Aslında kent konseyleri ne işe yarardan çok, kent üzerinde bir ağırlıkları var mı? Diye sormak lazım ama soruyu sonraya bırakıp daha önemli gördüğüm birkaç hususa değinmek istiyorum.
Kent konseyleri Türkiye’ de bir iki istisna dışında Belediye Başkanlarının gölgesinde kalan hatta çoğu zaman arka bahçe niyetine tanzim edip, ellerinin altında tuttukları formalite gereği oluşumların ötesine geçemedi, geçemiyor da.
Oysa gelişmiş demokrasilerde aynı kent konseyleri kentin her konusunun, sorununun tartışıldığı, orada alınan her türlü kararın hayata geçirildiği oluşumlar olarak çalışıyor.
Beldedeki okul öğretmenlerinin seçiminden okulların yönetimine, yeşil alanlardan tutun da spor yapılacak yer seçimlerine, trafik yönetimine akla gelebilecek her karar için kent konseylerinin görüşü çok önemli.
Kısaca demokrasi yerelden başlarken bu alanda önemli işlevi kent konseyleri yükleniyor. Başkanlara gerektiğinde yol gösteriyor, gerektiğinde proje üretiyor, gerektiğinde dur diyebiliyor.
Bizde ise kent konseyleri sırf AB sürecinin hatırına, göstermelik olarak ihdas edilmiş, hani tabir yerindeyse “var mı” diye soranlara, yemin etsek başımızı ağrıtmadan var diyeceğimiz türünden ucube oluşumlar.
Mersin’ de hem Büyükşehir hem Akdeniz kent konseylerinin yürütme kurullarında yıllarca yer alan, işlevi pratikte yakından gözleme imkânı bulan biri olarak konseylerin aslında çoğu zaman kağıt üzerinde kalmaya mahkum yapılanmalar olduğunu, bu ülkede gördüğüm oluşumların, yerel demokrasilerin soluklanma olanağı bulduğu ülkelerdeki benzerleriyle isimleri dışında en küçük ilgileri olmadığını gördüm.
Örneğin bizde bir konseyde yer almanız için mutlaka bir dernek, oda benzeri bir kurumu temsil etmeniz gerekir. Oysa bu bile yerel demokrasinin ruhuna aykırı. Aykırı çünkü siz o konseyde halk adına görev yapacaksınız, dernek veya oda adına değil. Ve diyelim ki, konseyde halk adına en etkili rolü üstlenmeniz mümkün ama bir derneğe mensup değilseniz, kapıdan içeri giremiyorsunuz.
**
Kent Konseyleri gerçekten imrendiğimiz demokratik kriterlerle oluşsa ve ilkelerini de yerel demokrasi temelli oluştursa Başkanların gölgesinden kurtulup, muhalif bir rol üstlenebilirler.
Kendilerinin ortaya koydukları yanında Belediyelerin de projelerini halka anlatmak, konuya vakıf olanlardan görüş ve destek alarak faydaları, zararları, gözlerden kaçırılan riskleriyle kısaca tüm boyutlarıyla masaya yatırmak asıl uğraş olmalı…
Gerektiğinde o kentte projeden etkilenecek tüm insanlarla paylaşmak, görüşlerini alarak yapılabilirliğini veya karşı çıkılması gerekiyorsa, tüm mücadele yöntemlerini ortaya koymak, kısaca halkla yerel yönetim arasında köprü görevi üstlenme de göz ardı edilmemeli.
Bu öylesine bir köprü olmalı ki, kent yararına olan projelerin daha hızlı hayata geçirilmesini sağlamalı, eğer proje sorunluysa, halka karşı duyulan sorumlulukla köprü açılarak birilerinin geçişi engellenmeli.
Gerçek anlamda kentle kucaklaşmış, üstelik uyduruk değil işleve sahip il genelinde bir kent konseyine sahip olsak, Nükleer Santral konusunda tanık olduğumuz emrivakiler karşısında bu kadar duyarsız kalınır mıydı?
Yıllarca Mersin Büyükşehir Kent Konseyi, sahiller yağmalanırken ne yaptı? Ne yapabildi? Bugün aynı Kent Konseyinde yer alan aktörler değişmesine rağmen 323 km’ lik sahil boyunca yağma tüm hızıyla devam etmiyor mu?
