7 Haziranda AK Partiye 13 yılın ardından sarı kart gösteren seçmen, 5 ay sonunda yeniden gitmek zorunda kaldığı sandıkta o sarıyı kırmızıya çevirme beklentilerine inat, yeniden yeşile çevirip iktidarın klasik sloganıyla “durmak yok yola devam” dedi.
Demokrasilerde elbette her şey seçim değildir ama seçim kızsak ta küssek te halkın tercihini ortaya koyan önemli göstergedir. Sonuçta seçmenin nabzını ölçecek elle tutulur başka da aygıt yok. Bu nedenle lafı dolandırmadan, “dağdaki çobanla beni nasıl aynı kefeye koyarsınız” elitizmine savrulmadan söylenecek tek söz var: “Demokrasi söz konusu olduğu sürece kızsak ta halkın iradesine saygı duymaktan başka çare de yok”
Türkiye’ de siyasi partiler yasasından tutun da, seçim düzenlemelerine varıncaya kadar neresine dokunsanız elinizde kalan bir sistem var ama bunu düzeltmenin yolu da yine demokratik yöntemle oluşturulacak Meclisten geçiyor.
Kısaca kilitlendiğinde kapıyı sandıktan çıkacak irade çözecek. Bunun dışındaki zorlama yöntemlerin başımıza ne gaileler açtığını 1960, 71,80 darbe ve muhtıraları, 28 Şubat denemesi ve hafızalarda tüm tazeliğiyle duran 27 Nisan muhtırası ve 367 saçmalığı yeterince derslerle doludur sanırım.
Peki, ne oldu da 7 Haziran seçimlerinde AK Partiye ihtar çeken halk 5 ay sonunda gittiği sandıkta yeniden yeşil ışık yaktı?
Soru önemli ve siyaset bilimcilerden sosyologlara, kahvelerde dirsek çürütenlerden akademisyenlere kadar pek çok kişinin önümüzdeki dönem yeterince söz söyleyeceği, kalem oynatacağı hayli zengin bir alan…
Ama ortaya çıkan verilerin ilk ışığında kaba hatlarıyla tespitler yapmak mümkün…
İlk başta dikkatimi çekenleri sıralayayım:
Seçmen 7 Haziran sonrası ortaya çıkan kaostan öylesine ürktü ki, iktidarı uyarmaktan vazgeçip sonu belirsiz koalisyon görüşmeleri, istişafi tanışma seansları gibi kendisini krizlere sokan bıktırıcı denemelerin de etkisiyle iyi kötü bu ülkeyi yönetmiş AK Partiyi alternatiflere de bakıp deyim yerindeyse yeniden keşfetti.
 7 Haziranda doğu ve güneydoğuda büyük oy kaybeden AK Parti kendisine geçmişte oy veren muhafazakâr Kürtleri ortaya çıkan çatışma ortamı sayesinde “kırk katır, kırk satır” tercihiyle yeniden kazanma girişiminden başarılı çıktı.
Özellikle Muş, Bitlis, Bingöl, Siirt, Mardin gibi Kürtlerin ağırlıkta olduğu illerde radikal eylemlere sıcak bakmayan ve barış içinde bir arada yaşamak isteyen muhafazakar Kürtlerin yeniden AK Partiye oy vermeye meyletmeleri önemlidir ve sadece AK Partiye değil, şiddet marşlarıyla barış şarkıları arasında sıkışıp kalmış HDP’ ye de mesajlar içermektedir.
HDP sadece batı illerinde emanet aldığı bir kısım oyları kaybetmekle kalmadı, doğu ve güneydoğuda da oylarını düşürdü. Demirtaş’ ın 7 Haziran sonrası yaptığı açıklamalarda önemle altını çizdiği ve Kandil’ den büyük tepki alan “emanet aldığımız oyların farkındayız ve onları kaybetmemenin sorumluluğu içinde olacağız” sözlerinin taşıdığı ağır anlama rağmen bu düşünce ne yazık ki sahanın çıplak gerçeğiyle örtüşmedi ve çaba havada kaldı.
İki seçim arasında en büyük kaybı ise MHP yaşadı. 7 Haziranda ortaya çıkan tabloda muhalefetin önemli parçası olan ülkücüler Meclis Başkanlık seçimlerinde o muhalefet yerine AK Parti yanında yer alarak ilk büyük hayal kırıklığına imza attı.
HDP’ nin olduğu hiçbir yerde olmayız tavrıyla muhalefetten çok iktidara yarayan bu tavır medya gücünü de elinde bulunduran AK Partinin başarılı kamuoyu kampanyasıyla bir süre sonra “MHP her şeye karşı”  algısına yol açtı.
Ve AK Parti ve MHP arasındaki geçirgen taban gerçeği bir kez daha ortaya çıktı. MHP’ den kopan her oy sosyolojik gerçek ışığında aynı sağ tabandaki AK Partiye firesiz olarak gitti.
Aslında tablonun bu kesitinde sürpriz yok, Türkiye’de 1960’ lardan beri kendisini sol ve sağ olarak tanımlayan siyasi yelpazenin sol yanı %35, sağ yanı da %65’ lerden oluşmakta. Üç seçmenin ikisi kendisini sağın muhtelif yerlerine konuşlandırırken, bir seçmen kendisini solda görmekte.
Bu Tablo Özal’ lı ANAP döneminde de böyleydi, 90’ larda da…
2002’den sonra eriyip giden ANAP-DYP hatta Erbakan’ lı milli görüş çizgisinin yerinde yeller esiyor ve o tabana hitap eden AK Parti-MHP ikilisinin başını çektiği sağ yine aynı orana sahip. 
**
Gelelim barış süreciyle birlikte AK Partiye yönelen ve 2011 seçimlerinde sürecin umuduyla AK Parti doğu ve güneydoğuda nisbi olarak sınırlı da olsa, yeniden taban, deyim yerindeyse hayat öpücüğü buldu. PKK’ nın şiddete dayalı politikaları ülke geneli bir yana bölgede de HDP’ ye olumsuz, AK Partiye olumlu yansıdı.
Böylece olası bir AK Parti-MHP koalisyonuyla şiddet dilinin öne çıktığı belirsiz ve hatta karanlık bir geleceğin yerini bugün en azından pragmatik bir iktidarın olası çözüm umudu almış bulunuyor.
Böylesi bir yol mümkün mü?
Bekleyip görmekten başka çaremiz yok ama şu gerçeği asla göz ardı etmeden:
Ya barış güvercinleri uçuracağız bu topraklarda, ya da kan ve gözyaşında boğulacağız…