Sahilleri, tarım arazileri, narenciye bahçeleri yok edilirken, denizi kirletilirken sessiz kalan Mersin çevrecileri, ne ilginçtir ki istihdam yaratacak, kent ve ülke ekonomisine katkı verecek bir yatırım olduğu zaman sorgusuz, sualsiz, incelemeden, bilgilenmeden doğrudan karşı çıkarlar.
Hatta öyle bir sert karşı çıkış gösterirler ki, kimse olumlu tek söz söyleyemez, bir mahalle baskısı ile tüm kentin ve dinamiklerinin karşı çıkmasını sağlarlar.

Nükleer Santral, SEKA Tersanesi, HESS’ler ve bunlara karşı çıkılmasında ön ayak olan yabancı örgütler, Alman Vakıfları, Greenpeace konularında sayısız yazı yazdım. Adeta her seferinde aynı filmi tekrar tekrar izledik.

Şimdi konu balık çiftlikleri ve tüm kent koro halinde karşı çıkıyor. 
“Mahalle baskısı” yine hakim oldu. 
İncelemeden, araştırmadan, bilgilenmeden, Mersin’e zararını ve faydasını tam olarak hesap etmeden karşı çıkılıyor.

Balık çiftliklerinin elbette denizin kirlenmesine bir etkisi vardır; zaten her modern teknoloji çağında her yatırımın çevreye etkisi vardır, sadece cep telefonlarını hatırlatıp geçiyorum; ama bu yatırımın getirisi nedir ve daha da önemlisi denizi en az kirletecek şekilde yapılabilir mi? diye araştırma yapmaya dahi gerek görülmüyor.

Atıklarını arıtmasız denize akıtan siteler var. Denizi kirleten bu siteleri yıkmak mı gerek. Ya da çevreyi kirleten fabrikalar var. Bu fabrikaları da kapatalım mı ?
Öyle ya; ÇED raporu diye bir kavram niye var? Sıradan otomobillerden sanayi yatırımlarına her teknolojik teşebbüs çevreyle etkileşir; bunu en aza indirmek, gerekirse sıfırlamak görevdir. Ama bunları bilimsel verilerle incelemeden, kim bilir hangi uluslararası ekonomik çatışmaların devrede olduğunu tartışmadan düz bir “ çevrecilik “artık tam bir “ istemezük!”çü militan mahalle baskısına dönüştü.

Gemi atıklarını alan sintine gemisi olmayan bir limanımız olduğunu da unutmayalım. Bir çok gemi atıklarını denize boşaltıyor.

Şimdi sakince, bağırıp çağırmadan şu Balık Çiftlikleri meselesine bakalım:
Geçtiğimiz hafta konuyu Mersin’de tartışmasız en iyi bilen, uzman kişi ile görüştüm. O da mahalle baskısından dolayı adının anılmasını istemiyor; 
bu baskıyı bana somut olarak da anlattı; tam bir susturulma operasyonu!
Ondan aldığım bazı bilgileri paylaşayım:
*Girintili çıkıntılı Muğla ve Bodrum kıyılarında akıntı olmamasına rağmen burada yıllarca balık çiftlikleri kuruldu. Akdeniz’de ise güçlü akıntılar olduğundan deniz kirliliği Muğla ve Bodrum’daki kadar olmaz.
*Daha önce elle ve iptidai usulde yapılan yemleme artık makinalarla yapıldığından eskisi kadar kirlilik yapmıyor. 
*Mersin Üniversitesi bünyesindeki Su Ürünleri Fakültesi mezunlarına da önemli ölçüde istihdam sağlanacak.
*Mersin ekonomisine ciddi anlamda katkı sağlayacak.

Yine geçtiğimiz hafta Türkiye Su Ürünleri Yetiştiricileri Merkez Birliği Başkan Yardımcısı’nın Mersin Gazeteciler Cemiyeti’nde yaptıkları bir basın toplantısı basında çok yer almadı! Gazeteciler Cemiyeti tarafından bu toplantıya tüm basın çağırılmadı. Toplantıda endişe edilen birçok konuyu aydınlattıklarını yine mahalle baskısı ile az sayıda basından öğrendik.. 
Çok fazla yanlış bilgilendirme ve abartı olduğunu gördük. 

