Bu yılın Ocak ayında kaleme aldığım dört bölümlük yazı dizisinde petrol fiyatlarının düşmesiyle varlıkları petrole dayalı bazı ülkelerin mevcut durumuyla yakın gelecekte karşılaşacakları olası gelişmelere ışık tutmaya çalıştım.
O günlerde petrol 30-35 dolar bandına oturmuştu ve dünya nefesini tutup bundan sonraki yönünü kestirmeye çalışıyordu.
Kimisine göre klasik üreticilere en büyük darbeyi vuran ve artık net ithalat bir yana neredeyse ihracatçı konumuna gelen ABD’ ye bu fırsatı sağlayan kaya gazından petrol elde etme teknolojisi yüksek maliyeti nedeniyle düşük fiyatlara dayanamayıp üretimden çekilecekti.
Bu senaryoyu pompalayanlar, çekilme sonucu dünya petrolünün neredeyse %20’ sini tek başına tüketen ABD’ nin düşen arzı karşılamak için yeniden ithalata başlayacağını ve bununda fiyatları yukarıya taşıyacağı iddiasındaydı.
Ancak bu tam olarak gerçekleşmedi. 
Petrolün 110-120 dolar bandına oturduğu 2014’ te günde 11,5 milyon varil üretim yapan ABD’ de 2016 Ocak ayında miktar 9,2 milyona geriledi ama düşüş öyle sanıldığı gibi etki yaratmadı. Hem de yavaşladığı iddialarına inat petrol ithalatı günde 800 bin varil artan Çin’ e rağmen.
1990 yılında küresel ekonomi sahnesine çıktığında günlük tüketimi 2,2 milyon varil olan Çin günümüzde 10,5 milyon varil tüketime ulaşsa da, 2014’ te fiyatları zıplatan bu artış artık piyasaları etkilemekten uzak.
Bunun da sebebi talebin artık duraklaması hatta güneş ve rüzgâr enerjisi nedeniyle yenilenebilir kaynaklar sayesinde otomotiv sektörü dışında gerilemeye başlaması. (Çin’ de elektrikli araç üretiminde de çok önemli gelişmeler var ama o başka bir yazı konusu)
Petrol fiyatlarındaki düşüşten asıl etkilenen ülkelere gelince.
En büyük darbeyi yiyenler Suudi Arabistan ve Irak…
Onları Rusya, İran ve körfez ülkeleriyle Venezüella gibiler izliyor.
Suudi Arabistan’ a Ocak ayındaki yazı dizisinde tıpkı Irak gibi özel bir bölüm ayırmış ve IMF tarafından iflas edebileceği uyarısıyla karşılaşan ülkenin 2015’ te 98 milyar dolar bütçe açığı verdiğini yazmıştım.
Şubat ayında Suudi Arabistan’dan kimi ülke içine yönelik, kimisi de küresel piyasaları etkileyecek bazı radikal adımlar geldi.
Öncelikle dar ve orta gelirlileri zor durumda bırakan eğitim, sağlık ve özellikle de enerjiye yönelik sübvansiyonlar birbiri peşi sıra kaldırılmaya başlandı. Ama asıl strateji değişikliği artık neredeyse unutulmaya yüz tutan OPEC’ in yeniden hatırlanıp kurum üzerinden dünya üretiminin dondurulma önerisiyle ortaya çıktı.
1973 petrol krizinin ardından oluşturulan ve o dönem petrol fiyatlarının artması yanında istikrara kavuşmasını sağlayan OPEC’ e bel bağlayan Suudi hanedanlığı ve diğer körfez ülkeleri çatı altında yer almasa da, düşüşten en az onlar kadar zarar gören Rusya’ nın da üretimi kontrol altına alma önerisini destekleyeceğini açıklamasıyla umuda kapıldılar. Gelin görünki ama o umut kısa zamanda yerini büyük hayal kırıklığına bıraktı.
Bıraktı çünkü yıllardır ABD öncülüğündeki güçlerin ambargo tehdidi nedeniyle kısıtlı üretime mahkum İran, küresel güçlerle uzlaşmaya varınca yeniden dünya sahnesine çıkmanın keyfini yaşıyordu ve “gel birlikte hareket edelim” diyen Suudi Arabistan öncülüğündeki çağrıya “şimdi üretim sırası bende” diyordu.
