Aslında soruyu daha geniş perspektiften ele alıp “Mersin nasıl kurtulur?” diye de sormak mümkün…
Mümkün çünkü, limanı çıkarın bu kentten geriye ne kalır?
Veya bir başka ifadeyle sorayım; zamanında 2500 nüfuslu köye 13 konsolosluk açanlar, aynı dönemde koca imparatorluğun Anadolu ayağında payitaht İstanbul dışında ikinci Ticaret Odasını kuranların, kurduranların hangi refleksle hareket ettiğini sanıyorsunuz?
Limana dayalı dış ticaret potansiyeli olmasa, Mersin’ in gelişme anlamında Tarsus, Silifke bir yana Yenice-Huzurkent arasındaki kasabalardan ne farkı olabilirdi?
Tek ayrıcalığı var bu kentin; Tarsus limanını dolduran Berdan ırmağının oluşturduğu delta dışında en uygun ve denize hâkim sığınak olması.
O nedenle arşivimde yayınlanmayı bekleyen birkaç kitaptan birinin kapağına koymayı düşündüğüm cümleyle de özetlemek mümkün Mersin’ in 150 yıllık serencamını:
“Mersin dediğiniz bir limandır aslında”
Bunca şeyi niye mi yazdım?
Geçtiğimiz günlerde MTSO öncülüğünde bir toplantı yapıldı, Mersin limanını özelleştirme idaresinden devralan şirket yetkililerinin başta patronları olmak üzere katıldığı etkinlikte sıkışıklığı ayyuka çıkan limanla ilgili etkili/yetkili sayılan tüm kurum/kuruluş temsilcileri bir şeyler söyledi. Daha avam deyimle ifade edeyim: Herkes eteğindeki taşları döktü.
Sonuç mu?
Sonucu elleri dert görmesin yerel medyadaki arkadaşlar “Havanda su dövüldü” tanımlamasıyla çok güzel özetledi.
Gerçekten parmağı taşın altında kalan Mersinli iş adamıyla Devletin yıllarca ağır aksak yürütmeye çalıştığı hizmeti “çok daha iyi yaparız” diye üstlenenlerin liman özelinde de kalsa öylesine farklı sorunlar, bakış açılarına yansıyan öylesine uçurumlar ortaya çıktı ki, anlatılır gibi değil.
Sorunları kurumsallıktan çıkarıp şirketlerinin özeline indirgemeye çalışanlara söylenecek sözüm yok.
Ama tarife konusunu bile ters yüz ederek “biz 2010’ dan beri zam yapmadık” iddiasını ortaya atacak kadar son yedi yılda yaşadıklarımızı, sanki yaşanmamış gibi göstermek bir yana hafızamızı sıfırlamaya çalışanlara hatırlatılması gerekenleri halının altına süpürenlere ne demeli?
Örneğin “liman teslim alındıktan sonra üç yıl boyunca zam yapılamaz” ilkesi sözleşmede yer almasına rağmen nasıl olup ta şimdi yaşanmamış sayılan o üç yıl içinde defalarca zam yapılabilmişti?
O zamların nasıl yapılabileceğini “dünyada değişen maliyet fiyatlarının yansıtılması” gibi hepimizin saygı duyacağı kuralını yok sayarak hem de dolar bazında arttırılmasına göz yuman “denetleyici ve düzenleyici devlet otoritesi” gelişmeleri sadece izlemekle yetinirken insafı ellerine kapandığımız özel işletmeciden bekleyen bizim gibi saflara ne demeli?
“Havanda su dövme” toplantısına tam kadro katılan işletmeci ekip adına ağır top ve patron Hamdi Akın “biz Mersin limanına 1 milyar 170 milyon dolarlık yatırım yaptık” derken o salonda şikayetlerini dile getirmek üzere toplananlardan tek bir şey beklerdim: “bu yuvarlak rakam 1,2 milyar doları limanın neresine harcadın? Harcadıysan bunca sıkıntıyı neden çekiyoruz?”
Sonra toplantının ev sahiplerinden önemli bir isim beni aydınlattı da uyandım: Meğer patronun Mersin limanına yatırdık dediği paraya özelleştirme idaresine ödenen 755 milyon dolar da dâhilmiş.
Bunlar o toplantıdan geriye kalan kimi dramatik, kimi komik anekdotlar.
