Ekim 2002... Türkiye bir genel seçime gidiyor ama milletin bir gözü hırsızlıklarla anılan bir dönemin sandıkta kapanıp kapanmayacağına odaklanmış, diğer göz ise işgalin ayak seslerinin duyulmaya başlandığı Irak ile ilgili gelişmelerde...
ABD askeri operasyonu kafaya koymuş, alt yapısını hazırlamakla meşgul.
Alt yapı dediysem elbette Mersin ve İskenderun limanlarından çıkarılacak askerlerle ilgili lojistik destekten tutun, Taşucu' nun az ilerisine akıllara seza hızda kondurulan limana, askeri konvoyların geçeceği yollara, köprülere kadar yoğun bir çalışma var.
Ama alt yapı sadece fiziki projelerden ibaret değil.
Türkiye insanını da kafa olarak harekata hazırlama, Irak işgalini gerçekleştirecek demokrasi havarisi ABD sayesinde Saddam' dan kurtulacak bölgenin bir anda nasıl da cennete döneceğinin anlatılması var.
Bu proje sadece halkın ikna edilmesiyle sınırlı değil, çantada keklik görülen TBMM' nin de ABD askerleriyle ilgili ülke içine girişi ve geçişini sağlayacak oylama için de önemli...
3 Kasımda yapılacak seçimlerle oluşacak Meclis yapısını ülkenin o güne kadar kaderine damgasını vurmuş anlı şanlı partileri göremese de ABD tahmin edebiliyor. O nedenle AK Parti üst yöneticileri ABD ziyaretlerinde hem kabul görmüş hem de yapılacak iş birliği hatırına el üstünde tutulmakta.
Pentagon yine de işi sağlama almak, en küçük olasılıkları bile göz ardı etmeden risksiz bir süreç derdinde.
O günlerde ABD' nin Türk medyasına Irak' a yapılacak harekatın işgalden çok halkı Saddam esaretinden kurtarma projesi olduğunun anlatılmasında kullanılmak üzere 250 milyon doların pompalandığı konuşulmakta...
Gerçekten de o günlerde sesi çok daha fazla çıkmaya başlayan "bağımsız ve tarafsız" bir iki televizyon öncülüğünde internet siteleriyle güçlendirilmiş bir kampanya başlatılıyor. Dediğim gibi amaç ABD' nin kurtaracağı Irak' la nasıl da kutsal bir işi yerine getireceğini anlatmak, geniş kitleleri zihinsel olarak o yönde hazırlamak...
Ama tüm çabalara rağmen halktaki hissiyata yansıyan tedirginliği gidermek kolay olmuyor. Bunun üzerine STK' lar, ulufenin paylaşılacağı iş adamları üzerinden başka bir algı operasyonu başlatılıyor. Yıllar sonra tıpkı Nükleer Santral konusunda tanık olacağımız gibi, iş adamlarına proje sayesinde işlerin nasıl açılacağı, lojistik üssü Türkiye'ye akıtılacak milyarlarca doların yaratacağı imkanlar, ortaklıklar ve daha neler...
O günlerde bu "kan üzerinden vaat edilen cennet" hayali, fragmanı karşısında gerçek filmin nasıl acı ve gözyaşlarıyla dolu olduğunu anlatmak hayli zor. Hele ABD harekatının merkezi Mersin gibi yüz binlerce ABD askerinin her türlü ihtiyacının giderileceği lojistik üs olunca ve bu üs sayesinde milyarlarca doların tatlı hayallerini şimdiden paylaşmaya başlayan girişimcilerin kirli beyin yıkama girişimleri daha da güçlü duyulmakta...
İşte tam da o iklimde (2 Ekim 2002 tarihinde Haberci gazetesinde yayınlanan makale) oturup sıcak koltuklarda pembe hayaller kuran herkesi uyandırmak, uyandıramasam da tarihe not düşme adına bir yazıyı kaleme alıyorum. Sade vatandaş yanında Odalar, Borsalar, STK' lar, her konuda konuşan ancak iş bu parlak! projeye gelince pembe hayallere dalan herkesi kendine getirmeye çalıştığım bir yazı bu...
Noktasına dokunmadan aşağıya aldığım yazıyı geçtiğimiz günlerde arşiv karıştırırken buldum. O işgalin üzerinden 13 yıl geçmişken ve sadece Irak değil, bugün tüm bölge ateş topuna dönmüşken, nerelerden nerelere geldiğimizi, hatta savrulduğumuzu anlatması bakımından paylaşma gereği duydum.
Bakın ne demişim:
Yeter, ayağa kalkın...
ABD' nin Irak' ı vurup vurmayacağı tartışılmıyor.
Gündemdeki soru Bağdat' ın ne zaman vurulacağıdır.
Bakın yazın bir yere başlayacak olan savaş birilerinin anlattığı gibi bir kaç günde bitecek harekat değildir.
