarını kapatma niyetiyle ile alınmış bir karar. Doğu Avrupa’nın Osmanlı topraklarında olması bilimsel gelişmişlik haritasına bakıldığında oluşan sonucu gün yüzüne çıkarmış olmaktadır.

O gün matbaanın yasaklanması ile bilimden, fenden, edebiyattan uzak tutulan her fert bu gün memleketimizde yaşanan akıl dışı ve vicdani olmayan her olayın sebebidir. O gün korkulan ve korkudan yasaklanan şeyler bu gün gerilemenin, ilkelleşmenin ve barbarlığa giden yolun başlangıcı olmuştur.

1980 den bu yana ülkemizde yapılan tüm üniversite ve polis okulları dahil kamu personel alımlarında uygulanan sınavlarda sorular el altından birilerine verilmiştir. Bugün bürokrasi çarkının birçok dişlisi de bu kişilerden oluşmaktadır. Bu pencereden bakıldığında da hırsızın hırsızı yakalaması veya cezalandırması mümkün değildir. Bu kişiler hâkim oldular, savcı oldular, asker oldular, öğretmen, doktor, mühendis oldular…  Bu oluşumların sonucunda; Soma’da maden faciasında sorumlu kimsenin bulunmaması, hızlandırılmış tren kazasında ölenlerin öldüğüyle kalması, yatak odalarında para kasaları ve milyon dolarların çıkması, ayakkabı kutusuna sığdırılan dolarlar, sigortalı ve ya  düzenli geliri olmayan bir başbakan oğlunun gemiciklere nasıl sahip olduğunun sorulamaması, günah işleme özgürlüğü kavramının literatüre girmesi, eşin dostun kamuya nasıl torpilli alındığı ve bunun itiraf edilmesi, Siirt’te maden göçüğü normal sıradan şeyler olarak görülmektedir. 

2008 de Konya da hükümet yanlısı bir tarikat yurdunda patlama olmuştu. O patlamada yine birçok genç ve çocuk yaşamını yitirdi. İhmali şikâyet eden bir aile oldu mu? Hayır. Ya Karaman’da Ensar vakfında erkek çocuklarına yapılan tecavüz?  O olayla ilgili yapılan tek şey yayın yasağıdır. Bu gün Adana’daki cemaat yurdunda yaşanan katliam gibi yangının da aynı akıbete uğrayacağı muhakkak. 

Madencinin fıtratında ölüm vardır diyenler doğruyu söylemiyorlar. Doğrusu “Cahil olmanın fıtratında var sömürülmek, kandırılmak ve yanmak-yakılmak”. Memlekette yangın var ve bu sefer işimiz İzmir’deki kadar kolay değil… 01.12.2016
Editör: Barış Köksal