Gelelim liman ve daha genel ifadeyle Mersin’ in nasıl kurtulacağına…
Mevcut liman işletmecisiyle Mersin kurum ve kuruluşları yüz kez daha bir araya gelse, bakış açılarındaki uçurum o kadar büyük ki, dağlar birleşse bu alanda bir buluşma gerçekleşmez.
Çünkü işletmeci tek tabanca olmanın, rakipsizliğin farkında ve kendisine kalsa 30 yıl daha sürdürecek bunu…
Nitekim sağladığı dış krediyle giriştiği rıhtım büyütme, genişletme projelerinin tümü daha çok konteyner daha çok kazanç hedefi doğrultusunda atılmış, atılmakta olan adımlar.
Gelinen noktada liman yılda yaklaşık 10 milyon ton kuru yük ve 1,4 milyon konteyner elleçleme kapasitesine sahip.
Kuru yükün tonundan 5 dolar, her konteyner elleçlemesinden ise yuvarlak hesap 150 dolar kazanan bir işletme var karşımızda. (Akfen Holding faaliyet raporuna göre MİP 2013’te konteyner bazında 146 dolar elde etmiş)
Ve o faaliyet raporunu esas alırsak her yıl yaklaşık 250 milyon doları Mersin’ de iş yapan kişi ve kurumlardan toplayan bir işletme söz konusu.
Böylesi bir altın yumurtlayan tavuğun kurulu düzenini sahibinin bozmasını beklemek ham hayal…
Hele bu beklenti “duyarsızlığın tavan yaptığı, lobiden yoksun bir kent” adına söz konusu olduğunda…
Kaldı ki mevcut işletmecinin “Hub liman haline getireceğim” hayalinin doruğu bile 2,5 milyon konteyner ile sınırlı. Ve siz kendinizi nerede görürseniz görün, yıllık 10 milyon ve üstü konteyner elleçleme rakamına ulaşmayan hiçbir limanı dünyada kimse “Hub limanı” olarak görmüyor.
Çare?
Gittikçe ağırlaşan sorunun tek çaresi var: Rekabet ilkesini hayata geçirmek ve bununla doğrudan bağlantılı dünya standartlarında yeni “Hub limanını” bir an önce hayata geçirmek.
Başka ülkeler liman özelleştirmelerinde sözünü ettiğim rekabet ilkesinden hareketle limanı anahtar teslimi tek işletmeciye vermek yerine rıhtımları farklı kuruluşlara kiralayıp rekabeti sağladılar. (Yunanistan Pire limanı buna iyi bir örnek. Konuya ilgi duyanlar2012’de kaleme aldığım https://abdullahayan.wordpress.com/2012/02/25/mersin-in-konteyner-terminal-liman-hayali-mip-e-kurban-edilemez/ ve Temmuz 2014’ teki http://blog.radikal.com.tr/ekonomi-is-dunyasi/cin-pire-icin-yorgan-yakacak-65308  yazılarıma göz atabilir)
Mersin o şansı yitirdiğine göre tek çözüm kalıyor geriye…
Yılda 14 milyon konteyner elleçleyecek Mersin konteyner Hub Limanının bir an önce hayata geçirilmesi için tüm dinamikleriyle ayağa kalkmak.
Aslında proje 10. Beş yıllık kalkınma planında yer alıyor ve 2023 ihracat, dış ticaret hedeflerine ulaşmak isteyen Türkiye’ nin en can alıcı yatırımlarından biri…
Üstelik yeni Başbakan sıfatıyla Mersin’ e gelen Davutoğlu’ da projeyi yarım ağızla da olsa dile getirdi.
Konteyner hub limanı orta gelir tuzağına düşmüş görünen Mersin’ i ayağa kaldıracak en çılgın proje. Çünkü 14 milyon konteyner bu kentin yılda yarattığı milli geliri bir anda 8500 dolarlardan 18.500 dolarlara sıçratacak tek yatırım. (uzmanların konteyner başına yaratılacak artı değerden yola çıkıp yaptıkları hesaptan söz ediyorum)
Peki, TBMM’ den geçen ve yasal statü kazanan o projeyi, üstelik Mersin’ i kurtaracak çılgınlıkta olmasına rağmen kim, neden engelliyor?
Aslında sorunun cevabını yıllardır vermeye, dilimin döndüğünce anlatmaya çalışıyorum.
Son yedi yılda bu konuda o kadar çok yazı kaleme aldım ki, gerçekten yenilerini dillendirmeye mecalim yok.
Ama merak edenler https://abdullahayan.wordpress.com/ adresinden yeterince yazıya, dökümana ulaşabilir…