“KADINA TAKILAN ZİYNET EŞYALARI VE İADE TALEPLERİNDE İSPAT YÜKÜ” ÖZELİNDE, YARGITAY HUKUK GENEL KURULU’NUN 04/03/2020 TARİHLİ GÜNCEL KARARI’NIN DEĞERLENDİRİLMESİ 

Ziynet eşyasını evlilik münasebetiyle gelin ve damada verilen hediyeler olarak tanımlamak mümkündür. Bu bağlamda, bilezik, altın kelepçe, kolye, gerdanlık, takı seti, bileklik, saat, küpe ve yüzük gibi takılar, ziynet eşyası olarak kabul edilmektedir . Ziynet alacakları, ne şekilde ileri sürülmüş olursa olsun, talepte bulunan taraf, öncelikle dava konusu ziynetlerin varlığını ispatlamalıdır. Ziynetlerin varlığı dışında, dava konusu altın ve ziynetlerin kendisinde olmadığını ispatlamaldır. Burada Yargıtay’ın uygulaması ile ziynet alacaklarında İspat yükü yer değiştirmiştir. Yargıtay, hayatın olağan akılı içerisinde, kadının takıları yanında taşıyacağını- bırakmayacağını kabul etmektedir.  Bu haseple de, kadının ziynetlerin elinden zorla alındığını, götürülmesine engel olunduğunu veya evde kaldığını ispat etmesi gerekmektedir. Ziynet alacağı taleplerine yönelik yapmış olduğumuz bu açıklamalardan sonra, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04/03/2020 tarih ve 2017/ 3-1040 Esas, 2020/240 Karar sayılı güncel Kararı’na değineceğiz. 

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU’NUN 04/03/2020 TARİH VE 2017/ 3-1040 ESAS, 2020/240 KARAR SAYILI GÜNCEL KARARI:

     “Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Eskişehir 1. Aile Mahkemesi’nce verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine,  Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nce yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir: 

     Ziynet; altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılmış olup; insanlar tarafından takılan süs eşyası olarak tanımlanmaktadır. (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Ankara 2011, s. 1529). Ziynet eşyasını evlilik münasebetiyle gelin ve damada verilen hediyeler olarak tanımlamak mümkündür. Bu bağlamda, bilezik, altın kelepçe, kolye, gerdanlık, takı seti, bileklik, saat, küpe ve yüzük gibi takılar, ziynet eşyası olarak kabul edilmektedir (Sağıroğlu, M.Ş.: Ziynet Davaları, İstanbul 2013, s.3).Kadına özgü ziynet eşyaları; eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir âdet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır.   Hukuk Genel Kurulunun 05.05.2004 tarihli ve 2004/4-249 E. ve 2004/247 K. sayılı kararında da aynı ilke benimsenmiştir. 

     Bu noktada “kişisel mal” kavramının yasal olarak nasıl düzenlendiği üzerinde durulmalıdır:  4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 220.maddesinde; “Aşağıda sayılanlar, kanun gereğince kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, 3. Manevi tazminat alacakları, 4. Kişisel mallar yerine geçen değerler.” kişisel mal olarak sayılmış olup, aynı Kanun’un 222/1. maddesinde; 

     “Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür” şeklindeki düzenleme ile de ispat yükünün kime ait olduğu hususu gösterilmiştir. Yukarıda bahsedilen düzenlemelerden hareket edildiğinde, ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Olağan olan kadına özgü ziynet eşyalarının kadın eşin himayesinde bulunmasıdır. 

 Bunun aksini iddia eden kadın eş iddiasını ispatla mükelleftir. Ziynet eşyası davasında dava konusu altınların varlığı ve bu altınların kadın eşte olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde ispatlanmalıdır. Önemle vurgulamak gerekir ki, kesin delil, yanları ve hâkimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hâkimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır.   

 Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, kadına özgü ziynet eşyası niteliğindeki bilezik eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir âdet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Bu ilkeden hareketle, davalı erkeğin düğünde toplam 12 adet bilezik takıldığını beyan etmiş olması karşısında, bu beyanın 6100 sayılı HMK’nın 188. maddesi gereğince mahkeme önünde ikrar kabul edilmesi gerekir. Bu durumda, düğünde davacı kadına 12 adet bilezik takıldığı hususu çekişmeli olmaktan çıkacaktır. O hâlde mahkemece bu bilezikler yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi gerekir. Diğer yandan, Özel Daire bozma kararının 6. bendinin 1. satırında yer alan “para” kelimesinin dava konusu uyuşmazlık yalnızca bileziklere ilişkin olduğundan 6100 sayılı HMK’nın 24. maddesinde belirtilen tasarruf ilkesi gereğince bozma kararından çıkarılması gerekir.” Şeklinde hüküm kurulmuş olup, daha önceleri “evliliğin devamı sırasında, kim tarafından takılmış olursa olsun, kadına bağışlanmış sayılır.”  Şeklindeki görüş ve değerlendirmesi, devamla daha da net bir şekilde açıklanarak, 

     “Kadına özgü ziynet eşyası niteliğindeki bilezik, eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir âdet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır.” Şeklinde hüküm kurulmuştur. 

     Ki zaten, “erkeğe hediye olarak takılan altınlar, Yargıtay’ın kararlılık kazanmış içtihatlarına göre de; evliliğin gerçekleştiği yerdeki örf ve adetler gereğince kadına ait olduğu kabul edilmediği sürece, erkeğin kişisel malıdır.”  Uygulamada düğün sırasında erkeğe takılan altınların, örf ve adet gereğince kadına ait olduğu artık kabul edilmemekte, devamla erkeğin kişisel malı olduğu,  en nihayetinde ise; bu altınların, erkek tarafından kadına verilmiş olması halinde ise, yine bu ziynetlerin artık kadının kişisel malı olarak kabul edileceği sabittir. 

Editör: Barış Köksal