Bir önceki yazıda Jansen’ in elde ettiği veriler ve gözlemleri sonucu Mersin’ in sanayi, tarım, nakliye ve turizm ile ilgili mevcut tabloyla geleceğe yönelik beklentilerini paylaştım.
Jansen’ in özellikle üzerinde durduğu husus, Anadolu’nun İzmir ile birlikte dünyaya açılan iki kapısından biri olarak Mersin’ in fırtınalara açık iskeleleri yerine korunaklı bir limana duyduğu ihtiyaçtır.
Gerçekten de liman bu kenti var eden en önemli etkendir. Tarsus’ un aynı işlevi gördüğü binlerce yıl sahilde birkaç gölge yapan sazlık dışında yerleşim düşünülmeyen bölge, Berdan havzasının dolması ve gemilerin yanaşacağı derinliği kaybetmesiyle bir anda öne çıkmış ve kısa zamanda ortaya çıkan beş iskelesiyle Anadolu’ da yetişen ürünlerin en önemli çıkış kapısı olmuştur.
Aynı şekilde ve çok kısa zamanda, ülkede yokluğu çekilen dünyadaki tüm malların da ithal ve ülkeye dağıtım merkezi haline gelecektir Mersin…
Kurtuluş savaşıyla yıkılan Anadolu’ nun küllerinden doğan genç Cumhuriyet “makûs talihini” tersine çevirmeye, yaralarını sarmaya çalışırken, konumu itibariyle İzmir ve Mersin dünyaya açılan iki kapı olarak gerek özellikle dış ticaret alanında yadsınamaz rol üstlenir.
Dünyayı sarsan 1929 küresel ekonomik krizine inat kente bereket anlamına da gelen liman hareketlerinde Mersin 2. Dünya savaşına kadar yükselen grafiğiyle bölgenin yükselen yıldızıdır.
Beş yıllık ihracat rakamlarına bakıldığında Mersin’in nereden nereye geldiği daha kolay anlaşılacaktır:
1933 yılında 49.570 ton ürün ihraç ederek 3 milyon 425 bin liralık gelir elde edilirken başlıca alıcı ülkeler Filistin, Japonya, İtalya ve Almanya olarak sıralanmıştır.
1937’de ise ihracat, tonaj itibariyle 169.070 tona, miktar olarak ta 9 milyon 757 bin liraya ulaşırken alıcı ülkeler sıralaması Almanya, İtalya, İngiltere, ABD ve Filistin olarak gerçekleşmiştir.
1933’te 225 bin liralık ihracatın yapıldığı Almanya’nın 1937 rakamı 5 milyon liradır.
Asıl ilginci 1936 ile 1937 Mersin ihracat rakamlarının tonaj ve miktar olarak karşılaştırılmasıdır:
1936 yılında 105 bin ton ihracata karşılık 10 milyon 300 bin liralık döviz sağlanırken, 1937 yılında 169 bin tonluk ihracata karşı ancak 9 milyon 757 bin liralık gelir elde edilmiştir. Bir yıl içinde sağlanan 91 bin tonluk artışa ve Mersin’in tonaj anlamında tarihi boyunca yakaladığı en büyük rakama rağmen değer anlamındaki düşüş hayli anlamlı ve önemlidir.
Dış Ticaret yanında sanayideki gelişme de dikkat çekicidir.
Örneğin dokumacılıkta Anadolu’ nun çoğu şehri el tezgâhlarıyla üretim yapmaya çalışırken, elektriğin sağladığı avantaj sayesinde Mersin ve Tarsus binlerle ifade edilen işçi istihdam eden tesislere sahiptir.
Türkiye’ de kurulan ve pek çok kent ihracatçısını bünyesinde barındıran Cenup İlleri İhracatçı Birliklerinin (günümüzdeki adıyla Akdeniz İhracatçı Birlikleri) Mersin merkezli oluşturulması da boşuna değildir. Erzurum’ dan Gaziantep’ e, Samsun’dan Adana’ ya neredeyse tüm ülke illerinin yarısını kapsayan yapının merkezidir Mersin. (Gaziantep’ te ihracatçı birliklerinin kurulması 24 Ocak 1980 kararlarının ardından gerçekleşecektir)
Türkiye’ de İstanbul’ un ardından ikinci Ticaret ve Sanayi Odasının 1886’ da kurulduğu Mersin’ in 1890 nüfusu köyleri saymazsak 9 bindir.
Ama bu 9 bin nüfuslu orta boy kasaba nüfusuna sahip kentte Ticaret ve Sanayi Odası, Borsa gibi kurumlar yanında yine 1890 kayıtlarına göre Fransa, İngiltere, Rusya, İtalya, İspanya, Lübnan, ABD, Hollanda, Danimarka, Portekiz, Norveç ve Avusturya gibi tam 12 ülkenin konsolosluklarına ev sahipliği yapmaktadır.
Aynı yıllarda yabancı sermayeli pek çok banka şubesi vardır ve Cumhuriyet dönemiyle çoğalan yerli bankaların tümünün olmazsa olmaz tercihleri dünyayla olan entegrasyonu nedeniyle hep Mersin olmuştur. Merkez Bankasının faaliyete geçmesiyle ilk şubelerinden birini Mersin’ de açması da boşuna değildir.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım tablo Jansen’ in de önemsediği, kente kimlik ararken fazla da zorlanmadığı en önemli dinamiktir. 
Gelişme bölgeleri, kent içi yollar, tren ve şehirler arası karayolunun limanla entegrasyonu, sanayi ve turizm bölgeleriyle ilgili arayışlarımızın bugün bile sona ermediği, taşların tam olarak bir türlü yerine oturmadığı göz önüne alınırsa Jansen’ in nasıl bir yükün altına girdiğini görmek zor değil…
Elbette böylesine bir araştırmayı keşkeler içeren cümlelerle bitirmenin çok ta rastlanan bir yöntem, tarz olmadığının farkındayım.
Ama 1935’ lerde gözlenen ve 1938’ de ete kemiğe bürünüp Belediye Meclisinde görüşülen, onaylanan bir plan varken, her türlü gelişmeye açık çiçeği burnunda henüz çoğu yönüyle el değmemiş kenti geleceğe hazırlamak yerine, günlük sorunları günlük çözümlerle eyyamcılığı tercih etmenin bedelini ödüyoruz yıllardır.
Bugün de kentin önündeki en ciddi sorunlar dönüp dolaşıp, gelişme planları etrafında düğümleniyor, tüm tartışmalar burada tıkanıyorsa ve hepsinden önemlisi 1865’ te dünyaya gözlerini açmış 150 yıllık Mersin geçen dönemin yarısından fazlasını önüne gelen altın fırsatları tepmekle geçirmişse elbette söylenecek çok söz var.
Bu nedenle ben, “keşke” sözcüğüyle noktalamayı uygun buldum yazı dizisine konu çalışmayı…
Keşke Mersin Jansen planının ışığında yürümeyi becerebilse, keşke dününü tasarlayan o planla bugüne, bugünden de yarına ilerleyebilseydi.
Eminim, çok daha farklı olurdu her şey ve çok daha farklı günlere uyanabilirdi Mersin…
Abdullah Ayan, Mersin