OPEC kurucusu olmasına rağmen İran için eski çamlar bardak olmuştu ve öyle kotalarla falan geçirilecek zamanı yoktu.
Ortadoğu’ nun günümüzdeki iki düşman kardeşinin en azından bu alanda bir araya getirme görevini Rusya üstlendi ama toplantı talebini sürekli geri çeviren İran, “çıkmayan candan umut kesilmez” misali son saate kadar kendisini bekleyenleri hüsrana uğrattı.
Ambargodan önce günde 4,5 milyon varil üreten İran, 2013-2015 döneminde 3,5 milyon varile gerileyen üretimini yeniden eski seviyeye çıkarma kararından vazgeçmedi. Zaten üretiminin 2 milyon varilini ülke içinde tüketen ülkenin gerçekten de dövize ihtiyacı vardı ve bunun da en kestirme yolu petrol/doğal gaz satmaktan geçiyordu.
Suudi Arabistan odaklı üretimi dondurma lobisine en büyük darbeyi ise Irak vurdu. 
Her evden en az bir kişiyi devlet memuru gibi maaşa bağlayan Irak petrol fiyatlarının 100 dolarlardan 30 dolarlara gerilemesiyle ayda bu memurlara ödemek zorunda olduğu 4 milyar doları bile bulamaz duruma düşmüştü ve tek çare üretimi arttırıp tam kapasite petrol satmalıydı.
2013-14 yıllarında günde 3 milyon varil petrol üretimine çıkan Irak bugünlerde “kota uygulayalım” çağrılarına 4 milyon varillik üretimle cevap vermekte.
Varlığını petrole borçlu olan ve Ortadoğu’ ya rejim ihraç ederek, üzerine gelmekte olan Şia İran destekli tehditleri boğmakla ayakta durabileceğini gören Suudi Arabistan OPEC üzerinden planlanan oyun tutmayınca bugünlerde çok daha zahmetli ve bir o kadar da gerçekleşmesi zor oyun planları kurma peşinde.
Kraliyet Ekonomi ve Kalkınma Konseyi oluşturup başına da Savunma Bakanı Prens Muhammed Bin Salman’ ı getirdi.
Salman, biraz Malezya çokça Birleşik Arap Emirliklerini çağrıştıran bir modeli benimsemiş görünüyor. Yıllar önce petrol zenginliğini kullanarak ülkelerini farklı alanlarda geliştirmeyi başaran bu iki ülkeye benzer stratejiye göre Suudi Arabistan özelleştirmeler, dış ve iç özel sektör yatırımlarını teşvik, kamuda verimliliği arttırma, istihdam piyasasını geliştirme reformlarını yapmayı hedefliyor.
Planın başarılı olması halinde beş yıl içinde 1,3 milyon yeni istihdamın sağlanması, böylece bugüne kadar devletin sübvansiyonlarıyla ayakta durmaya çalışan kesimlere özellikle de gençlere yeni iş alanları açılmış olacak. Turizm, meyve-sebze üretim ve ticareti ile mücevherat sektörleri öncelik tanınacak alanlar.
Ancak tarafsız gözlemcilere ve gelişmeleri yakından izleyen uzmanlara göre Suudi Arabistan’ ki çok gecikmiş bir hamle.
Çünkü özelleştirmeyle hedeflenen kaynak 2 trilyon dolar ve böylesi dev hacimli özelleştirmeyi yerel birikimle yapmak olanaksız. Nitelikli insan konusunda Uzakdoğu ile rekabet etmesi imkansız, girişimcilerin kendini güvende hissetmesi bakımından da Malezya ve Dubai ile asla boy ölçüşemeyecek baskıcı, despot Suudi Arabistan belli ki, ayakta durmak için bir süre daha debelenecek.
Korkunun ecele faydası var mı? Asıl soru budur ve petrol sayesinde bir zamanların burnundan kıl aldırmaz hükümranlarını nasıl bir sonun beklediğini tahmin etmek zor değil.