“Suriyeli çocuklara Türkçe öğretme çabasına girmedik. Onları ülkemizde misafir olarak görüyoruz ve Suriye'deki durum düzeldikten sonra kendi ülkelerine dönecekler diye bekliyoruz.”
AK Parti iktidarının o günlerdeki Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ilk göç dalgasının başladığı 2012’ de Suriye’ li ‘misafirlerle’ ilgili hükümet politikasını tek cümleyle özetliyordu ve bu cümle aslında ülke politikalarının mülteciliğe bakışını da anlatmaya yetiyordu.
Türkiye o gün bugündür “6 ay içinde devrilip gidecek Esad’ ın, çökecek Baas rejiminin” sonunu ve küllerinden doğacak yeni Suriye’ nin ufukta belirmesini bekliyor. 
Aşağıdaki sözler dönemin dış İşleri Bakanı Davutoğlu’ na ait ve tüm yumurtaların tek sepete koyulduğunu yeterince anlatması bakımından önemli:
“Olan biteni benden çok daha yakından izleyen onlarca kişiyle görüşüyorum; bunların bazıları Türk devletinin bilgilerine de sahipler, pek çoğu Suriye'de sahadan hergün haber alıyor. Görüşmelerden benim çıkardığım, kimi üst düzey birden fazla resmi kaynağa da doğrulattığım sonuç, Esad rejiminin ömrünün artık haftalarla, birkaç ayla ölçüldüğü.”
Öngörü bu olunca gelmekte olan mülteci sayısıyla ilgili kırmızı çizgiler koymak ta kolay o günlerde…
Aynı Davutoğlu 20 ağustos 2012’ de Hürriyet’ ten İsmet Berkan’ la yaptığı görüşmede; “Suriye'den gelen mültecilerin 100 bini aşması halinde Türkiye'nin bu kadar insana yer veremeyeceğini, Suriye'de BM nezdinde güvenli bölge oluşturulması gerektiğini” söylüyor.
Aylar ayları, yıllar yılları izliyor ama ne Esad gidiyor ne Baas rejimi yıkılıyor. Aksine taş üstüne taş kalmayan, 20 milyonluk nüfusun yarısının toprağını terk ettiği ülkede belirsizlik her geçen gün daha artıyor, gizlisi saklısı olmayan biçimde Rusya mevcut yönetimi koruma, kollama amacıyla gelip yerleşiyor ve bu kaostan payımıza 250 bini oluşturulan kamplarda kalan 2,5 milyonluk bir mülteci seli düşüyor.
Rakamı aritmetik diliyle telaffuz etmek kolay da; söz konusu milyonlarca insanın hayata tutunma mücadelesi, her biri ölümü göze almış farklı trajik hikayeler olunca durup düşünmek ve sormak gerekiyor: Milyonlarca mültecinin kendisi bir yana, ülkesini terk ettiği güne kadar okula giden, parklarda oynayan, oyuncak bebekleri, arabaları olan onca çocuk ne olacak?
Geçtiğimiz günlerde Uluslararası İnsan Hakları Örgütü Human Rights Watch (HRW) bir rapor yayınladı ve Türkiye’ ye sığınmış ailelerin 400 binden fazla çocuğunun okula gitmediğini açıkladı.
2014-2015 yıllarını kapsayan rapora göre kamplarda kalan çocukların %90’ına eğitim olanağı sağlanmış olmasına rağmen asıl sorunun kamplar dışında büyüdüğüne ve “turist” statüsündeki 2,3 milyon zorunlu misafirin çocuklarının okullaşma oranının %25’ lerde kaldığına dikkat çekiliyor.
HRW, toplamda 708 bin okul çağındaki Suriyeli mülteci çocuğun 400 binden fazlasının okula gitmediğini belirtirken aslında iyimser bir tablo çiziyor.
Çünkü aynı raporun bir başka yerinde okul çağına gelmiş çocuk oranının bu sığınmacılar dikkate alındığında %30’ların üstünde olduğu ve kamplar dışında kalan çocukların gitmek zorunda kaldıkları Türk okullarında yaşadıkları dil sorunu nedeniyle gerçek anlamda eğitim alamadıklarına dikkat çekiliyor.
Yeterli eğitim alamamaları doğal çünkü, tüm derslerin zorunlu olarak Türkçe verildiği bu okullarda Türkçe bilmeyen çocukların bırakın temel eğitim alması, dertlerini anlatmaları bile imkansız.
Başta dil sorunu olmak üzere, sosyal entegrasyon ve ailelerin çektiği geçim sıkıntısının çocukların omzuna yüklenmesi nedeniyle çocuklar kaydoldukları okulları terk etmeye başlıyor bir süre sonra.
Kısaca tam sayısı bile bilinmeyen ve el yordamıyla 2,5 milyon olarak telaffuz ettiğimiz mültecilerin 1 milyon civarındaki çocuğu eğitim çağını ıskalama tehlikesiyle karşı karşıya…
HRW raporunda durumu; "Suriyeli çocukların ihtiyaç duydukları eğitimi alamaması, koca bir nesli tehlikeye atıyor" diye özetliyor ve uyarıyor: "Eğitimin güvence altına alınması, çocuk gelin ve çocuk asker sorunlarını ortadan kaldırır" 
Genel olarak tüm istatistikler gösteriyor ki, Dünyada ülkesine dönen mülteci oranı %10-15’ lerde…
Türkiye’ de Suriyelilere yönelik son dönemde yapılan saha araştırmaları da bunu teyit etmekte.
Bu durumda HRW’ nin “çocuk gelin, çocuk asker” diye dikkat çektiği olası tehlikenin çok daha büyüğü “sokak çeteleri” gerçeğine karşı atılacak tek akıllıca adım bu çocukların eğitilmesi…
Özellikle istihdama yönelik eğitim verebilirsek hem ekonomik özgürlüklerine kavuşan hem de üretime katkı veren dinamik bir potansiyel gücü harekete geçirmek mümkün…
Aslında bu alanda çok başarılı bir Almanya modeli var karşımızda…
2. dünya savaşıyla kaybettiği iş gücünü dışarıdan sağladığı göçle telafi eden (1960’larda Türkiye’den giden vasıfsız işçilerin torunlarının bugün yakaladıkları ekonomik başarı hikayesi iyi bir örnektir) Almanya’ nın son 30 yılda doğu Almanya, Polonya, Macaristan, Romanya vs. gibi ülkelerden gelen göçmenleri sisteme entegre ederek yarattığı mucize…
Aynı Almanya bugünlerde kapılarını açtığı 1 milyon Suriyeli mülteciyle ne yapacak? Onları sisteme entegre etmek için nasıl bir yol izliyor?
Soruların cevabı hem önemli hem de Türkiye’ ye ilham verebilir.
Almanya’ nın mülteci programıyla devam edeceğim…