Almanya’ya eğitim için gittiğimde 17 yaşındaydım . 
Avrupa medeniyetine büyük ümitlerle, beklentilerle gelmiştim.
Türkiye’den geldiğimi söylediğimde, insanların beni nasıl küçük gördüklerini, önemsemediklerini hep üzülerek hatırlarım. 
Daha sonra Avusturya’da ve İsviçre’de kaldım; oralarda da değişen bir şey yoktu. Her yerde güçsüz, fakir, önemsiz bir ülkenin basit vatandaşı idim. Avrupalılar akıllı, modern, üstün insanlardı, bizler ise geri kalmış bir ülkeye ait sıradan ve basit insanlardık.
30 yıl hep bu duygularla yaşadım. İlk gençlik yıllarımda Avrupalıların beni ve ülkemi küçümsediklerini hiç unutmadım.
Türkiye’de hep geri kalmış, Batının istediklerini yapan, kendi kararını veremeyen bir ülke olarak kaldı.

90 yıl öncesinin şartlarında “Yurtta Sulh Dünyada Sulh” sloganı gibi fikirler, sonunda Türkiye’yi “Yurtta halkına karşı sert ve otoriter, Dünyada ise pısırık” bir ülke haline getirmişti. 
Dramatik bir Kurtuluş savaşından sonra dış politikasını “Sulh “ odağında şekillendiren kurucu Cumhuriyet düşüncesini elbette anlıyor ve savunuyoruz. 
Şimdi Dünyanın koşulları dış politikada daha dinamik bir politikayı zorunlu kılmaktadır. Hele Ortadoğu’da bu çok daha önemlidir. 
Oysa son 15 yıla gelinceye kadar, kendisi tümüyle dış etkilere açık, ancak bölge politikasında sözü geçmeyen bir kalabalık ülke idik.
Son yıllarda bundan kurtulmaya başladık. “Yurtta güçlü, Dünyada Güçlü” olursak o zaman daha çok barıştan söz edebiliriz ve barışa daha yakın oluruz. Sorun günü doğru okuyabilmek ve 90 yıl öncesinin şartlarının değiştiğini anlayabilmek. Bu elbette dizginsiz bir savaş çığırtkanlığı anlamına gelmez; ama barışçı politikanın sessiz, etkisiz, dirayetsiz ve saygı duyulmayan bir pasif dış politika olmadığını da dünya bize öğretti. 

Şimdi 15 yıldır eski zincirlerini kıran, esaret ikliminin hakim olmadığı, Batının her dediğini kabul etmeyen, kendine özgü kararlar alan ve hızlı bir gelişme gösteren Türkiye ortaya çıktı.
Yavaş yavaş özgüvenimizi, cesaretimizi, kişiliğimizi kazanmaya başlamıştık. Yeniçağa uyan ve artık boyun eğmeyen bir Türkiye oluşuyordu.

15 Temmuz darbe girişiminde değişen Türkiye halkının darbe kalkışmasına destansı başkaldırışı ile insanımızın nasıl üstün, saygın, cesaretli, zeki, pratik, her türlü övgüyü ve saygıyı hak ettiğini açıklıkla gördük.
Darbe kalkışması gününden beri her gece sabahlara kadar bu insanımızın cesaretini gözlerim her seferinde yaşlarla dolarak izliyorum ve bu eşsiz halkı anlamaya çalışıyorum.
Yıllarca ötekileştirilen, yabancı görülen, hatta horlanan halk nasıl böyle bir sağlam irade içine girmişti!
Halkımızın küçük azınlığı darbe girişiminde marketlere ve bankamatiklere koşarken, bu eşsiz millet canı pahasına tankların önünde durdu. 
Bu inanılmaz değişimi çok fazla araştırıp anlamaya çalışmalıyız. 

Avusturya’da Türk bayraklarını yasaklayan, Havaalanına “Türkiye’ye tatile gitmek Erdoğan’a yarar ” şeklinde utanç verici yazılarını koyan, Almanya’da Cumhurbaşkanı’mızın konuşmasını engelleyen ve darbe girişimine karşı çıkmayan ikiyüzlü Avrupa ülkelerine ne demeli? 
Ve tüm bunlara sessiz kalan, ancak darbe girişiminin 3. haftasında tepkilerini gösteren fahri konsoloslara ve bir ay sonra Meclisi ziyaret eden büyükelçilere de söyleyecek söz bulamıyorum. 

Ve artık 40 yıl sonra ülkemizle, halkımızla bu büyük gururu yaşayabilmek ne güzel…

HARUN ARSLAN