2008 de “olmayan turizmimize” zarar verecek diye Mersin’e getirilmeyen balık çiftliklerinden dolayı Mersin’in kaybı 1 milyar dolardır.
Bölgemizde hala turizm yoktur. 
Bugüne kadar yapılan (ya da yapılmayan) yanlış çalışmalar sonunda Mersin’in turizmi engellendi. Mersin 20 bin turiste mahkum edildi. Yurtdışı turistik fuar gezilerine ve yılda “belki” gelecek iki kurvaziyer gemiye yönelik yanlış turizm çalışmaları kentin geleceğini etkiledi. Mevcut turizm ve ekonomi dinamikleri yerlerini koruduğu müddetçe bu kente turizmin  gelmesi zaten çok zor .
Olmayan turizmimize zarar verecek endişesi ile kentin ekonomisine katkı verecek yatırımların engellenmesi yüzünden Mersin hep kaybetmiştir; kaybedecektir.

Bir kör çevreci anlayış yüzünden yapımı uluslararası antlaşmalarla da kesinleşen nükleer santrale karşı hala çalışmalar yapılıyor, platformlar ve sözcüleri iş başında… Gerçekte Mersin kaybediyor. 
Birkaç hafta önce nükleer santral şirketinin Rusya’dan gelen üst düzey yöneticileri ile kendilerinin davet ettiği bir buluşmada görüştüm. Şu anda malzemeleri alacakları firmalar konusunda çalışma yapıyorlar. 
Maalesef Mersin ekonomi dinamikleri bu ticaretin içerisinde yoklar. Ankara, Adana, İstanbul, Kocaeli Ticaret Odaları bu konu üzerinde ciddi yol almışlar.

Gelin bu mahalle baskısı ile körü körüne karşı çıkma anlayışından vaz geçelim. 
Mersin Üniversitesi bünyesinde bir Su Ürünleri Fakültesi var. Buradan uzman kişilerle bir bilgilenme toplantısı yapılabilir. Mersin’e faydaları ve zararları masaya yatırılır, eğer zararları daha fazla ise hep birlikte karşı çıkarız; ama niçin bilim ve ekonomi çevreleri doğrudan dinlenmiyor? 
Bu nasıl bir gürültü kirliliğidir ki, koca bir kentin kaderiyle oynanabiliyor. 
Konuya tümüyle yabancı bazı kalemler de, sırf seyircilere oynama hevesiyle mahallenin kahramanlığına soyunuyor.
Nükleer Santral’de olduğu gibi her şeye rağmen bu yatırım ihtiyaç ise ve yapılacaksa, o zaman mümkün olduğunca en az zarar nasıl verilir? Buna kafa yoralım;  açık denize yapılmasına ve sit alanlarına yakın yapılmamasına uğraşalım. 
Mersin usulü çevreci anlayışla, militan bir mahalle baskısı yaratarak her yapılana karşı çıkanların sesleri çok daha fazla yüksek çıkıyor. 
Karşı olmayanlar ise hiçbir zaman seslerini çıkaramıyorlar, anlattıkları dost sohbetleri içinde kalıyor.
Sonunda gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yoksulluk yarışında ilk sırada olan Mersin’de bir şeyler yapılsa da, hep Mersin kaybediyor, yapılmasa da…
Evet; Mersin hep kaybediyor. 
Niçin bazı şeyleri saygıyla dinlemek yerine bağırıp çağırmayı, karşıdakini susturmayı tercih ediyoruz? Dahası, son yıllarda iyice uluslararası politikanın bir aracı haline gelen çevrecilik kavramını niçin bir mahalle baskısına çevirdik? Bir ulusun, bir halkın geleceği bu kadar ucuz mudur?
Evet; çevre korunacaktır, korunmalıdır; ama bunu yatırımları engellemeden, hayatın akışına ters düşmeden ve özellikle de uluslararası kirli politikanın aracı olmadan yapabilmek için müzakereye açık olmak, bilim insanlarını, sektörün önde gelenlerini dinlemek zorundayız. 
Değilse, sadece olası zararlardan söz edilecekse, şu andan itibaren hepimiz cep telefonlarımızı çöpe atalım, televizyonları kıralım, hiç ilaç kullanmayalım, sanayi tesislerini kapatalım, otomobiller terk edilsin, elektrik enerjisinden vazgeçelim; oh çevre de rahat, biz de…
Ama değil işte; her gün bu vazgeçilmez ihtiyaçlarımızın verebileceği zararları nasıl azaltırız diye müzakere ediyoruz, yatırımları yasaklamayıp onların çevreye etkilerini en aza indirmek üzere ÇED ( Çevresel Etki Değerlendirme ) raporu istiyoruz.
Gelin şu Balık Çiftlikleri konusunda daha sakin olalım,  karşıdakini aşağılayan kibirli ve kimseyi dinlemez hallerden artık kurtulalım; Üniversiteyi, bilim insanlarını ve sektörün düşüncelerini dinleyelim; yani merak edelim, öğrenmeye çalışalım ki yanlış işlere alet olmayalım; ülkemiz, kentimiz gelişsin, insanımız kazansın .


HARUN ARSLAN