Üç bölümlük yazıların ilk ikisinde Rusya ve Katar’ ın Suriye topraklarındaki doğalgaz patentli güç savaşlarını ele almaya çalıştım.
Gelelim bu stratejik kavganın Türkiye yanına…
Rusya’ nın Suriye’ ye iyice yerleşmeye başlaması ve Esad’ lı rejimi himayesine almasıyla tetiklenen gerilimi hep birlikte izledik…  Ortaya çıkan fay hattının bir yerlerde kırılacağı belliydi, öyle de oldu. Sınırları ihlal ettiği gerekçesiyle Türkiye bir Rus savaş uçağını düşürdü ve ardından olan oldu.
Rusya’ nın düşen uçağı nedeniyle başlattığı ekonomik yaptırımların nereye varacağını şimdiden kestirmek zor ama Putin’ in bu çok ta işine geldiği anlaşılan sert duruştan kolay kolay geri atmayacağı anlaşılıyor.
Yaptırımlar şimdilik ihraç ettiğimiz kimi ürünlerle sınırlı ve Rusya ikili anlaşmalarla Türkiyeye verdiği doğalgazda herhangi bir kesintiye gitmeyeceğini ifade etse de, bunca hakarete varan söylemin o cepheye de sirayet etmeyeceğinin garantisi yok.
Peki Türkiye kendi eliyle yarattığı ve boru hatlarıyla göbekten bağlandığı bağımlılıktan kurtulabilir mi?
Daha açık ifadeyle sorayım:
Rus doğal gazının alternatifi var mı?
Önceki yazılarda belirttiğim gibi Türkiye yaklaşık 50 milyar m3 doğalgaz tüketiyor 2014’te bunun 41,1 milyar m3’ünü boru hatlarından sağlıyor. Boru hattıyla taşınan doğalgazın 26,9 milyar m3’ü Rusya’dan, 8,9 milyar m3’ü İran ve 5,3 milyar m3’ü Azerbaycan’ dan gelmiş.
Türkiye elektrik üretiminde kaynakları çeşitlendirmediği sürece doğalgaz bağımlılığını azaltamayacağına göre bu gazı almak zorunda ve kıs vadede Rusya’ nın alternatifini bulmak hem zahmetli hem de yeni boru hatlarını gerektirdiği için alt yapı yatırımı nedeniyle hayli pahalı.
Aslında Özal’ ın “Baltık denizinden-Çin seddine” diye hayal ettiği ve Sovyetlerin dağılmasından sonra birbiri peşi sıra kurulan Orta Asya ülkelerinden Türkmenistan 17,5 trilyon m3’lük rezervi ile dünya 4.sü ama o ülkeden gaz alınmasında çok geç kalındı ve o köprülerin altından epeyi su aktı. Üstelik Putin’ in yayılmacı politikası gereği çok istikrarlı bir alternatif te değil.
Azerbaycan ile ortak TANAP adı verilen boru hattının temeli Rusya ile gerilimden de önce bu yılın Mart ayında atıldı ancak 1841 km uzunluğundaki projenin tamamlanması en iyimser tahminle 13 yılı alacak. (Termin planına göre ilk gaz 2028’de akmaya başlayacak)
İran’ dan alınan doğalgazın arttırılmasına çalışılıyor ama o cephede de hem yeterli gaz tedarik sorunu var hem de vananın siyasi tansiyona nasıl bağlı olduğunu son günlerde yeterince görüyoruz.
İsrail’ le ilişkilerin yeniden normalleştirilmesi ve bu ülke kıyılarında bulunan yeni rezervlerin boru hattıyla deniz altından İskenderun civarına ulaştırılması ve hem Türkiye hem Avrupa’ya buradan dağıtımı söz konusu ama bu d bugünden yarına gerçekleşecek gibi değil.
Çare?
Çare sıvılaştırılmış doğalgaza yönelmek…
Dünyada gelişen deniz taşıma sistemleriyle birlikte son yıllarda bu alanda önemli gelişmeler yaşanmakta.
Örneğin 3-5 yıl öncesine kadar en fazla 50 bin m3 sıvılaştırılmış gaz taşıyan gemi üretilirken bugün 250 bin m3’ lük gemiler seferlere başladı. 250 bin m3 sıvılaştırılmış doğalgaz, tahliye sırasında genleşip 150 milyon gaz haline geliyor ki, bir gemi Türkiye’nin günlük gaz ihtiyacını karşılayacak boyutta. Üstelik daha büyük gemilerle ilgili projeler de yolda.
Gelin görün ki o cephede çok ciddi bir sorunu var Türkiye’ nin…
Rusya ile krizler öngörülmediğinden olsa gerek, olası krizlere karşı “B planları” düşünülmemiş ve sıvılaştırılmış doğalgazı tahliye terminalleri çok sınırlı kapasitede.
