Etiz yaptığı açıklamada, AIDS, HIV (insan immün yetmezlik virüs)’in etken olduğu, vücudun savunma gücünü zayıflaması hatta yok olması sonucu çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasına ve bunun sonucu olarak da yaşam süresinin kısalmasına neden olan bir hastalık olduğunu kaydetti. Etiz, AIDS'in dünyada ilk kez 1981 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) saptanmış olup, bugün tüm dünyada ve ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıktığını belirterek, "Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2013 verilerine göre, dünyada yaklaşık 34 milyon kişinin HIV ile infekte olduğu ve 1981’den bu yana da yaklaşık 38 milyon kişinin bu hastalıktan hayatını kaybettiği bildirilmektedir. Türkiye'de ise 6 bin 802 kişi bu hastalıkla mücadele ediyor" dedi.

Etiz, virüsün, başlıca cinsel temas, kan ve kan ürünleri ile temas ve gebelik sırasında anneden bebeğe geçiş şeklinde olduğunu, genel olarak bulaşma riskinin virus yoğunluğu ile doğru orantılı olduğuna dikkat çekerek şunları kaydetti:

"Cinsel temas ile bulaşma tüm dünyada en sık HIV bulaş yolu olup, tüm bulaşların yüzde 80-85’ini oluşturmaktadır. Özellikle gelişmemiş ülkelerde heteroseksüel yolla bulaşma ön plandayken, gelişmiş ülkelerde homoseksüel temas daha sık görülmektedir. Kan ve kan ürünleri ile bulaşma, tüm bulaşların yüzde 10-15’ini oluşturmaktadır. Damar içi uyuşturucu kullananlarda bulaşma riski artış göstermektedir. Anneden bebeğe geçiş, tüm bulaşların yüzde 5-10’unu oluşturmaktadır. AIDS/HIV taşıyıcı bir anneden gebelikte (son trimestrede), doğumda (en sık) veya emzirme (nadir) sırasında bebeğe bulaşabilir. Bilinmelidir ki, aynı odada bulunma, tokalaşma, kucaklaşma, cilt teması, masaj, tuvalet, banyo, yüzme havuzu, deniz, yiyecek- içecekler, çatal-kaşık, bardak, tabak gibi gereçlerle

sivrisinek ve böcek sokmaları gibi durumlarda bulaşma söz konusu değildir."

Etiz, viüsün vücuda girdikten sonra bağışıklık sisteminin zayıflatması ve AIDS gelişmesi uzun yıllar alabildiğini vurgulayarak, "Bu nedenle enfeksiyonun klinik seyri değişkenlik göstermektedir. Tedavi almamış hastaların çoğunda yüzde 60-70'e varan oranda, virüsün vücuda girdikten AIDS gelişimine kadar geçen süre ortalama 10-11 yıldır. Ancak hastaların yüzde 10-20’sinde hızlı ilerleme olabilmekte ve 5 yıldan kısa sürede AIDS gelişebilmektedir. Bundan başka yüzde 5-15 hastada ise, yavaş seyir görülmekte ve bu hastalarda AIDS 15 yıldan sonra ortaya çıkmaktadır.

HIV, vücuda girdikten ortalama 2-4 hafta kuluçka döneminden sonra primer enfeksiyon bulguları ortaya çıkar. Bu dönemde görülen belirtiler ve klinik bulgular, gripal enfeksiyona benzer nitelikte olup, HIV enfeksiyonuna özgü değildir ve genellikle 2 haftadan kısa sürer. Bu dönemde sıklıkla ateş, lenf bezlerinde büyüme, farenjit, döküntü, kas-eklem ağrıları, baş ağrısı, bulantı-kusma, nadiren de karaciğer-dalak büyümesi, ağızda pamukçuk ve nörolojik bulgular görülmektedir.Primer HIV enfeksiyonundan sonra genellikle 8-10 yıl süren kronik semptomsuz bir dönem görülür. Bundan sonra hastalığın son dönemi olan aşikar AIDS dönemi ortaya çıkar ki, bu dönemde fırsatçı enfeksiyonlar ve maligniteler görülmektedir. AIDS gelişen ve tedavi edilmeyen vakalar birkaç yıl içinde ölümle sonuçlanabilmektedir" diye konuştu.

