Saliha Adıcan kendini nasıl tanımlar?

Ben önce bir anne, sonra bir eş, sonra da bir iş kadınıyım. Eşimle birlikte 25 yıldır Mersin'de yaşıyoruz. Bu şehirden kazanıp bu şehre borcunu ödemeye çalışan vicdanlı, merhametli, sorumluluk duygusu gelişmiş bir insan olarak görüyorum kendimi. İnsanın kendini tanımlaması aslında çok zor. Fakat sanırım sorumluluk duygusu bende had safhada. Belki bir anne ya da kadın olmanın verdiği duygulardan kaynaklanıyor olabilir. Mersin'i çok seviyorum, bu şehrin insanlarını çok seviyorum. Çünkü çok temiz insanlarımız var. Kötüler de var fakat istisnalar kaideyi bozmaz. Ama gerçek anlamda çok düzgün insanlarımız var. Kısacası Mersin için elimden ne geliyorsa, bunları tüm kalbî duygularımla yapmaya çalışan bir insanım.

Mersin'i şehircilik olarak nasıl değerlendiriyoruz? Bu konuda önerileriniz var mı?

Mersin'de şehircilik yönetimden yönetime değişiyor. Şu an çok da istediğimiz düzeyde değil. Ancak bir önceki yönetime göre iyiye doğru gidiyoruz. Bizler bir şeyleri 'yapıyormuş gibi' görünmeyi çok seviyoruz, altı boş işleri göstermeyi çok seviyoruz. Ben inanıyorum ki, Mersin çok daha iyi yerlere ulaşacak. Hem marka olarak hem de yaşam standartları olarak şehrimizin çok daha iyi bir noktaya geleceğine inanıyorum. Ama kent olarak bize biraz daha zaman lazım. Bizler de biraz sabırlı olup eleştirmeden elimizden geleni yapmalıyız. 

"Balık Vermiyorum, Balık Tutmayı Öğretiyorum"

Birçok yardım faaliyetinde rol aldığınızı biliyoruz. Bu alanda birçok ödülünüz de var. Bu konudaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Neler yapıyorsunuz?

Benim en büyük çabam; düşük gelirli ailelerin durumlarını iyileştirmeye çalışmak. Onlara balık vermekten ziyade balık tutmayı öğretiyorum.  O insanlara bir şekilde faydalı olmaya çalışıyorum. Kendilerini koruyabilmelerini, ayakları üzerinde durabilmelerini ve kendilerini ifade edebilmelerini sağlamaya çalışıyorum. Maalesef ki Mersin çok göç alan bir şehir. Bu göçü de en yoğun alan ilçemiz Akdeniz. Doğudan gelen vatandaşlarımızın kendilerini en iyi ifade edebildikleri yer orası. Diğer ilçelerimiz de göç alıyor, fakat Mersin'in sırtına en fazla kambur olan yer Akdeniz ilçemiz. Dolayısı ile eğitim ve gelir düzeyi düşük.  Bu insanların daha refah ve ferah içerisinde, daha insanî şartlarda yaşayabilmeleri için çabalarım ve yönlendirmelerim oluyor. Ama tabii ki olmazsa olmazım eğitim. Çünkü eğitim Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli bir sorunu. Bugün yaşanan bütün sıkıntıların altında eğitimsizlik, bilinçsizlik ve sorgulamadan yaşayan bir toplum olmamız yatıyor. Sorgulamadan yaşamamızın en büyük sebebi de yine eğitimsizlik. Bilmediğimiz bir şeyi dolayısı ile sorgulayamayız. Örneğin bazen köylerde yapılan siyasi toplantılara katılıyorum. Gelen yetkili bir şeyler anlatıyor. Yanımda da şalvarlı bir teyzem var. Bana dönüp "Kızım ne söylüyor bu?" diye soruyor. Ben de "Teyzeciğim bitirsin sözünü, ben sana Türkçe mealini açıklayacağım" diyorum. Biz böyle bir toplumuz. Toros Dağları'ndan gelen teyzelerimizin de; doğudan gelen teyzelerimizin, bacılarımızın, kardeşlerimizin de anlayabileceği bir dille konuşmamız gerekiyor. Ben bazen doğallığın dibine vurup onlarla Kürtçe ya da Arapça da konuşuyorum. Onları bir yerden yakalamaya çalışıyorum ki bize güvenip inansınlar.

"Herkes Elini Taşın Altına Koysun"

En fazla önem verdiğiniz konuların başında eğitim geliyor. Özellikle kız çocuklarının eğitimi için büyük çaba sarf ediyorsunuz... Bununla ilgili çalışmalarınız nelerdir?