Saddam' ı devirme operasyonu da değildir.
ABD dünyanın tartışılmaz hakimi olarak Ortadoğu' yu yeniden şekillendirmek istiyor.
Bölge ABD tarafından yeniden dizayn edilirken, kuzey Irak' tan başlayarak İran ve Türkiye' yi içine çeken çok kanlı bir oyun başlatılacak.
Hiç kimse kendisini kandırmasın, bölge ateş çemberiyle sarılacak.
Böylesi ortamda Türkiye ve özellikle bölgemizin durumunu bir düşünün...
Mersin limanının bile Pentagon' a lojistik destek amacıyla ticari hizmete kapatılma olasılığı söz konusu.
Kısacası ne zaman biteceği bilinmeyen,  bölgemizi uzun süre savaş ortamında tutacak sıcak günlere doğru hızla gidiliyor.
Bu kentin ekonomik güçleri, 1991' deki körfez krizini henüz atlatmamış; transit ticaret ve ihracat sayesinde ayakta durmaya çalışan esnafından iş adamlarına etkilenecek olanlar ne yapıyor?
Odaları, borsaları, ihracatçı birlikleri, deniz ticaret odaları, esnaf dernekleri, SİAD' lar, kısaca üyelerini halkın oluşturduğu bir sürü kurum.
Kurbanlık koyunlar gibi mezbahaya girmeyi bekliyor, olanları sadece seyrediyorlar.
Kimisi Pompei' nin son günlerindeki gibi festival zırvaları ile uğraşıyor.
Biliyorsunuz 2 bin yıl önce Vezüv yanardağı homurdanır, öncü lavlarla insanları uyarırken, Pompei halkı 24 saat eğlenmekten o homurtuları duyamaz haldeydi.
Geçtiğimiz günlerde Mesiad' ın bir otelde düzenlediği gecesini televizyondan izlerken Pompei geldi aklıma.
Hele böyle bir gecede yemeğin halkı kışkırtırcasına canlı olarak naklen verilmesine, insanların nefret duygusunun kabartılmasına ne demeli?
Ekim başında da bir festival başlıyor.
Birileri mikrofonların başına geçip, anlamadıkları müziği çağdaşlık simgesidir diye yine yere göğe sığdıramayacaklar.
Çağdaşlık dinlenen müzikle ölçülüyor ya, "ne güzel geliştik" diye nutuklar atacaklar.
Mustafa Kemal' ci olmanın bale izlemek, klasik müzik dinlemekse onlar da "atam izindeyiz" riyakârlığını dışa böyle vuracaklar.
Yüzde otuzu işsiz, yüzde yirmisi de aç bir kentin insanlarına; "daha ne istiyorsunuz, festivalse işte size festival, bol bol klasik müzik dinleyin, çağdaş olun, oturun oturduğunuz yerde" diyecekler.
İnsanların onlara söyleyeceklerini duyar gibiyim:
"Başlarım sizin müziğinizden, ben çocuklarıma ekmek götüremiyorum"  diye haykıran çoğunluğun çığlığını...
Uyanın, ayağa kalkın... Vezüv yanardağının lavlarından beter bir kıyamet, bir felaket üstünüze geliyor.
Bu felaket daha önce yaşadığımız iki krize de benzemiyor.
Londra, Roma, Paris, Ottowa' daki tuzu kuru insanlar mitingler düzenliyor, gök kubbeyi çınlatıyorlar.
Bu kirli savaştan en fazla etkilenmesi kaçınılmaz Mersinin kılı kıpırdamıyor.
Bir miting de mi düzenlenemez?
Bölgenin uğrayacağı zararın tazmini istenmeyecek mi?
Bugün bile vergisini, bağkur primini yatıramayan esnaf o savaş kapıyı çaldığında borçlarını nasıl ödeyecek?
Sokaktaki vatandaş "bize ne kirli petrol savaşınızdan" diye sorduğunda ne cevap verilecek?
Ankara' da ABD' ye direnmeye çalışan bazı güçlere en azından "yanınızdayız" mesajı verilemez mi?
Pompei' de yaşayan 200 bin insan, 2 bin yıl lav tozlarının altında kaldı. İsrail veya Irak' ın bir nükleer çılgınlığı bizi hangi nükleer radyasyonun altında bırakacak?
Irak'ın altından İran' ı terbiye etmeye kalkışacak ABD' nin nerede, nasıl duracağını kim biliyor?
Pompei' de lavlardan kaçacak kadar şanslı olanlar, gemilere binecek fırsatı buldu ama o gemiler de kibrit kutuları gibi sahile vurup parçalandılar.
Bizimse kaçacak yerimiz, binecek gemilerimiz de yok. 
Gelin kaderimize el koyalım.
Başlaması mukadder bir kirli hesaplaşma savaşına dur diyelim...
2 Ekim 2002, (Mersin Haberci Gazetesi)