Alparslan Türkeş 1959 yılında Almanya’da Atom ve Nükleer Okulu’nda eğitim görüyor. Nükleer enerji konusuna hakim olduktan sonra Türkiye’nin mutlaka nükleer enerjiye sahip olması gerektiğini söylüyor. 

Onun “Nükleer enerji bütün teknolojileri doğuran fendir ” sözü önemlidir.

Yine, daha 1961 yılında nükleer araştırmaları ile ilgili bütçeye 30 bin lira koydurmuştur.  

Merhum Alparslan Türkeş’le başlayan nükleer güce sahip olma hedefi, ülkücü akademik camianın ve devlet içindeki ülkücü kadroların en önemli ve heyecan verici amaçlarından birisi olmuştur.

Ulaştırma Bakanı Prof. Dr. Enis Öksüz, kendisiyle yapılan bir röportajda şunları söylemiştir; ‘Türkiye’de bana göre en az 50 tane atom santralı yapmaları lazım... Türkiye, bu sayede  nükleer enerjinin tıp sahasında, bilgisayar sahasında, kimyevi sahalarda da, pek çok sahada kullanılmasını öğrenecektir.... Yani uzaktan kumandalı hale gelmiş ve Türkiye’ye karşı düşman unsurlar, saflar, bilgisizler, kandırılmış adamlar toplanıyor, ilimle, teknikle çözülmesi gereken bir konuya politik yaklaşmak suretiyle geciktiriyor Türkiye’nin işini.’  

Benzer bir yaklaşım, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden ve TÜBİTAK eski Başkanlarından Prof. Dr. Sümer Şahin tarafından, 22 Mart 1995’de Ankara TİSAV’da yapılan nükleer teknoloji konulu özel bir toplantıda, bizzat merhum Alparslan Türkeş’e sunulmuştur. Bu toplantıda, Prof. Dr. Sümer Şahin, Türkiye’nin; Ortadoğu’nun ve Türkî Cumhuriyetlerin lideri olabilmesi için, nükleer güce muhakkak ki sahip olması gerektiğini ve bunun da ancak ve ancak MHP’nin iktidara gelmesiyle mümkün olabileceğini söyleyerek büyük alkış almıştır.

Ülkü Ocakları’nın yayın organı olan bir dergi, 1996 yılında nükleer enerjiyi özel dosya konusu yaptı.
1999 seçimlerinde dağıtılmak üzere, MHP’nin AR-GE grubuna hazırlattığı ‘Enerji ve Enerji Kaynaklarımız’ kitapçığında şunlar yazıyordu : “Bir kısmı uluslararası çevre örgütleri tarafından desteklenen bu gruplar Gönüllü Çevreci Kuruluş sıfatıyla hareket etmekte, bilerek veya bilmeyerek (genelde bilerek) nükleer enerjiyi yanlış tanıtmaktadırlar. Gösteri gruplarının kuruluş ve amaçları incelendiğinde bunların genelde eski tüfek devrimcilerin, Rusya İmparatorluğu’nun çöküşü ile birlikte demokratik ülkelerdeki yeni versiyonları olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Nükleer güç santral teknolojisine girmekte bir hayli geç kalmış olan Türkiye daha fazla vakit kaybetmemelidir”.

1976 yılında Akkuyu’da Nükleer Santral yapılması kararı çıkmıştır. O tarihten sonraki gelişmeleri incelediğimiz zaman ne görüyoruz?
Birçok kez yapımına başlanması için girişimde bulunulmuş. Tayvan’dan, Kanada’dan yap işlet devret sistemi ile çeşitli şirketlerle görüşmelerde bulunulsa da her seferinde bir şekilde engellenmiştir. 
Alparslan Türkeş’in girişimi üzerinden tam 55 sene geçmiş,
Akkuyu’ya santral kararının alınmasının üzerinden de  42 yıl geçmiş.
Nihayet Türkiye tüm yabancı ülkelerin ve yabancı örgüt ve vakıfların baskısının ve engellemesinin etkisinden kurtularak Nükleer Santral yapımına başlama cesaretini ve gücünü göstermiştir. 
Bana göre yarım asır sonra Akkuyu’da Nükleer Santral yapma kararı Türkiye’nin bir tam bağımsızlık ilanıdır.

