Bir parti düşünün ki; görevden alınan il başkanının koltuğuna oturmak için 150 civarında aday yarışıyor olsun…
Durumun daha doğrusu sayının çarpıcılığını anlamak için basit bir karşılaştırma yapalım…
Mersin gibi 1,7 milyon nüfuslu bir ilde bu kadar aday çıktığına göre, 15 milyon nüfuslu İstanbul’ da aynı koltuk boşalsa kaç kişi talip olur koltuğa?
Koltuk bugün için iktidardaki AK Parti olunca sorunun cevabını tahmin etmek zor değil.
Ama asıl üzerinde durulması gereken soru bundan çok “neden insanlar aslında külfet olarak görülmesi gereken böylesi bir yükün altına girerler?” sorusu ve buna verilecek yanıttır.
Öyle ya, siyasi partide görev almak aslında madden ve manen durmadan bir şeyler vermek zorunda kalacağınız bir çarka kapılmak demektir.
Ama Türkiye ve benzeri ülkelerde öyle değil.
Tek parti döneminde de, çok partili hayata geçtiğimiz 1946’dan bugüne kadar geçen süre boyunca da siyasette yer almak külfetten çok nimet kapısı olarak görülmüş, hele bu yer kapma iktidar partileri söz konusu olduğunda neredeyse ölümüne bir kapışma alanı görüntüsü vermiştir.
CHP’ nin tek parti iktidarının bazı dönemlerinde illere atanan Valiler devleti temsil görevi yanında partinin il başkanlığını da yürüterek tüm gücü elinde toplarken, o il başkanlığını farklı isimlerin üstlendiği dönemlerde iktidar partisinin il başkanı yer yer Valiye bile hükmeden güce kavuşmuştur.
Çok partili seçimlerin sandık iradesini dürüstçe yansıttığı 1950 seçimleriyle bu iktidardan beslenen yapının kırılacağı zan edilse de, gerçek öyle olmamış, bu kez iktidara geçen Demokrat Partinin il teşkilatları başta il başkanları olmak üzere gücü ellerine geçirdikleri gün, geçmişe rahmet okutacak uygulamalarla sahnedeki yerlerini almışlardır.
1946’ da muhalefetteki Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar’ ı Mersin’ de konuşturmamak için akıllara ziyan gerekçeler üreten dönemin Valisi Tevfik Sırrı Gür’ den tutun da, aynı dönemde göz altına alınan bir grup milliyetçiye “"ulan öküzler, sizin milliyetçilikle komünizm'le ne işiniz var. Milliyetçilik lazımsa biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz.” Vecizeleriyle ünlü Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’a kadar, merak edenlere yeterince anekdotlarla doludur, kısacık ömürlü siyasi tarihimiz.
Demokrat Parti iktidar olur da bir şey değişir mi?
Tam aksine yılların ezilmiş mazlumları iktidara geçince, “nerede kalmıştık” tavrıyla otururlar koltuklara. (DP Haziran 1950’de henüz iktidarın ilk ayını doldurmamışken Mersin yöneticilerinden birinin il emniyet müdürünü Tüccar Kulübünün ortasında yüzlerce kişinin ortasında tokatlaması ve ardından tokatlayanın değil, tokatlananın görevden alınarak cezalandırılması sanırım o intikam günlerine iyi bir örnektir) 
Ve bu “koltuğa oturma yarışı” bazen darbelerle kesintiye uğrasa da, neredeyse yüz yıldır bitmeyen şarkı gibi sürmekte.
Sistemin adı çok partili demokrasi diye tanımlansa da, uygulamada iktidar partisinin borusunun öttüğü, bir hemşirenin hastanede çalışacağı bölümü bile gerektiğinde o parti teşkilatından güçlü bir ismin belirlediği bir ülkede yaşadığımız gerçeği değişmiyor.