Bu nedenle Rusya ile gerilimin doruğa çıktığı şu günlerde Katar’ ı ziyaret eden Erdoğan rüyalarda kalan boru hattı yerine sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG)anlaşmasını yeniden masaya sürüyor ama bunun moral depolamadan öte anlamı olmadığını kendisi de bu alana kafa yoran teknisyenler farkında.
Kısacası LNG özellikle Türkiye için kısa hatta orta vadede hayal…
LNG’ nin boru hatlarından sağlanan gaza göre çok önemli bir dezavantajı daha var. O da iki tedarik yöntemi arasındaki fiyat farkı: 
Taşıma masrafı nedeniyle LNG, natürel doğalgazın iki hatta ABD ve Kanada’ yı dikkate alırsak 4 kat daha pahalı…  (2014’te boru hattından sağlanan doğalgaz ABD ve Kanada’ da 4, İngiltere’de 8 dolar iken en büyük LNG alıcısı olan Japonya’ nın CİF LNG alış fiyatı 16 dolardı)
Sorun fiyatla da bitmiyor.
Doğalgazı sıvılaştırmak riskli ve masraflı bir iş. 600 m3’ü sıvılaştırıp 1 m3’e sığdırıyorsunuz çünkü.
Bugün 250 milyon dolara mal olan bir gemiyle 150 milyon m3 doğalgazı 250 bin m3’e sıkıştırıp taşımak mümkün ama bunun için tahliye limanında terminal ve depo gerekiyor.
Bu alanda dünyanın en büyük yatırımını yapan ülkesi Japonya.
Japonya farklı limanlarda tam 31 terminale sahip ve 120 milyar m3’e ulaşan tüm doğalgazını LNG olarak tedarik ediyor. Depolama kapasitesi de buna uygun altyapı ile pekiştirilmiş. Japonya’ nın riskleri göz önüne alan gaz temin stratejisi bununla da sınırlı değil. Yıllık gaz gereksiniminin tamamını LNG olarak alan Japonya’ nın temin kaynakları yumurtaların tek sepete koyulmaması ilkesine dayalı. (2014’ te 120 milyar m3 gaz alan Japonya’ nın ithal dağılımı: 22 milyar m3 Qatar, 7,7 milyar m3 BAE, 25 milyar m3 Avustralya, 6 milyar m3 Brunei, 8 milyar m3 Endonezya, 20 milyar m3 Malezya, 3 milyar m3 Papua Yeni Gine)  
Aslında Türkiye’ nin toplam gaz tedariki içindeki LNG payı %15’ler mertebesinde kalsa da, boru hatlarındaki Rusya ve kısmen İran bağımlılığı aksine LNG tedarikinde sorun yok.
Sorun tahliye terminalleri ve ondan da önemlisi bugüne kadar ihmal edilen depolama…
Türkiye bugün için İzmir Aliağa ve İstanbul Silivri’de iki terminale sahip. İki terminalin gaz depolama olanağı 14 günlük tüketimi karşılayacak sınırda.
Konuyu bir özetle toparlayayım:
Ortadoğu’ daki gerilim ve istikrarsızlık Suriye ile sınırlı değil ve kağıtların karılıp yeniden dağıtıldığı bu sahnede daha pek çok paylaşım savaşı, kavga yaşanacak.
Bu nedenle doğalgaza orta ve hatta uzun vadede bağımlılığı sürecek Türkiye gerek tedarik yöntemlerini gerekse tedarikçi ülkeleri arttırmak ve çeşitlendirmek zorunda.
Her şeyden önce günlük tedarikin temel unsuru olan depolama sorununu bir an önce çözmek ve olası kesintilere karşı geçici de olsa en radikal önlemi almak zorunda. Tuz gölü altına ve Mersin’ deki kireç taşı çıkarılan mağaralara gaz depolama projeleri bir an önce hayata geçirilmeli.
Mevcut İzmir Aliağa ve İstanbul Silivri LNG tahliye terminallerine ilaveten Doğu Akdeniz’ de örneğin Yumurtalık ve Mersin arasında birkaç terminalin projelendirilmesi hızla yapılıp devreye alınması sağlanmalı.
Ve hepsinden önemlisi ve elbette en zoru olan yenilenebilir enerji üretimine daha fazla ağırlık verilmeli… Bu enerji çeşitleri teşvik edilmeli, hidrokarbon döneminin ancak güneş enerjisiyle kapanacağının ve dünyanın bu belalı çağdan ancak böyle kurtulabileceğinin idrakine varılmalı.
Evet önümüzde meşakkatli bir yolculuk var ama insanoğlunun kendi eliyle yakıp havaya savurduğu milyonlarca yıllık mirasın toparlanmasının, en azından kalanlarla dünyanın yaralarını yeniden sarmanın başka da yolu yok…