Aynı kent konseyi yıllarca çöp alanının Toroslar’ dan Çimsa kuzeyine taşınmasının lobi oluşturma etkinliği dışında hangi duyarlı konuya el attı? Örneğin yeni çöp alanı için bulunan yer gerçekten en uygun yer miydi? Yer altı sularına, tarım alanlarına etkisi, akşamları Karaduvar-Kazanlı başta olmak üzere güneyde kalan yerleşimleri etkisi altına alacak rüzgarlar hesaba katıldı mı?
Aynı oluşum çatısı altında birlikte bir şeyler yapmaya çalıştığım arkadaşlarıma “kent konseyi mi, çöp konseyi mi” sorusunu yöneltirken kamuoyunda oluşan algıya tercüman olmaya çalışıyordum aslında.
O konsey tümüyle değişti, üstelik geçmişte yapılan Büyükşehir Belediye başkanını oluşumun başına oturtma yandaşlık yanlışı da Kocamaz’ ın sağduyulu tavrıyla giderilmeye çalışıldı.
Ama gelin görün ki, bize özgü demokratik anlayışımız gereği, aynı Kocamaz’ ın işaret ettiği bir arkadaşımızın Başkan yapıldığı bir konseyimiz var. 
Anlayacağınız şekil olarak dışarıdan bakarsak bir şeyler değişmiş görünse de, esasında pek bir şey değişmedi.
Bu kent halen kirli, halen kalan sahiller yağmalanıyor, kalan tarım alanları yok ediliyor.
Çevreyi tehdit eden pek tesis faaliyetini sürdürüyor.
Bu sahillerden denize girilecek diye diye, kent içinde kalan sahilleri doldurup katleden Başkanı gönderdik ama gelen elde kalan sahillerden denize girmemiz konusunda kılını kıpırdatıyor mu?
Soruyu çok basit ama yeni anlayışı sembolize etmesi bakımından anlam taşıyan bir örnekle yanıtlayayım:
Özcan döneminde kent içinde başka yer kalmamış gibi sahil kreasyon alanının en güzel yerindeki kafelerin biri park bahçeler müdürlüğüne ayrılmıştı. Yıllarca o müdürlük kentin göz bebeği gibi korunması gereken prestij alanını makine, ekipmandan tutun da hurdaların yer aldığı açık hava deposu gibi kullandı.
Özcan gitti, Kocamaz geldi de ne mi değişti?
Aynı Park Bahçeler Müdürlüğü o döküntüleri depolamak üzere kreasyon alanındaki işgal ettiği yeri büyütüp, yayılma peşinde.
Yat limanına nazır kazma, kürek, hurda hortum, eski ilan levhalarının doldurulduğu depo projesi ve “Mersin’ i marka kent yapma” iddiasını durmadan yineleyen yeni Büyükşehir Başkanımız…
**
Aslında bu yazıda Akdeniz Belediyesinin de nasıl olup ta onay verdiğini bir türlü anlayamadığım, “yapılsın” mührünü basarken aslında kentin kalbine hançer sağladığı (yapılanın farkında olup olmadığı konusu meçhul) Kromsan atıklarının döküleceği Çimsa’ nın kuzeyindeki alanla ilgili projeyi farklı açılardan ele almak niyetindeydim.
Ve eli kolu her yerden bağlanmış bir ilçe kent konseyinin böylesine akıl almaz bir iş yapılırken o işten etkilenecek ilçe halkını, yöre insanını aydınlatma başta olmak üzere projenin çevresel anlamında havaya, suya, tarım toprağına vereceği zararları tüm paydaşlarla masaya yatırmasını beklerdim.
ÇED rapor sürecini zarara uğraması kaçınılmaz yöre insanı yerine, yatırımcı penceresinden değerlendiren kurumlara karşı nasıl duruş sergilenmesi gerektiği konusunu ele almak gerektiğine olan inancımla…
Ama konu derin ve çetrefilli, yer ise sınırlı. 
Bir başka gün, bir başka yazıda devam ederiz nasılsa…