Önceki yazıda 12 Eylül darbecilerinin diktirdiği deli gömleğini, 82 anayasasıyla ilgili referandumu ve o netameli günlere damgasını vuran beyaz/mavi tartışmalarına değinmiştim.
Türkiye 82' den önce Cumhuriyet tarihinin ilk referandumuyla Temmuz 1961' de tanıştı...
27 Mayıs darbesinin üzerinden fazla zaman geçmeden alanlarında yetkin Anayasacılarına bir metin hazırlatıldı. 
Özgürlükler yanında demokrasinin kurumlarıyla kökleşip yerleşmesi anlamında da bugün bile mum ışığında aradığımız bir taslak çıktı ortaya.
Gelin görün ki, yeni metin halk oyuna sunulurken, tartışmalar yeni anayasanın getirip, götüreceklerinden çok darbe ile iktidardan uzaklaştırılan Demokrat Parti üzerinden bir hesaplaşmaya, o günlerde dillerden düşmeyen "devr-i sabık" yaratılıp yaratılmayacağı üzerinde yoğunlaştı.
Sabık iktidarın halkı cephelere bölmesi, muhalif basına yönelik zulüm boyutuna varan baskılar bir süre sonra yerini Demokrat Partililerin yaptığı yolsuzluk iddialarına, boşalan hazineye, maaş ödeyemez duruma sokulan devletin pür melal haline bıraktı. (ihtilalın hemen ardından 'ne olacak bu memleketin hali?' diye dertlenen bir grup askerin, örneğin Talat Aydemir' in hem de iki kez yeni darbe arayışına girmesi boşuna değildir)
Demokrat Parti yıkılıp gitmiş, tüm önde gelenleri içindeki mahkemesiyle cezaevi kampusu! haline getirilen Yassıada' da enterne edilmişti ama referanduma bir kaç hafta kala siyasi partilerin faaliyetlerine izin verilmesiyle, tartışmalar ülkenin geleceğini belirleyecek yeni anayasa ekseninden çıkıp, hesaplaşmaya döndü...
Ve hesaplaşma da "kuyruk, düşük" sözcüklerine indirgendi.
DP' nin mirasına sahip çıkma iddiasıyla kurulan Adalet Partisi kesinlikle yeni bir siyasi hareket temsilcisi olduğu iddiasındaydı ama bahçesine yerleşmeye çalıştığı siyasi harekete de laf söyletmemenin halk üzerinde hayli etkili olacağının farkındaydı.
Kavgayı ateşleyen o günlerde Milliyet gazetesindeki köşesinden DP' ye ve çiçeği burnunda AP' ye en sert cümlelerle yüklenen genç bir gazeteciydi...
Kısa süre sonra siyaset sahnesine çıkacak ve ölünceye kadar da inmeyecek Bülent Ecevit...
Ecevit, AP kurucu lideri Gümüşpala' nın (işin ilginci Gümüşpala' da emekli general' di) karşı çıktığı 'kuyruk, düşük' söylemlerini savunurken şunları yazacaktı:
"Düşüklere 'düşük' denmesin de ne densin? 'sabık mı densin, 'müstafi' mi densin?
Demokrat Parti iktidarının sorumluları 'sabık' olmaya, 'müstafi' olmaya razı olsalardı, bugün kendilerine elbette 'düşük' yani 'sakıt' denmezdi. Onlar seçimle geldikleri iktidardan seçimle inmemek için her çareye başvurdukları, her suçu işlemeyi göze aldıkları için düşmüş insanlardır. Onun için 'düşük' türler. 'Düşük' adını beğenmiyorsanız sayın Gümüşpala, daha uygun, daha 'nezih' bir ad bulunuz!.. Bulunuz da, Yüksek Adalet Divanı savcıları, ihtilal önderleri, gazeteciler, yurttaşlar, düşüklere hala bağlılık duyanları bu 'düşük' sözü ile tedirgin etmesinler!.."
CHP' ye yakın kalemler bile Ecevit' in bu sert söylemlerine karşı daha ılımlı bir dil kullanılmasından yanaydı.
Örneğin DP' nin hışmına uğrayıp hapishaneyle tanışan Metin Toker (CHP yayın organı olarak kabul edilen Akis dergisini çıkaran Toker aynı zamanda İsmet Paşa' nın damadıydı ve o günlerde yazdığı her cümlenin içinden çıkarılan anlamlar, yorumlar bile büyük ilgi çekiyordu) şöyle diyecekti:
"Radyo' da pek gecikmiş bir 'düşükler edebiyatı' suni şekilde ısıtılıp sunuluyor. Bir devlet radyosunun ağır başlılığıyla bağdaşamayacak kulak tırmalayıcı tabirler, konuşmalar da peş peşe sıralanıyor. 'Boynuz Tüccarı' , 'Politikacı Azmanı' , 'Haramiler Reisi' , bunların sadece bir kaçıdır. Bunlar düşüklerin gayrimeşru iktisaplarının hikayesi sırasında kullanılıyor"
Tek radyonun ülkeye hükmettiği o günlerde, başka haber kaynağı olmadığı için her akşam kahvelerde, evlerde 'akşam ajansını' dinlemeye çalışanlara Demokrat Parti yöneticilerinin yukarıdaki tabirlerle aşağılanması, Toker gibi bir DP mağdurunun bile tepkisini çekecekti.
Aslında tepkinin rasyonel bir yanı da vardı...
Öyle olmasa referandumun ardından yapılan seçimde halkın DP uzantısı AP yerine kurtarıcı rolüne soyunan CHP' ye oy vermesi gerekmez miydi?
Toker' i bile rahatsız eden onca yayına, gazetelerde çarşaf çarşaf yazılıp çizilen yolsuzluk öykülerine, sabık iktidarın batırdığı söylenen ekonomi, iflas eden hazine iddialarına inanacağı sanılan halk sandığa gittiğinde DP mirasını kovalayan AP ve YTP gibi merkez sağdaki partilere yöneldi. Kısa zaman sonra da büyük paydaş AP, YTP' yi yutup 80 darbesine kadar merkez sağın temsilcisi tek temsilcisi olarak ülkeyi yönetti.
9 Temmuz 1961 referandumuna doğru ülke genelinde hava buyken Mersin' de neler yazılıp, çiziliyordu?
Yeni anayasa ve başlayacak yeni dönem beklentileri neydi?
Bir sonraki yazıda da onları anlatayım...