Bir tanesi resmî, üç tanesi gayri resmî olmak üzere okul hamiliklerim var. Herkese bir tane verirler, bende üç tane var. Okuttuğum, burs verdiğim 20 tane çocuğum var. Bu çocuklarım ağırlıklı olarak kız öğrenciler. Çünkü kadının sesinin yükselmesi gerekiyor. Kadının kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve hayatını idame ettirebilmesi için eğitim alması şart. Hele ki gelir düzeyi düşük ailelerde kız çocuklarını okutmama durumu çok daha fazla. Özelliklere oralara çok fazla giriyorum ki kız çocuklarını okutsunlar. Bana sunacakları gerekçeleri de biliyorum: Kızım çalışıyor. E haklılar. Belki bir baba ya da ağabey yok. Anne, portakal bahçesine çalışmaya gidiyor. Bir şekilde hayatlarını idame ettirmek zorundalar. Kimse ona; "Kardeşim devletin bir fonu var, gel seni götüreyim" demiyor. T.C. Kimlik Numarasını girdiğinizde üzerine malı mülkü ya da bir maaşı yoksa devlet bir fon aktarıyor zaten. Ama bunu bilmiyorlar. Anlatılmamış, yol gösterilmemiş. Ben bunları sağlıyorum ve onların kafalarındaki soru işaretleri çözülüyor. Bazılarına ben ayda 2 defa olmak üzere erzak yardımı yapıyorum. Çok basit şeyler ama çok yararlı oluyor. Gelir düzeyi çok düşük aileler için ciddi önem teşkil ediyor. Sonra onlara "Ben sizin kız çocuğunuzu okutmak istiyorum" diyorum. Çünkü orada kız çocukları çok mağdur. "Saliha abla sana külfet olur, bizim paramız yok" diyen çok fazla. "Ben sizden hiçbir şey istemiyorum. Bu çocuğun kaleminden ayakkabısına kadar her şeyini karşılayacağım ama sizin çocuğunuz okuyacak" diyorum. Bazılarının servisine kadar ayarlıyorum. Bazılarını civardaki okullara gönderiyorum. Tabii bu işi yaparken tek başıma gitmiyorum. Okul müdürümüzü, muhtarımızı, çoğu zaman imamımızı alıp gidiyorum. Orada hangisinin sözü etkiliyse onlarla birlikte gidiyorum. Güzel bir zincir oluşturdum ve çok güzel şeyler oluyor. İnsanlarda bir umut oluşturuyor. Ben haftada iki ya da üç gün oralardayım. Akdeniz ilçemiz düzelirse, Mersin düzelir. Ama sadece benim çaba sarf etmemle olmaz. İş dünyasındaki insanların da ellerini taşın altına koymaları gerekiyor. İnsanların; "Benim de bir hayrım olsun, vicdanım rahat etsin" demesi gerekiyor. Yapanlar mutlaka vardır, benim sözüm yapmayanlara.

"Ben Buraya Tırnaklarımla Geldim"


Başarılı bir iş kadını olarak, özellikle kadınlara ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Türkiye'de birkaç yıl öncesine kadar kadının adı yoktu. Fakat artık sesler gelmeye başladı. Kadını hak ettiği yere yavaş yavaş oturtmaya başladılar. Artık ya nezaketen ya da baskı yoğunluğundan dolayı böyle. Devletimiz de destekliyor, bunu inkâr edemem. Devletimizin desteği ile kadınlarımızın sesi çıkmaya başladı. Feminist değilim; fakat bu fırsatı yakalamışken de erkek hegemonyasını yıkmamız gerekiyor. Biz kadınların; "Biz varız, ben buyum, buradayım" demesi gerekiyor. "Ahmet'in kızı, Mehmet'in bacısı, Ali'nin karısı değilim; ben Ayşe ya da Fatma'yım" demeliyiz. Gerekli eğitim ve donanımı edindikten sonra önce Allah'a, sonra da kendimize güvenmeliyiz. Çünkü kadının kendini yetiştirmesi çok önemli. Sadece iyi konuşmayla olmuyor. Öngörülü olmalı, öngörünü destekleyecek bilgin olmalı. Bunlar birbirini katlayarak edinilen oluşumlar. Biz kadınlar erkeklere oranla daha duyarlıyız. Yaratanın bizi yaratma şeklinden dolayı daha analitik, daha içerilere entegre olabilen, daha duygusal, daha koruyucu ve çerçeveleyici şekilde davranıyoruz. Dolayısı ile bu, bizim için çok büyük bir avantaj. Erkek, bir düşünür karar verir; kadın ise on düşünür sonra konuşur. Bakmayın çok konuştuğumuza. Biz öncesinden onu kendi içimizde düşünüp tartışıyoruzdur. Artılarını eksilerini kendi içimizde konuşuyoruzdur. Dolayısı ile kadınlarımız desteklenmelidir. Kadınlarımız, önce kendine güvenmeli. "Ben bu işi yapacağım" dedikten sonra Allah'ın izni ile hiçbir kuvvet duramaz karşımızda. Kendimden de pay biçiyorum. Ben bunu çok söylüyorum: Ben buraya tırnaklarımla geldim. Arkamda ne annem ne de babam vardı. Çünkü gariban bir aileden geldim.  Önce Allah'a, sonra kendime çok güvendim. "Ben bu işi başaracağım, var olmak zorundayım. Kendim için, ailem için, toplum için var olmak zorundayım." dedim. Bu zaten katlanarak çoğalıyor. İnsanın en umutsuz olduğu zamanda bile kendine olan inancını yitirmemesi lazım. Kendine inancını yitirmediğinde Rabbim öyle güzel kapılar açıyor ki... "Ya Allah" dedin mi, Allah sonunu getiriyor. 

Ben herkesin; birlik ve beraberlik içerisinde, devletimizin yanında olarak bu şehre bir şeyler katmasını arzu ediyorum. Yaşanan Mersin değil; yaşanılacak Mersin için eleştirmeyelim, birlikte hareket edelim.
 
Editör: Barış Köksal