Bir önceki yazıda imar uygulamaları sayesinde yaratılan zahmetsiz zenginliklere birkaç örnek üzerinden değinmeye çalışmıştım.
Tarım arazilerinin iskâna açılması sayesinde sihirli değnek değmişçesine köşe dönenlerle ilgili o kadar çok hikayenin anlatıldığı, yazıldığı bir ülke burası. Herkesin yakın çevresinde tanık olduğu yeterince örnek var, bu nedenle de sözü uzatmaya gerek yok.
Gelelim Mersine…
Kürtlerin yerlerinden yurtlarından koptukları veya koparıldıkları, göç etmek zorunda kaldıkları/bırakıldıkları 1990’ larda yoğun göç aldı Mersin. Tüm önlemlere, zoraki engellemelere karşın kentin doğu bölümünde kalabalık mahalleler işte o süreçte serpilip büyüdü.
Bu mahallelere çeki düzen verilmesi, güvenliğin sağlanması adına kontrol altına alınmaları o yoğun göçten sonradır ve epeyi sosyal mühendislik denemeleriyle sıkça gündeme gelmiştir.
Çay, Çilek mahalleleriyle sembolleşen “adam etme” arayışları, bir süre sonra söz konusu mahallelerin kentsel dönüşüm adı altında yaşayan sakinlerinin yapılacak TOKİ konutlarına taşınıp, boşalacak alanların daha işlevsel (!) amaçlarla değerlendirilmesi düşüncesini, o hayallerin de pratiğe dönüşmesi çabalarını anımsatmama gerek yok.
Özellikle 2004 yerel seçimlerinde söz konusu mahallelerin yer aldığı Akdeniz Belediyesinin el değiştirmesiyle yoğunlaşan çabalar, Belediye ile TOKİ arasında imzalanan protokoller, bugünlere kadar devam eden yargı süreciyle gündemden hiç düşmeyen tartışmalar.
Liman gibi kentin en önemli lokomotifinin arka bahçesinde yer alan bu mahallelerin bazı kesimlerin iştahını kabartması şaşırtıcı değil elbette. Ama şaşırtıcı olan neredeyse tamamı sakinlerinin tapulu malı olan evlerinin kendi iradeleri dışında ellerinden alınması anlamına gelecek böylesine bir kentsel dönüşümün sancısız nasıl gerçekleşeceğiydi?
Zor sorunun cevabı da kolay değildi elbet ve bugün geldiğimiz yere bakıldığında on beş yılı aşkın zamandır arpa boyu yol alınamayan tablo sürecin tek gerçeğidir.
Yıllardır inatlaşma ve çatışma yerine daha güzel, daha yaşanabilir bir kent planlamasına kafa yoranlar, önceliğin bir, iki katlı evlerden oluşan Çay/Çilek vb. gibi mahallelerden çok, özellikle olası bir depremde yerle bir olması kaçınılmaz Pozcu gibi bölgelere verilmesi gerektiğini dile getirip duruyor.
Bu tezi son zamanlarda güçlü biçimde savunanlardan biri de, söz konusu bölgeyi yakından tanıyan ve Yenişehir Belediye Başkanlığını üç dönemdir sürdüren İbrahim Genç…
Genç son Büyükşehir Belediye Meclisinde hem gelmekte olan tehlikeye dikkat çekiyor hem de ufuk açıcı çözüme nasıl ulaşılacağını anlatıyor.
Pozcu' daki çarpık yerleşime ve trafik sorununa dikkat çekerken özellikle dar sokaklardan araç geçişlerinin zor olduğunu, park yeri bulamayan araçların kaldırımları işgal etmesiyle yayaların yürümesinin engellendiğini söylüyor ve ekliyor: “Pozcu' da bugün gecekondu sorunundan daha büyük bir sorun var. Çözüm için Ankara’ da bir takım girişimlerde bulunduk, umarım kısa zamanda çözüme ulaşılır.
Genç deneyimli bir belediye başkanı olarak hastalığın elbet farkında.
1970’ lerde deniz kumu gibi malzeme ve ilkel yöntemlerle dikilen çok katlı binalar bırakın depremi oturanların küçük tadilatlarıyla bile yıkılma tehlikesi yaşamakta.
Sokakların durumu da iç açıcı değil. Sayıları artan araçlar nedeniyle yol kenarları ve kaldırımlar işgal altında. 
Parklardan geçtik, çocukların nefes alabileceği küçük bir oyun alanı dahi yok. 
Küçük bir yer sarsıntısı ile insanların hayatlarını her an kaybedebilecekleri, ambulans, itfaiye araçlarının zamanında müdahale edemeyecekleri, daha kaliteli yaşam bir yana can güvenliğinin olmadığı bu yerleşim yerleriyle ilgili Ankara’ nın ne yapacağı daha da önemlisi çözüm gelinceye kadar kimin başına ne geleceği meçhul…
Zaten asıl çözüm Ankara’ da değil, Belediye ile söz konusu bölgedeki mülk sahiplerinin bir araya gelip ortak irade sergilemesinde. Her binanın yükseldiği parseller yerine “ada bazlı” projeler geliştirilecek. Adada yer alan tüm apartmanlar o proje çerçevesinde yıkılacak, yeşil alanları, sosyal donatıları, otoparkları, geniş yollarıyla yeniden inşa edilecek. Bunu sağlamak için inşaat yoğunluğu arttırılacak. Yoğunluk sayesinde ortaya çıkacak alanların tümü yukarıda saydığım ortak kullanım projelerine terk edilecek. 
Aklı başında her gayrimenkul sahibi böylesi bir çözüme hayır demez. Her başına çökme tehlikesi olan ve değeri pula dönen dairesinin yerine çok daha sağlıklı, çevre düzenlemesiyle değeri artmış mülke kavuşmaya kim karşı çıkar ki?
Yenişehir Belediyesi Ankara’ dan haber bekleyeceğine, bir iki ada özelinde denemeye girişse, hiç şüpheniz olmasın ortaya çıkacak tablo diğer mülk sahiplerinin de benzer çözüm için kuyruğa girmesine yol açar.
Ne yazık ki, felaket kapıya gelmeden kılını kıpırdatmayanların yaşadığı bir ülke burası.
Umarım bu kez farklı bir şey olur, “bize bir şey olmaz abi” modu dışında sağduyu galip gelir ve büyük felaketlerle karşılaşmadan önce çözüm yolunda adımlar atılır.