Erken tanı, yayılımının azaltılması ve korunmada çok önemli rol oynamakla birlikte, tedaviye erken başlanmasına ve buna bağlı olarak HIV/AIDS’ bağlı ölüm oranlarının azaltılması ve yaşam beklentisinin uzamasına neden olduğunun altını çizen Etiz şöyle devam etti:

"Bunun için DSÖ, tüm dünyada HIV taşıyıcılarının mümkün olduğunca erken saptanmasının teşvik edilmesi ve ülkelerin bunu sağlayıcı düzenlemelerin yapılması önermektedir. HIV tanısında kullanılan ELISA testleri, vücutta antikor saptamaya dayanan tarama testleri olup, en erken dört haftadan sonra sonuç verebilmektedir. HIV tanısında tercihen HIV 1+2 antikor ve P 24 antijeni içeren dördüncü kuşak ELISA testleri kullanılmalıdır. Bu testte yer alan HIV P24 antijeni, cinsel ilişki bulaşmayla en erken 2 haftada, kan nakli gibi yüksek miktarda virüs bulaşması olan durumlarda bulaşdan 24 saat sonra saptanabilmektedir. HIV pozitif saptanan hastaya doğrulama (örn.Western-Blot ) testi yapılmalıdır. Acil durumlarda hızlı tarama testleri kullanılsa da (özellikle HIV1+2 antikor ve P24 antijeni içeren hızlı (combo) testler), ancak hızlı testlerin sonucu ne olursa olsun, her koşulda mümkün olan en kısa sürede bu hastalara dördüncü kuşak ELISA ile test yapılmalıdır. Bebeklerde HIV enfeksiyonu tanısı, erişkinlerden ve 18 aylıktan büyük çocuklardan farklıdır. Bebeğe anneden geçen antikorlar 18 aya kadar pozitif kalabilir. Bu nedenle, 18 aydan küçüklerde negatif olmadıkları sürece antikor testlerinin tanı değeri yoktur. Bu nedenle 18 aydan küçüklerde tanı olarak nükleik asit arama testleri (NAT) kullanılmaktadır."

Etiz, henüz kesinleşmiş spesifik bir tedavisi olmamakla birlikte son yıllarda büyük gelişme gösteren yeni tedavi seçenekleri sayesinde yaşam süresi ve kalitesinde belirgin bir artış görüldüğünü söyleyerek, tedavide amaç, virüs çoğalmasını durdurmak, ortaya çıkabilecek belirti ve bulguları önlemek; tüm bunların sonucu olarak hasta yaşam süresini uzattığını kaydetti.

Etiz, virüsten korunmanın yollarını ise şöyle anlattı:

"Cinsel partner sayısının sınırlandırılması, tek eşlilik, cinsel temas sırasında kondom kullanımı, dövme aletleri, akapunktur iğneleri, jilet, tırnak makası gibi kesici delici aletlerin ortak kullanımından kaçınılması, cerrahi aletlerin ve diş hekimliğinde kullanılan aletlerin sterilizasyonu yapılmalıdır. Ayrıca, kan/doku naklinden önce, gebelikte (mümkün olduğunca erken dönemde) ve evlilik öncesi eşlerin taranması ile bulaşma önlenebilmektedir. Şimdiye dek lisanslı bir aşı geliştirilemese de bu konuda yoğun çalışmalar devam etmektedir. 1990’lı yıllardan bu yana devam eden aşı çalışmaları sayesinde önemli gelişmeler kaydedilmiş olup, halen deneysel aşamada aşı uygulamalarının olduğu bilinmektedir."

Editör: Barış Köksal