Neo liberal politikaların ışık hızıyla tüm dünyaya yayıldığı son 30-35 yılın ileride bir gün tarihini yazacak olanlar, eminim akan nüfusun etkisiyle şişmeye başlayan kentlerin yağmalanma hikâyelerine oldukça önemli yer verecektir.
Sanayi çağındaki dinamiklerin çok ötesinde yeni bir sermaye sınıfının doğmasına yol açan binlerce yıllık tarım toprağının inşaata açılmasıyla serpilip büyüyen, dokundukları arazileri “hokus pokus” hızıyla konuta, dolayısıyla paraya çeviren  modern çağın köşe dönücü sihirbazları.
Köşeler elbette yalnız dönülmüyor.
Bazen yerel, bazen merkezi idarelerin küçük! müdahaleleriyle “bir” değerindeki arazi, yerleşime açılıp “yüz”, o imar uygulaması gören “yüz”lük arazi de inşaata açılıp “bin” , “on bin”, “yüz bin” hatta “milyon”  değerinde arsa haline dönüştürülebiliyor. (dediğim gibi sihirli değnek, yerel veya merkezi yönetimlerin elinde. O değnek isterse toprağı altına çeviriyor, isterse de altın olma hayalleri kurulan gayrimenkulü imara kapatarak bir anda çöp deposuna çevirebiliyor)
Yıllar önce devlete ödenemez miktarda vergi borcu olan bir tanıdığım vardı. Üç kuruş ta olsa vergi borcu olanın yurt dışına çıkamadığı günler.
Kaç kere pasaport kontrolünden geçemeyen o tanıdık sonunda gitti büyük bir metropolün kuş uçmaz kervan geçmez uzaklıkta bir yerinden hayli büyük bir arazi aldı. Değer tespiti yapacak bilirkişi ayarlandı, arazinin değeri borcu karşılayacak denkliğe getirilip teminat gösterildi. Derken günün birinde o vatandaşa yakın biri belediye başkanı oldu. Başkanın ilk işi yapılacak olan otoyol güzergahını o akıl almaz büyüklükteki arazinin yanına kaydırdı. Yolun geçtiği yerde tarım arazisi mi olur? denilerek bölge imara açıldı.
Devlete borcu nedeniyle yurt dışı yasağı olan arkadaş, bu anlattığım 5-6 yıllık sürecin sonunda 5-6 milyar dolarlık gayrimenkul portföy sahibiydi artık.
O tanıdığın durumu ne mi oldu?
Aradan tam 30 yıl geçmiş, kendisi yurt dışında yaşıyor ama o büyük metropolün bugün en mutena semtlerinden biri durumuna gelen arsalarının bir kısmına çocukları halen binalar dikmekle meşgul…
Sadece o mu? Aynı bölgenin doğuşuna tanık olan komşu belediye başkanı da, “benim neyim eksik?” deyip, beldesini gökdelenlerle donatacak imar değişikliklerini hayata geçirdi ve dünün yağız yoksul delikanlısı kısa süre sonra ülkenin zenginleri arasında anılmaya başladı.
Ben bir ikisine şöyle bir değindim, eminim herkesin duymak şöyle dursun, her sabah gelip geçtiği yolların etrafına bakıp anlatacağı yüzlerce benzer hikâye vardır.
Kırdan kente hücum devam ettiği sürece, ne bu öyküler biter, ne de yeni dolar milyarderleri…
Ama küçük! bir sorunla karşı karşıya yeni vahşi sistem…
Araziler azalıyor. Azalan arazilere karşı alınacak birkaç önlem var. Örneğin yeni iskân alanları yaratmak, tarım bölgelerini imara açmak.
Türkiye’ de AK Parti’den çok önce başlayan ama son yıllarda şiddetli biçimde hızlanan başka bir çözüm modeli var: Kentsel dönüşüm…
Kentsel dönüşümün avantajı, kent içinde sıkışmış nispeten köhne yapıların yer aldığı değeri yüksek kupon arsaların, devlet eliyle “oturulması riskli alan” ilan edilmesi ve ardından aynı yerin kentsel dönüşüm adı altında daha yoğun inşaata açılması.
Bu konuda İstanbul Sulukule ve Ankara’ daki protokol yolu olarak ta anılan Havaalanından kent merkezine uzanan yolun etrafının dönüşüme tabi tutan projeler.
Projelerle çevre düzenleniyor ama yenilenen bölgenin sakinleri için hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmuyor.
Örneğin Kuzey Ankara olarak ta anılan proje sayesinde modern, yaşanabilir evlere kavuştuğunu sanan şanslı insanlar bile bir süre sonra her ay ödemekle yükümlü oldukları borcun altında ezilmeye, o borç taksitlerini ödemek için “ekonomi bozulmasın diye ülke istikrarını korumaya kendini adamış” yeni finans köleleri olarak çıkıyorlar karşımıza…
Finans köleler hikâyenin güzel bölümünde yer alıyor, bir de yıllarca oturdukları evlerini, aynı havayı soludukları komşularını, top koşturdukları sokaklarını kaybedenler var.
Kentsel dönüşümün sihirli eli değdiğinde değişen, güzelleşen semtlerin sadece çehresi değişmiyor. Oturanlar da bir süre sonra artık onlara bol gelen güzel elbiseleri çıkarmak zorunda kalan yoksullar misali oturdukları yerleri daha zengin kesimlere bırakıp yoksulluklarıyla uyumlu yeni varoşlara yelken açıyorlar.
Genel Türkiye tablosu bu ama öykünün bir de Mersin bölümü var…
Yıllardır bir iki katlı üstelik tapulu evlerinde oturan, halinden memnun, belki sokak iyileştirmelerle çok daha kaliteli yaşama kavuşacak olan nispeten yoksul mahallelere kentsel dönüşümü dayatmaya çalışan bir güçlü el dolaşıyor Akdeniz ilçesinin bazı bölgelerinde.
Bir de o bölgeleri boşaltmaya çalışıp, en küçük sarsıntıda yerle bir olma riski hayli yüksek, zemin dayanıklılığından yoksun, deniz kumuyla dikilip artık ömrünü doldurduğu için dokunanın üstüne çökecek Yenişehir ilçesinin eski semti Pozcu ve çevresindeki 8 katlı tabutlukları andıran apartman demeye dilin varmadığı çok katlı meskenler…
Mersin özelindeki durumu yeni tartışmalar ışığında ele alacağım ama bir başka yazıda…