Hiçbir ülkücünün Türkiye’nin güçlü ve bağımsız bir ülke olmasına karşı çıkacağını düşünemem…
Ortadoğu cehennemi içerisinde dik ve güçlü durma mücadelesi veren Türkiye’nin nükleer gücü olsa idi, bugün çok daha farklı bir pozisyonda olurdu ve eli çok daha kuvvetlenirdi. 
Burada Nükleer enerji ile ilgili bilinen ve bazıları saptırılan bir çok gerçeği uzun uzun yazacak değilim.
Fransa’da turizmi etkilemeyen, Hollanda’da tarıma zarar vermeyen, bazı ülkelerde ancak çalışma ömrü tamamlandığından kapanan ve şu anda yapımı devam eden santrallerden söz etmeye gerek yok.
Herkes bu bilgileri bulabilir. 
Rüzgar ve Güneş enerjisinden söz edenler de, bunun bilimsel olarak maliyet ve kullanım imkanlarını incelemeliler(kaldı ki, ülkemizde rüzgar ve güneş enerjisi alanında devlet destekli  yatırımların son on beş yılda dünya ortalamasının çok üzerinde olduğu daha geçen hafta gazetelerde geniş yer buldu).

Hâlâ 30 yıl önce olan bir nükleer kazasını gündeme getirmek ne kadar anlamlıdır. 30 yıl içerisinde nükleer enerji olmamasından dolayı kayıpları sayarsak herhalde çok daha büyük çıkacaktır. Kaldı ki, kişisel kusurlara ya da işletme hatalarına dayalı sayısız teknolojik kazayı, örneğin uçak kazalarını hatırlayalım. Özenli olan o teknolojinin gerekli koşullar tam olarak sağlandığında sahip olduğu güvenliktir ve tartışma yapılacaksa  uyarıcı ve yapıcı kaygıyla bu konuda yapılmalıdır. Öyle ya; pilotaj hataları nedeniyle uçak teknolojisini tartışmaya açma aptallığını niçin duymuyoruz!

Devletler arasındaki antlaşmaların değiştirilmesi söz konusu değildir. Bunun bilinmesine rağmen hâlâ Akkuyu Nükleer Santrali’ni engelleme çabalarında bulunmak yalnızca siyasi rant uğruna çocukça tribünlere oynamaktan başka bir şey değildir.
Mersin’in kent planına Akkuyu için yapılacak sonuçsuz itirazlarla kentin geleceğinin olumsuz etkilenecektir ve artık Mersin’in kaybedilecek zamanı yoktur. 
Son Belediye Meclisi’nde ki ortak akıl da bunu göstermiştir. 
Mersin’de  eski yerel siyasi yönetimin saçma bir Hükümet karşıtlığı(!) anlayışı ve etkisi ile sürdürülen nükleer karşıtlığı tekrar masaya yatırılmalı ve halkımız doğru bilgilendirilmelidir.

Bundan önceki “Mersin’in turizmde nasıl geri bırakıldığı” konusundaki Turizm yazılarımda, bu konuda bilgimi sorgulayan “Mersin Turizmini Geliştirmeyenler”e karşı, elbette mahcup ama zorunlu bir duygu içinde turizm konusundaki bilgimi, hatta yerli ve yabancı basında yayımlanmış yazılarımı anlatmıştım.
Nükleer konusunda da uzun zamandır çıkan tüm yerli ve yabancı yayınları takip ediyorum; birçok yerden gerekli bilgileri alıyorum. 
Ayrıca sanırım Akkuyu’da yapılan santralin Rusya’daki benzerini tüm ayrıntıları ile inceleyen ve burada olabilecek tüm aksaklıkların giderildiğini gören ve reaktörün içerisine giren az sayıda kişiden biriyim.

Önceki birçok yazımda belirtmiştim: Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen batılı ülkelerin kullandıkları iki yöntem var: Terörü desteklemek, enerji yatırımlarına karşı çıkmak. Yabancı basını izleyenler şunu hep bilirler: Birbiriyle ilgisiz görünen kalemler, birden bu konuyu ucundan kurcalar ve Türkiye’nin Nükleer çabasını engelleme amaçlı, güya  duyumlara dayalı eleştirilerde bulunurlar. Böylesi yüksek bütçeli ihalelerde uluslararası sermayenin hangi kirli ilişkilerle meseleyi kamuoyu önünde suiistimal ettiğini birazcık aklı başında gazete okuru zaten bilir; ama kör olası bir siyasal kültür içinde, hükümete muhalefet yapacağım diye bu ülkenin çok hayati bir yatırımına karşı durmak nedir?

Önemli olan Türkiye’nin dışa bağımlı enerji açığının ortadan kalkmasıdır; Türkiye’nin güçlü bir ülke olması, dış baskı ve engellemelere karşı bağımsızlığını koruyabilmesidir.
Nükleer Enerji konusunu lütfen bu kaygıyla bakalım ve çoğu iyi niyetli insanları politik hesaplarımız için meydanlara dökerek bu ülkeye, bu kente ve geleceğimize zarar vermeyelim.   

HARUN ARSLAN