Geçtiğimiz günlerde CHP’ li bir Milletvekiliyle sohbet ederken yaşadığı çok çarpıcı bir öykü anlattı:
 7 Haziran seçimlerinde koalisyon ihtimali belirince, Valisinden tüm önemli bürokratlarına varıncaya kadar kendisini arayıp hal hatır soranlar, bir isteği olup olmadığını soranlar, kentin sıkıntılarını paylaşma ihtiyacı duyanlar 1 Kasım seçimlerinin ardından deyim yerindeyse ‘sağır duvar’ olmuş, telefonları bile açmamaya başlamışlar.
Türkiye’ de 2001 kriziyle iflas eden sistem sayesinde iktidara gelen AK Parti, oligarşiye dayalı bozuk düzeni değiştirme fırsatını ne yazık ki uzun zamandır kaçırdı, muktedir olduğunu gördükçe adım adım çark etti.
2004 yılında merkezi idarenin çoğu kurumunu ve erkini yerele aktarma niyetini güçlü biçimde ortaya koyan o irade bugün yerini her şeyin kontrolünü elinde tutan ve geçmişi mum ışığında aratan yönetim tarzına evrilmiş durumda.
Bu ağırlığı gittikçe artan güç, o güç sürdüğü sürece iktidara yamanmayı büyük bir yetenekle sürdüren bürokrasiyi de gizli, açık müttefik olarak yanına alıyor ve partinin il hatta daha aşağıya indikçe ilçe, belde, mahalle temsilcilerine varıncaya kadar dünyada eşine zor rastlanır bir yönetim modeli olarak karşımıza çıkıyor.
Gençlik ve Spor il, ilçe müdürünün veya il/ilçe müftüsünün kim olacağı, o müdür ya da müftünün tüm faaliyetleri zaman içinde iktidar partisinin il, ilçe başkanlarının faaliyet alanı gibi görülmeye başlanıyor.
Devlet kurumlarından herhangi birinin çalıştıracağı taşeron işçi listesinin il teşkilatında belli kontenjan çerçevesinde paylaşıldığı, il iktidar milletvekillerine atanacak işçi kotalarının ayrıldığı, adı koyulmamış acayip sistemden söz ediyoruz.
Her gün partilerin faaliyetleriyle ilgili bültenler gelir elektronik postama. Ve fırsat buldukça tümünü de açar, okurum. Son dönemde iktidar partisinin bir ilçe başkanının övünç kaynağı saydığı çalışmalardan bu sayede haberdar oldum.
İlçe Başkanı haftanın bir gününü halk günü ilan etmiş, makamına gelenlerin derdini dinliyor, büyük olasılıkla da çözmeye çalışıyordur.
Sistemin oturduğu bir ülkede insanların şaşkınlıkla izleyecekleri, hatta inanmakta zorluk çekecekleri bir faaliyet bizde övünç kaynağı sayılıyor.
Bir zamanlar girmeyi hayal ettiğimiz hangi AB ülkesinde hangi anne oğluna iş bulması için iktidar partisinin yerel yöneticisine başvurur?
Veya hangi hasta, diyaliz makinesine bağlanmak için aynı iktidar partisinin il/ilçe başkanından medet umar?
Sistemin oturduğu ülkelerde istihdam yöntemleri de, hastaneden hizmet almanın yolları da bellidir ve asla iktidar partisinin yerel yöneticilerinin elinde değildir.
Bugün bu ülkede gelinen noktada ise; bürokrat oturduğu koltuğu kime borçlu olduğunun farkındadır ve liyakat yerine sadakat sayesinde işgal ettiği makamın bedelinin ne olduğunu gayet iyi bilmektedir.
Ne yazık ki, ufukta bu bozuk düzeni düzeltecek emare şöyle dursun, aksine her gün gittikçe bozulduğunu gösteren sayısız örnekle karşılaşıyoruz.
Kendisi de devlet çarkının tepelerinde bulunmuş Ziya Paşa 150 yıl önce ne diyordu?
“Kalkın ey Felah-ı Vatan dediler, kalktık
Onlar oturdu, biz ayakta kaldık”