Henüz yedi yaşındayken, ablamın ders kitaplarının ilk sayfasındaki sarı saçlı mavi gözlü kahramanı yine ablamın yeşil gözlerinde neşe ile, aşk ile, gurur ile, minnet ile seyredişinden tanıdım. Hoş evin duvarlarının en güzel yerlerinde posterleri vardı ama kitaplarda başka bir güzel bakardı ulu önder, daha bir başka gülümser daha bir başka severdi biz çocukları.

“İnsan sevdiği için mi borçlu hisseder, borçlu olduğu için mi sever” sorusu Ata ile bağımı sorgulayan soru olmuştur çocukluk, gençlik yıllarımda. Çok severdim Atamızı; Dünya’da ilk ve tek çocuk bayramını O armağan etmişti biz çocuklara. Kolay oldu okuma yazmayı öğrenişimiz, kullandığımız alfabenin sayesinde. Yüzlerce sözü vardı bilim üzerine, fen üzerine, sanat üzerine. İyi bir eğitim sistemi kurmuştu, bilim adamlarımız vardı savaşın gölgesinde azimle hırsla çalışıp didinmiş ve kendini memleketine adamış; sanatçılarımız vardı, ressamlarımız müzisyenlerimiz yazarçizerimiz… Bu ışıklı aydınlık yolu açtığı için çok sevdim Ulu Önderi. Her bir eğitim yılı ertesi daha çok sevdim ve sevdikçe borçlandım canla kanla hazırladıkları bu ortam için. Savaşın buhranlı günlerinden sefaletten yokluktan bu günlere gelişimizin sebebidir Ulu Önder ve silah arkadaşları.

“İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan daha çok çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur.” 1923’te söylenmiş bu sözün sahibine çok şey borçluyuz. O günden bu günü gördüğü için, uyardığı için, yol gösterdiği için minnettarız. 

Yine bir 29 Ekim arifesindeyiz, içimde buruk bir heyecan var. Ne yazık ki Ulu Önder’in yaptığı devrimlerin oldukça uzağındayız. Özellikle eğitim oldukça vahim noktalara gerilemiştir. Son yıllarda eğitim sistemiyle yapılan bilim dışı oynamalar, üniversite yerleştirme sınavlarında soruların sırf kendi siyasi fikirlerinde diye eğitim alma düzeyi, algısı, ufku yetersiz kişilere verilmesi, üniversitelerde donanım olarak, bilimsel bakış olarak yetersiz olan öğretim görevlilerinin siyasi tercihleri sayesinde kadro almaları ve yükselmeleri bir dinamit etkisi göstermiştir. Özellikle siyasi kadrolaşmalar neticesinde ne bilimde, ne sanatta, ne de teknolojide ilerleme sağlanamamıştır. 

Bu gün kaderine razı olmak veya yeni bir Atatürk beklemek yerine O’nun bıraktığı aydınlık yola dönüp O’nun ışığıyla aydınlanmalı ve o ışığa güç vermeli, o inançla daha sıkı sarılmalıyız devrimlerine. Dünün gerisinde kalanlar köle olarak yaşamaya mahkumdur. 26.10.2016
 
Editör: Barış Köksal