Türkiye’ nin Rus uçağını düşürmesiyle başlayan gerginlik ardından o kadar çok değerlendirme yapıldı ki bunların üstüne söyleyecek fazla kelam kalmadığını düşünüyorum.
Ama hiç kimsenin konuşmadığı, şimdilik görmediği veya görmek istemediği özellikle de Mersini doğrudan ilgilendiren boyutu var ki, ilgilendirmek te ne kelime kaderini etkilediğini, etkileyeceğini önümüzdeki günlerde yaşayarak göreceğiz.
Şimdilik duyulmayan feryatlar kimseyi kandırmasın, yara sıcak ve kazazedeler bile yaranın derinliğinin farkında değil, soğuyunca hissedecekler acıyı ve ortaya çıkacak hasar karşısında oturup dövüneceğiz.
Tabii iş işten geçmiş olacak…
Öncelikle yaşananları kronolojik biçimde hatırlatmakta yarar var:
24 Kasım 2015 günü Rusya’ ya ait askeri uçak, sınır ihlali iddiasıyla Türk kuvvetlerince düşürüldü.
Ardından ortaya çıkan; uçağın milliyetinin bilinip bilinmediği, sınır ihlalinin olup olmadığı, Rus pilotların angajman kurallarına uyup uymadıkları gibisinden tartışmalar arasında kaybolduk. Zaten uçağın düşme süreci öylesine noktaya evrildi ki, bu tartışmaların fazla anlamı da kalmadı.
Rusya’ nın Türkiye’ den özür beklemesi, o özrü beklerken bile başlayan kimi cezalandırma uygulamaları toplam bir hafta içinde süreci bambaşka yerlere taşıdı.
Bugün artık Rusya’ nın Türkiye’ ye ekonomik açıdan ciddi yaptırımları söz konusu…
Örneğin Rusya daha ilk dakika gümrüklere gelen Türk mallarını “kırmızı hat uygulamasına tabi tutacağını” duyurdu.
Kırmızı hat tabiri dış ticarette teknik bir tabir gibi görülse de, sektör oyuncuları için tüyleri diken diken eden bir sözcük…
Eğer siz ülke olarak bir ülkeyi, bir ürünü, bir firmayı cezalandırmak istiyorsanız, çok dolambaçlı yollara sapmanıza gerek yok.
Gümrük sahanıza giren malı “kırmızı hat” kategorisine alırsınız. Ve bu hat ile ürünün de, getirenin de, gönderenin de anasından emdiği sütü burnundan getirir, bir süre sonra resmi yaptırım yapmaya gerek kalmadan yıldırarak amaca ulaşırsınız.
Örneğin ‘kırmızı hat’ kapsamına alınan mal için gümrük görevlileri tam tespit talebinde bulunur. Bunun anlamı “tüm malın boşaltılması, tek tek sayılması, tartışlması ve içeriğinin en ince detayına kadar” araştırılmasıdır.
Peki düşürülen Rus uçağı ile Türkiye’den Rusya’ ya giden malların kırmızı hatta alınması ve özellikle de Mersin’ in ne ilgisi var derseniz, anlatayım…
Türkiye- Rusya çok ciddi iki ticari partner ve pek çok yatırımı da ortak götürüyor.
Ticari ilişkide Rusya doğal gaz ve petrol satışıyla öne çıkarken, Rusya Türkiye yaş meyve sebze ihracatının en önemli pazarı.
Kaba hesapla yılda 1 milyar dolar tutarında 1,4 milyon ton yaş sebze/meyve satıyoruz Rusya’ ya…
Noel öncesi yaş meyve/sebze ihracatının hız kazandığı ama özellikle narenciye ürünün tavan yaptığı bugünlerde uçak kriziyle başlayan ve Rusya’ nın “kırmızı hat” başta olmak üzere çeşitli yıldırma uygulamalarını devreye almasıyla sektör kelimenin tam anlamıyla çok şiddetli depreme maruz kalıyor.
Yüz bin tona yakın malı taşıyan TIR’ lar ya yoldan çevriliyor, ya soğuk havalı konteynırlar geri boşaltılıyor. Daha da beteri Rusya gümrüklerinde ve limanlarında tsunamiye yakalananlar…
Ne Rusya’ ya girişlerine izin veriliyor, ne de geri dönüşlerine… Ayrıca geri dönseler bile adı üstünde mal yaş sebze/meyve… Üç gün beklese dökmek için yalvarırsınız.
Mersin ve Antalya yaş meyve/sebze sektörü fillerin tepişmesinde ilk ezilecekler listesinin tepelerinde yer almakta.
On binlerce ton mal sınırda, Rus gümrüklerinde çürümeye başlarken, dökülmesi bile ciddi bir sorun olarak tehlike çanları kulakları tırmalamakta.
Mersin’ in yaşanan depremden payına düşen,  gönderilen malların faturasıyla da sınırlı değil.
Hatay’ dan başlayıp Antalya’ ya uzanan ama en büyük bölümü Mersin’ de yer alan narenciye bahçelerindeki yüz binlerce ton ürünün de ne olacağı ciddi soru işareti. Sadece ürün toplamak için istihdam edilen insan sayısı kayıt dışını da dahil edersek 100 bin civarında.
“Rusya almazsa, başka yere satarız” gibisinden uçuk çözümlerin, şifa bekleyen hastaya “dişini sık, yakında bu çaresiz hastalığa çare bulunacak” gibi dalga geçmekten öte anlamı olmayan boş teselliden farkı yok…
Örneğin Mersin çiftçisinin en önemli gelir kalemi narenciye ve özellikle de limon üretim, ihracatı…
2014 yılında 1,6 milyon ton narenciye ihracatı gerçekleştiren Türkiye’ de bu ihracatın ürünler itibariyle dağılımı 646 bin ton mandalina, 414 bin ton limon ve 344 bin ton portakal gibi ürünlerden oluşurken, Rusya’ nın bu ihracatımız içindeki payı 525 bin ton oran olarak %30’ lar… Yani her üç kilo narenciyenin bir kilosunu Rusya’ya yapmışız geçen yıl.
Analize tabi tutulacak sebze/meyve oranını geçtiğimiz sezon iki ülke ilişkilerinin yumuşamasıyla %100’den %5’e kadar indiren ve kapılarını ardına kadar açan Rusya, bugün tüm gümrüklerinde Çin işkencesini başlatıyor. (Bu yazı kaleme alınırken Rusya Başbakan yardımcısının Türk yaş sebze meyve ürünlerine ambargo uygulayacaklarını ve ithalini yasaklayacaklarını açıklıyordu)
Asıl ilginci kentin üzerine çöken ve daha şiddetlisinin ayak sesleri duyulan bu yıkıcı depremle ilgili kurum ve kuruluşların akıl almaz sessizliği, duyarsızlığı…
Ne ihracatçı birliklerinin, ne Ticaret ve Sanayi, ne Ziraat Odalarının, ne de varlık sebebi narenciye olan Borsaların şu ana kadar cılız da olsa sesini, nefesini, tepkisini duyan, gören var mı?
Ayağa kalkıp yeri göğü inletmesi gereken Mersin dinamikleri klasik “bana ne” edasıyla “marka kent” arayışlarını sürdürdükleri hafta sonu dinlencelerinde çene çalıp, açık büfe ziyafetlerde karın doyurmakla meşgul.
Bu kentin marka değeri yüksek tek ürünü can çekişirken, ‘marka kent’ sloganlarıyla havanda su dövmek…
Ülke olarak akıl tutulmasına yakalandığımızı tartışıp duruyoruz ama Mersin olarak cinnette olduğumuz kesin…